Hibrit Türkiye

Evrim Rızvanoğlu Independent Türkçe için yazdı

İllustrasyon: Jason Schneider/Reuters

Zorlu bir iş gününden sonra otelime döndüğümde beni dinlendiren iki şey vardı:

Birincisi; pencereyi örten ağır keten perdeleri sağlı sollu kenara çekip camı açmak ve içeriye dalan serin havayı teneffüs etmek.  

Mezopotamya düzlüklerini okşayıp gelen bu kuru havanın kendine özgü bir tadı bir kokusu vardı.  

İkincisi ise, hani neredeyse garip bir inzivanın içine çekip şimdiki andan uzaklaştıran yıldızlarıydı Mardin'in.

Bu şehrin üzerindeki gökyüzünde, yıldızlar o kadar parlak ve o kadar kalabalık ki sanki ağacın dalına asılıymış ve her an aşağıya düşecekmiş gibi duruyorlar.

Açıkçası, yıldızların bu ışıltısı, zihnimi kamaştırıyor, bende ılık bir dalgınlık yaratıyordu.

İstanbul'da geçen çocukluk yıllarımdaki kaleydoskopumun o büyülü etkisini hatırlamıştım. Bu kez kaleydoskopun yerini, Mardin yıldızlarının ışıltısının karıştığı kendi öz belleğim almıştı.  

Geçmişten yüzler, hikayeler, renkler, anlar ve sesler akıyordu zihin tünelimden. Hani neredeyse kendi kişisel tarihimde, Tarkovsky filmlerine özgü; yerçekimsiz, düşsel-gerçek üstü bir yolculuğa çıkmış gibiydim.


İdealist İstanbulludan idealist Mardinliye

Edebiyat tarihinden bir sima; Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanındaki Feride, bellek kaleydoskopumdaki en belirgin görüntüydü. Kendi durumum düşünüldüğünde hiç de nedensiz bir çağrışım sayılmazdı aslında.

Bu kente, yani Mardin'e İstanbul'dan gelmiştim. Burada bir siyasi partinin il ve ilçe teşkilatlarının kuruluşu için çalışıyordum.

Tıpkı İstanbul'da yaşayan ve Fransız okulundan mezun olup öğretmenlik diplomasını aldıktan sonra Anadolu'daki Zeyniler köyüne atanan Feride gibi.

Feride, ülkenin eğitimden yoksun bırakılmış çocuklarına katkı sunmak ve onların hayatlarını dönüştürmek ülküsüyle hareket ediyordu.

Romanın 1922'de yani Cumhuriyet kurulmadan hemen önce yayımlandığı hesaba katıldığında, bir toplumun yeniden kendini bulmaya, şekillenmeye ve önüne yeni hedefler koymaya çalıştığı bir dönemdi.

Hayatında yeni bir başlangıç yapmak isteyen Feride, Cumhuriyet’in eşiğinde olan toplumun, idealist gözü kara cesur ve modern kadınını temsil ediyordu.

Dolayısıyla İstanbul'dan gelip Doğu'nun bu geceleri bir mücevheri andıran mistik kentini ziyaret eden biri olarak Feride ile aramda bir bağ hissetmiş olmam doğaldı. Ancak bu kez farklı olan bir nokta vardı.  

Feride ve o köy arasında, tek yanlı bir dönüştürme ilişkisi söz konusuydu. Buna mukabil ben ve Mardin arasında böyle bir ilişki yoktu.

Ben sadece orada, Mardin'in yerlisi olan kadın ve erkeklerden oluşan, son derece yetkin, iyi eğitimli, donanımlı ve idealist bir grupla beraber, tüm Türkiye'yi kapsayan ortak bir dönüştürme hedefi için çalışıyordum.

Yani Batı'dan giden ve Doğu'yu dönüştürmeye çalışan biri değildim. Aksine oradakilerin dönüştürücü gücünü partiye katmaya çalışıyordum.


Türkiye'nin doğusu hem Türkiye’yi hem dünyayı değiştiriyor

Aslına bakarsanız, Türkiye'de de Dünyada da ''Doğu'' ve ''Batı'' kavramları, klasik anlamını yitiriyor artık. Sömürgecilik ve kültür emperyalizmiyle sembolleşen, Batı'nın doğu üzerindeki tek yanlı tahakkümünden söz etmek artık çok zor.

Günümüzde, Batı-Doğu arasında, tek yönlü değil çift yönlü bir etkileşim ve dönüştürme ilişkisi var. Nitekim Mardin'de doğan ve çocukluğunu bu şehirde geçiren Murathan Mungan'ın Üç Aynalı Kırk Oda adlı kitabının Yunanca baskısını, Atina'daki bir kitapçıda bulabilir ya da Paris'teki Galignani kitapçısında Fransızca baskısını görebilirsiniz.

Yine Mardin’de doğan soprano Pervin Chakar'ı, Milano'daki Teatro Alla Scala'da izleyebilirsiniz. Hatta komşu şehir Batman'da doğan sanatçı Ahmet Güneştekin, yine bu anlamda çok parlak bir örnek.

Güneştekin'in eserleri, Paris'ten New York'a dünyanın her yerindeki ünlü galerilerde sergileniyor, oradaki sanatçı ve sanatseverlere ilham kaynağı oluyor.


Dünya ülkelerinin kültürel ve ekonomik olarak asimile ettiği Amerika

Dünya artık kültürel ve ideolojik olarak bir yönden yani Batı'dan domine edilen ve dönüştürülen bir yer olmaktan çıkıyor.

New York Chelsea'den aşağıya, West Village'a doğru 8. cadde üzerinde yürüdüğünüzde, sağlı sollu yer alan restoranlar, size Amerikan yiyecekleri değil Tayland'dan Meksika'ya, İtalya'dan Hindistan'a dünyanın farklı ülke ve kültürlerinin mutfaklarını sunar.

Financial District'teki iş toplantısından geç saatte çıkıp Soho'daki otelinize dönmek için kullandığınız Uber aplikasyonunun büyük ortaklarından biri Suudi Arabistan devletidir.

Çağırdığınızda, önünüze Japon malı Toyota marka bir araç yanaşabilir. Sürücünün navigasyon için kullandığı telefon, Amerikan yapımı IPhone değil, Kore markası Samsung olabilir.

Ertesi gün ziyaret ettiğiniz muhteşem güzellikteki Butler Kütüphanesinin yer aldığı Columbia Üniversitesi'nde, 156 ülkeden 15 bin yabancı öğrenci ve eğitmen yer alır.

Sabah kahvenizi içerken annenizle yazıştığınız Facebook'un da yer aldığı Silikon Vadisi'nde, 1995'ten 2005'e kadar kurulan startup'ların yüzde 52'si Amerika'ya sonradan yerleşen göçmenler tarafından kuruldu.

Bunlar arasında Google, Yahoo ve Ebay gibi dev şirketler de var.

Bütün bu örneklerde görüldüğü üzere, global dünyadan ülkelerarası insan kaynağı, sermaye teknoloji ve kültür geçişkenliği giderek artıyor.

Bu geçişkenlik aslında hayatın her alanında var ve bu nedenle dünya giderek hibrit (melez) bir spektruma taşınıyor. 


Melezleşen ideoloji ve siyaset

Melezleşen alanlardan biri de siyaset ve ideolojiler. 1890'lardan 20'nci yüzyılın başlarına kadar Alman Sosyal Demokrat Parti SPD Avrupa'nın en büyük Marksist partisiydi.

Bugün ise kapitalizm ve Marksizm arasında bir denge tutturmuş kendine. Aynı şekilde Çin'deki komünizm artık bir devlet kapitalizmine dönüştü ve kapitalist batı orijinli global şirketlerin en sevdiği ülkelerden biri oldu.

Noam Chomsky, geçenlerde gazeteci Anand Giridharadas'a verdiği taze bir röportajda, kendisini ''demokrat sosyalist'' olarak tanımlayan Bernie Sanders'in ABD'de, aslında nasıl hiç de küçümsenmeyecek bir zihinsel devrim yarattığını vurgulamak için şöyle demişti:

Amerika, iş-ticaret mantığıyla yönetilen bir toplum ve bu anlamda hiç de esnek olmayan katı bir kontrol mekanizmasına sahip. Dolayısıyla böyle bir ülkede sosyalist ya da sosyalizm gibi sözcükler kulağa o kadar korkutucu gelir ki ağzınıza anmaya bile çekinirsiniz.

Ancak gelinen noktada görüyoruz ki kendini demokrat sosyalist olarak tanımlayan Sanders gibi bir politikacı ile birlikte, sosyalizm Amerika'da ana akım bir siyasal görüş olabiliyor. Genç kuşaklar bu ideolojiyi rahatlıkla benimseyebiliyor.

Bu noktada, ideolojiler arasındaki hiçbir sınırın garanti olamadığını hiçbir politik kavramın bir olguyu tam olarak tanımlamaya gücünün yetmediğini, ihtiyaç ve zorluklara göre her şeyin her an başka bir şeye dönüşebileceğini vurgulamak gerekir.

Toplumlar-seçmenler artık ideolojik sınırlara itaat etme konusunda daha esnek. Bu esneklik politik melezleşmenin önünü açıyor.

Bu nedenle sosyalist Sanders'in zıttı gibi duran Cumhuriyetçi (merkez sağ-muhafazakâr) Trump, ekonomide korumacılık politikaları ve Amerikan şirketlerine ait yurt dışındaki üretim tesislerinin, Amerika'ya geri gelmesi konusunda aynı noktada buluşabiliyorlar.


Siyasette sağ-sol muhafazakâr-liberal kavramlarının yerini prensipler alıyor

Sağ ve sol gibi kavramları hala mecburen kullanıyoruz; ama 1789 Fransız parlamentosunda, 16. Louis'in yetkilerini tartışırken ortaya çıkan sağ ve sol kavramları, o günden beri çok yol aldı ve değişime uğradı.

O gün Fransız Meclisi'nin solunda oturanlar, kralın yetkilerinin kısıtlanmasını savunurken, sağında oturanlar aristokrasiden yana tavır koymuşlardı.

Sağcılık ve solculuğun o günkü bu dar anlamı, yıllar içinde siyasi bir evrime uğradı, çeşitlendi ve bugün gelinen noktada yaşanan melezleşme nedeniyle farklı bir noktaya de gelindi.

Politikada; sağ-sol liberal milliyetçi, muhafazakâr ya da sosyal demokrat... Hangi başlık olursa olsun, o başlık altındaki sıraladığınız değerler ve prensipler seçmenlere daha çok fikir ve güven veriyor.

Örneğin iktidara aday olan bir politik partinin Cumhuriyet rejiminin temel değerlerine, yasama yürütme ve yargı bağımsızlığına olan saygısı, bu değerleri yıkmaya teşebbüs etmeyeceği konusunda da size bir garanti verir.  

Aynı zamanda prensip ve değerler bu siyasal aktörlerin hassas oldukları ve iyi işlediğinden emin oldukları meseleleri işaret eder.  

Örneğin, bireysel hak ve özgürlüklere saygı, yargının siyasetin tesirinden bağımsız olması, medya kuruluşlarının devletten bağımsız olması, devletin uyguladığı politikalarda toplumun sadece bir kesimine çalışmaması sayabileceğimiz birkaç madde.


İzm'cilerin yerini iyimser teknotratlar alacak

Geçenlerde Twitter'da, takipçilerime bir soru sorudum; ''Kendinizi aşağıdaki kavram ve tanımlardan hangisine ya da hangilerine yakın görüyorsunuz? '' diye.

Ardından şunları listeledim: ''Demokrat'', ''Özgürlükçü'', ''Aktivist'', ''Liberal'', ''Politikadan uzak'', ''Çevreci'', ''Muhafazakâr'' ''Milliyetçi'', ''Dindar'', ''Modern-Yenilikçi Dindar'', ''Ilımlı'' ,''Konjonktüre göre görüş değiştiren'' ''Solcu'', ''Sağcı''...

Elbette benim kişisel anketimin genelleştirilmemesi gerektiğini biliyorum; ama sonuç son derece ilginçti. Kimse sağ ve sol cevabını kullanmadı.

Asıl ilginç sonuç ise klasik verilen cevapları ayırımlarla düşündüğünüzde cevaplar sizi sürprize uğratacak türdendi.

Kendini hem dindar hem çevreci hem demokrat hem de özgürlükçü olarak tanımlayan pek çok kişi çıktı. Aynı şekilde kendini hem milliyetçi hem çevreci hem özgürlükçü olarak tanımlayan takipçilerim de çıktı.

Bu kişisel deneyimimden çıkardığım sonuç bana eski İngiltere Başbakanı David Cameron'un bir yaklaşımını hatırlattı.

Cameron, ''Ben 'izm' cilik yapmıyorum'' deyip aşağı yukarı şu anlama gelen bir cümle kurmuştu:

Politika artık neci olduğunuzdan çok, iyimser bir teknokratlığın ta kendisidir. Karşılaştığınız soruna göre neyin daha iyi çalışıp çalışmadığına bakarak o işi halletme sanatıdır.


Siyasi market raflarında yer alan ürünler 

Aslında toplumun kendisi de ideolojilerin ve statik politikaların ebedi olmadığının-olamayacağının farkında.

Bu nedenle onlar da politik market raflarından kendilerine uygun gördükleri ve iş göreceğine inandıkları politikaları seçerek alıyor ve bu anlamda bir melezleme yaparak siyasi partilere yön veriyorlar.

Pencereyi kapatıyorum. Perdeleri sağdan ve soldan çekiyor, iki ucu birleştiriyorum. Işıkları söndürüp, uyumaya hazırlanırken, defterime şu notu düşüyorum.

Gelecekte Türkiye'nin yıldızını kimler parlatacak biliyor musun?

Ülke sorunlarına soyut ideolojik inançlarla ya da gizli ajandalarla yaklaşan siyasetçiler değil, iyimser siyasetçiler yapacak bunu.

Evet, sorunları çözmek ve var olan ihtiyaçlara cevap vermek için melez politikalar üreten siyasetçiler Türkiye'yi gelecekle buluşturacak.

Toplum, kendisiyle kavga eden, inatlaşan, didişen siyasetçilerle değil, halka danışan, uzmanına danışan, tartışan, uzlaşan, ayrım yapmayan, hoşgörü sahibi siyasetçilerle el ele tutuşacak.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU