İslam dünyasında salgın hastalıklar ve tedavi yöntemleri (1)

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

İslam ve Arap ülkeleri elbette ki dış dünyadan bağımsız değildi.

Özellikle Avrupa, Afrika, Asya’nın uzak-yakın diyarlarında meydana gelen olaylar, er veya geç Müslümanların yaşadığı bölgeleri etkiliyordu.

Salgın hastalıklar da bunlar arasındaydı.

Biz burada İslam dünyasındaki salgın hastalıkların geçmişine doğru bir yolculuk yapmak istiyoruz. 

Filistin’deki Amvâs köyü, sanırım tarihi harabeleri ile akla gelebilir.
 

Amvâs köyünün harabe kalıntıları.jpg
İslam tarihindeki ilk büyük salgın hastalığın yaşandığı Amvâs köyünün bugüne ulaşan kalıntıları / Fotoğraf: Gzt-Mecra


İbrani dilinde “katlı su” manasına gelmektedir köyün adı.

Köy arazisi Kudüs yolu üzerindedir.

Geçmişte orduların konaklama alanı olarak kullanılmaktaydı.
 

Amvâs köyü-genel görünüm.jpg
Amvâs köyü / Fotoğraf: Gzt-Mecra


İslam tarihinde ise daha çok salgın hastalığın çıkış yeri olarak akılda kalmıştır.

Köyde zuhur etmesi nedeniyle “Amvâs Taunu” (Kara Ölümü: Vebası), adını alan salgın hastalık birçok İslam şahsiyetinin (özellikle sahabi kesimin) ölümüne yol açmasından ötürü tarihi kayıtlara girmiştir.
 

Amvâs Harabeleri-2.jpg
Amvâs Harabeleri / Fotoğraf: Gzt-Mecra


Kimi kaynaklara göre çevrede toplam 25 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Bu salgın ekonomik, siyasi, askeri ve sosyal alanda derin izler bırakmıştır. 

Dönemin yöneticilerinin aldığı tedbirleri anlatan bir metne göz atalım:

İkinci Halife Ömer; fetih amacıyla Irak, Suriye, Ürdün ve Filistin üzerine asker göndermeye başladı. Bu fetihlerden birinin komutanı olan Amr bin As, sözü geçen Amvâs köyünü fethetmişti. MS 638 yılında köyde çıkan veba salgını, aynı yıl gelen kıtlık ve sürekli çatışmalardan ötürü gayet şiddetli oldu. 

Salgının ortaya çıktığı günlerde, Halife Hz. Ömer, Suriye bölgesine doğru, yeni fethedilen toprakların tanzim ve teftişi için yola çıkmıştı. Bölge sınırlarına geldiğinde Halife ve beraberindekilere salgın haberi verildi.

Hz. Ömer, etrafındaki yol arkadaşlarıyla çeşitli istişarelerde bulunduktan sonra, bölgeye girmek tehlikeli olduğu için Medine’ye dönmeye karar verdi. Durumdan haberdar olan Suriye genel valisi Ebû Ubeyde bin Cerrâh, bu karardan memnun olmadı. Emre itiraz etti. Halife Ömer, onun itirazlarını yanıtladı ama valiyi ikna edemedi. Vali, vebadan öldü. 

Halife Ömer, salgına karşı birçok önlem aldı: Irak ve Mısır’dan bölgeye yiyecek ve gıda takviyesi gönderilmesini emretti. Bölgeye giden etlerin kurutulmuş olarak dağıtılmasını istedi. Hastalıktan dolayı evinden çıkamayanların evlerine yemek götürülmesine dair bir kararname yayınladı.

Vebanın ortadan kalkmasının ardından Hz. Ömer, bizzat bölgeye gitti. Develer kestirip etini elleriyle dağıtan Halife, zor durumda olanlara yardım edilmesini emretti. Vebadan etkilenenlere, durumları düzelene kadar aylık gıda yardımı yapılmasını istedi.

İki-üç hafta süren yoğun bir çalışmayla, vebadan vefat edenlerin miraslarını, İslâm hukukuna uygun bir şekilde akrabalarına dağıttı. Kimsesi kalmayanların malını fakirlere verdi. Boş kalan mevkilere çeşitli siyasî atamalar yaptı. Hızlı bir şekilde askerî tedbirleri de alan Halife, kriz yönetimini en az zararla atlatmayı başarmıştı. 1

 

veba .jpg
Görsel: Derin Tarih dergisi


Diğer bölge ve zamanlardaki salgınlara da bakalım: 

Yıl 627: Ninova Savaşı’nda Bizans’a yenilen Sasani devletinde iç çekişmeler devam ederken toprakları büyük bir veba salgınına uğradı.

Hastalıktan dolayı sadece başkent Ctesiphon’da 100 binden fazla insan öldü. Sasani hükümdarı II. Kavad 628’de vebadan hayatını kaybetti.

Salgın hastalık Sasani devletini ve ordusunu iyice güçten düşürmüştü. Vebadan kırılan Sasaniler, 633 yılından 643 yılına kadar devam eden Müslüman saldırılarına fazla direnemedi ve Nihavend Savaşı (642) yenilgisinden sonra Sasani devleti çöktü.


Yıl 670: Kûfe yöresinde bir veba vakasıyla karşılaşıldı. Emevi döneminin devlet görevlisi Muğire b. Şu’be etkilenmemek için şehirden ayrıldı.

Salgının etkisi geçtikten sonra döndüyse de hastalık kendisine de bulaştı ve öldü. 


Yıl 685: Mısır’daki vebadan çok sayıda insan öldü. Bundan iki yıl sonra, Basra’da oldukça etkili bir veba salgını ortaya çıktı.

Sel sularının önüne geleni sürüklemesine benzetilen bu ölümcül veba, “Carif Taunu” diye anılır. Üç günde 70 biner kişinin öldüğü söylenir.

Peygamber sahabelerinden Enes b. Malik’in, Basra’da ikamet eden çocuklarından ve torunlarından 80 kişinin de hayatını kaybettiği anlatılır. 


Yıl 698: Şam bölgesinde ortaya çıkan vebanın tesiri kuvvetli olmuş, neredeyse bütün ahalinin ölüp gitmesine yol açtı.

706 yılında ortaya çıkan “Feteyat Vebası” (Genç Kız Vebası) ise Basra, Vasıt ve Şam’da etkili oldu. Feteyat denmesinin sebebi, ilk önce genç kızlarda ve kadınlarda görülmesiydi.
 

Tabip, bir hastasını tedavi ediyor- tasvir.jpg
Tabip, bir hastasını tedavi ediyor / Görsel: Twitter


Yıl 725 ve 733: Şam’da şiddetli taun salgınları yaşandı.


Yıl 734: Şam ve Irak bölgelerinde, özellikle Irak’ın Vasıt şehrinde etkili olan bir veba görüldü… Etkisi azalsa da bu taunun birkaç yıl sürdüğü anlaşılmaktadır.


Yıl 744: Emevi halifesi III. Yezid b. Velid’in -başka sebeplerin yanında- kendisine isabet eden veba sebebiyle vefat ettiği söylenir.

Yine bu dönemde Haricilerin liderlerinden Said b. Behdel’in vebadan öldüğü, yerine son Emevi Halifesi II. Mervan döneminde isyan ederek yönetimi epey meşgul eden Dahhak b. Kays eş-Şeybani’nin Haricilerin başına geçtiği rivayet edilir.

III. Yezid ile Said’in ayrı zamanlarda ve yerlerde öldüklerinden hareketle bu salgının geniş bir bölgede etkili olduğu anlaşılmaktadır.


Yıl 749: Basra ve çevresinde etkili olan veba salgını üç ay sürmüştür. Bu sürede her gün yaklaşık bin kişi hayatını kaybediyormuş.

911 yılında Faris (İran) bölgesinde meydana gelen veba salgınında ise 7 bin kişi vefat etmiş.


Yıl 977: Bağdat’ta birçok doğal afetin meydana geldiği anlatılır. Yangın, depremler, Dicle Nehri’nin taşması gibi felaketlerin yanında veba da zikredilmektedir.


Yıl 1085: Irak, Hicaz ve Şam bölgelerinde salgın hastalıkların ve vebanın arttığı nakledilir.

İnsanların yanı sıra evcil ve vahşi hayvanlar arasında da ciddi ölümler meydana gelmiştir. 


Yıl 1258: Bağdat’ta etkili olan veba ve salgın hastalıklar sebebiyle birçok kişi vefat etmiştir.


Yıl 1341: Dönemin ünlü âlimlerinden Ebü’l-Haccac el-Mizzî Dımaşk’ta veba yüzünden vefat etmiş, cenazesi İbn Teymiyye’nin mezarının yakınına defnedilmiştir. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Şam Eyaleti, Osmanlı döneminde Anadolu, Balkanlar ve Kuzey Afrika topraklarına göz atmakta yarar var:  

Yıl 1348: Geniş bir bölgede etkili olan veba sebebiyle Şam’da bir günde 300’den fazla kişinin vefat ettiği anlatılır.

Bu dönemde meydan gelen kum fırtınası sebebiyle ortalığı kaplayan karanlık yarım saatten fazla sürmüş.

İnsanlar, bu alametin vebanın bitmesine vesile olmasını temenni etmişler. Ancak durum, daha da kötüleşmiş.

Salgın sırasında şehrin hatibi Tacüddin Abdurrahim b. Celalüddin Muhammed el-Kazvini ölmüş. 1349’da salgının etkisi giderek azalmış...


Yıl 1096-1099: Birinci Haçlı Seferi sırasında, Selçuklu Sultanı I. Kılıçaslan’ın Haçlı ordularını Anadolu içinde yıpratma savaşıyla zora giren Haçlılar, güç bela Antakya’ya ulaşıp şehri kuşatmışlardı.

Haçlı ordusunun Antakya’yı teslim almasından sonra salgın hastalık ortaya çıktı.

Aralarında Papanın elçisi Le Puy Piskoposu Adhemar’ın da bulunduğu pek çok kişi bu yüzden hayatını kaybetti.

Salgın hastalıklar, Haçlıların, Müslüman topraklarında nihai bir başarı elde etmelerine de büyük oranda mâni oldu.

Yıpratma savaşı ve salgın hastalıkların etkisi ile başlangıçta 600 bin kişiyi bulan Haçlı ordusu, Antakya’dan Kudüs önlerine gelindiğinde 50 bin kişiye düşmüştü...


Osmanlı coğrafyasında veba ilk defa 1361-1362’de büyük şehirlerde görüldü. Veba, Anadolu’da 1403’te ortaya çıktı.

Hastalığı, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Timur ordusu taşımıştı. Salgının yol açtığı ölümler, fetret döneminin sancısını daha da ağırlaştırdı.

İstanbul şehri tarih boyunca salgın hastalıklardan payına düşeni epeyce almıştı. İstanbul’un fethinden sonra veba 1455’te zuhur etti.

1468-1475 arasında İstanbul vebadan kırıldı. 1501’deki veba salgınında İstanbul nüfusunun dörtte birinin (25 bin kişinin) öldüğü tahmin ediliyor.

İstanbul’da 1591-1599 arasında da şiddetli veba salgını yaşandı; ancak 1625 tarihindeki en dehşetlisiydi. Şehrin yaklaşık yarısı olan 200 binden fazla kişi öldü.

Takiben 1637 ve 1655’te de çok şiddetli veba salgınları yaşandı. Balkanlar ve Avrupa’daki salgın hastalıklar Osmanlı ordusuna karşı direnişi yok edip fetihleri kolaylaştırırken diğer taraftan hastalıklar bu coğrafyadan Osmanlı topraklarına giriyordu.

18'nci yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin hükümran olduğu coğrafyada “salgın hastalıklar yüzyılı” olarak tarihe geçti.

Nalan Turna’nın Ağustos 2011’de yayımlanan “İstanbul’un Veba ile İmtihanı: 1811- 1812 Veba Salgını Bağlamında Toplum ve Ekonomi” makalesindeki tespitlere göre veba salgını;

Bu yüzyıl süresince 57 yıl Ege’de, 41 yıl Bosna’da, 44 yıl Mısır’da, 42 yıl Arnavutluk’ta, 33 yıl Suriye’de, 18 yıl Bulgaristan’da, 45 yıl Cezayir’de ve 19 yıl Tunus’ta görüldü.

İstanbul nüfusunun 1705 yılında yüzde 10’u, 1726 yılında yüzde 16’sı, 1778 yılında yüzde 20’si ve İzmir nüfusunun 1757 ile 1772 yılları arasında yüzde 15-20’si hastalıktan kırılırken 1762 yılında Diyarbakır nüfusundan 50 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu.

1760-1762 yılları arasında Halep ve Suriye’de de veba salgınları ortaya çıktı.

İstanbul’da etkili olan vebada 1812 yılında en az 20 bin kişi (nüfusun yüzde 20’si), İzmir’de 1812’den 1816 yılına kadar olan sürede 45 bin kişi öldü.

1836-1837 yıllarında aynı hastalıktan İstanbul nüfusunun yüzde 5-6’sının (25 bin kişi) öldüğü tahmin edilmektedir. 

Osmanlı'da vebanın yayılışını kolaylaştıran başlıca nedenler arasında; şehirlerdeki aşırı kalabalık, ölen hayvanların gömülmemesi, devletin kara ve deniz ticaret yolları üzerinde bulunması, hacıların Mekke’de diğer coğrafyalardan gelenlerden hastalık kapması geliyordu.

Vebanın yıkıcı etkileri üzerine Osmanlı Devleti, tarihinde ilk defa 1838 yılında resmi olarak karantina kararı alındı ve 1839 yılında Karantina Nazırlığı kuruldu. 2
 

Tasvir-alındığı yer Derin Tarih dergisi.jpg
Görsel: Derin Tarih dergisi


Arap-İslam ülkeleri arasında salgın hastalık hikayelerinde Mısır’ın farklı bir yeri var.

Günümüzden 600 yıl önce de Mısır halkı büyük bir salgın hastalığa yakalanmış.

Günde ortalama 200 kişi salgından ölüyormuş. Örneğin 1363’te ülke çapında görülen vebada günde bin kadar kişi hayatını kaybetmiştir. Bunlar arasında din bilginleri de varmış.

Mısır’da veba ve kolera gibi salgın hastalıkların hem ortaçağ hem de yakın çağda ortaya çıkışına ilişkin iki kaynak var elimizde. 

İlki, yabancı bir kaynaktan: 

Robert Steven Gottfried, “The Black Death: Natural and Human Disaster in Medieval Europe” (Kara Ölüm: Ortaçağ Avrupa’sında Doğal ve Beşeri Felaketler) isimli kitabında şunları anlatıyor:

Kara ölüm (Taun) diye bilinen salgın, İtalyan tüccarların muhtemelen İskenderiye şehrinde 1347 sonbaharı bitişine doğru geldiklerinde bulaşmış… Başlangıçtaki ilk dört haftada günde 100 ile 200 kişi ölüyormuş. Soğuk arttıkça bu hastalığın (zükam) öldürücü gücü de artıyormuş. Musibete yakalananlar kan tükürüyorlarmış (akciğer hastalığı)… 

Günlük ölüm sayısı 700’e çıkınca, veremin/vebanın ilkbahardaki yıldönümünde ölüm sayısı 100 bini bulmuş. Yazar, sayıdan emin olmadığı için yuvarlak bir rakam verdiğini belirtiyor. 

Salgın sadece İskenderiye’yi değil, Nil deltası çevresindeki yerleşim yerlerini de kırıp geçirmiş. Kuraklığın başlamasıyla birlikte ağaçlar kurumuş, meyve vermez olmuşlar. Balıkçılar haftalar boyu hareket evlerinden çıkamamışlar. Delta mıntıkasındaki ölüm oranı pek yüksek olduğundan hayat felç olmuş; mahkemeler çalışamaz hale gelmiş. Cesetlerin kimlikleri tespit edilemediğinden toplu halde camilere ve dükkânlara doldurulup bekletiliyormuş. O ana baba gününde miras ve vasiyet meseleleri birbirine karışmış. Eşkiyalar, rahatça yol kesip haraç alıyor ve yolcuları soyuyormuş.

Mısır’ın başkenti Kahire, o tarihte çevresiyle birlikte muhtemelen 500 bin kişiyi barındırıyormuş. 1348 yılında veba ortalığı kasıp kavurmaya başladığında günde en az 300 kişi can veriyormuş. İlkbahar sonuna doğru günlük kurbanların sayısı 7 bini bulmuş. Kimi kaynaklara göre bu sayı 20 bine bile çıkmış.

Tabut ve kefen kıtlığı baş göstermiş. Hal böyle olunca, ölü cesetleri teneşir tipi tahtalar üzerinde mezarlara taşınıp defnediliyormuş. Mezar kazıcılarıyla defnedicileri ceset çokluğundan toplu mezarlar kazıp toplu defin yapıyor; vaizler de toplu dua okuyorlarmış.

Ölümler; dul, öksüz ve yoksulların çoğalmasına da sebep olmuş. Sokaklar açlar ve dilencilerden geçilmiyormuş. Kahire’de toplam ölü sayısı 200 bin kişiyi bulmuş ki, başkent nüfusunun üçte veya beşte birini oluşturuyormuş. 3


İkincisi, Lenseme Seyfülislam Saad tarafından kaleme alınan kitabı “20. Yüzyılın İlk Yarısında Mısır Toplumunda Baş Gösteren Salgın Hastalıklar: 1902-1947” başlığını taşıyor.
 


Buna göre; Ortaçağda Mısır’da zuhur eden salgın hastalıkların halk arasındaki ismi “Etyopi” (muhtemelen Eski Habeşistan çıkışlı olduğu için bu ismi almış), “el Asfar” (Sarı hastalık), “Dehşet Hastalığı” imiş.

Genelde mart ile mayıs ayları arasında başlayıp iki veya üç ay sürermiş. Bu hastalıklar daha çok Nil nehrinin taşmasıyla arazinin balçık, havanın ise son derece rutubetli olmasından kaynaklanıyormuş. 

Kurbanlarının sayısı “felaket” denecek kadar çokmuş. 1625 yılında toplam 300 bin kişi ölmüş. Bir yıl sonra 330 köy ortadan kalkmış.
 

Veba kurbanları tasviri.jpg
Veba kurbanları tasviri / Görsel: YouTube


1764’te Mısır’ın toplam nüfusunun üçte biri yok olmuş. 1801 yılında salgın binlerce insanın yanı sıra işgalci Fransız askerlerinin de ölmesine yol açmış.

1822-1835 yıllarındaki veba salgını ülkeyi kırıp geçirmiş; yarım milyon insan hayatını kaybetmiş.

Başkent Kahire ile İskenderiye ahalisinin yüzde 10 ile 12’si ortadan kalkmış. Mısır, 15 yıl sonra eski haline dönebilmiş. 

Sarıhumma hastalığının halk arasındaki adı ”El Şota, El Kerira ve El Heyda” diye biliniyormuş ki, aslında koleranın türlerini tanımlamak için kullanılırmış.

19'uncu yüzyılda Hac ziyaretinden dönenler aracılığıyla Mısır’a taşınan hastalık; 1865’te halkın yüzde 6’sının canına mal olmuş.

1883’te 80-100 bin kişinin ölümüne neden olan bu hastalık, 1902’de 40 bin, 1947’de ise 10 bin kişiyi öldürmüş. 

İçişleri Bakanlığı ve devletin sağlık kurumları, veba ve benzeri hastalıklarla mücadelede sert davranıyorlarmış.

Sözgelimi 1834’te hastalıktan ölen yakınlarını bildirmeyen ailelerin üzerine kurşun yağdırılıyormuş.

Hastalığa yakalananlar “lanetli” olarak görülüp, tecrit hücrelerine kapatılmanın dışında iyice ayıplanıp kınanıyorlarmış.

Bu hücrelere gönderilenler, bir daha eve gönderilmiyor; şehrin kuytu varoşlarındaki kirli hastanelere/sağlık merkezlerine konuluyorlarmış.

Vefat edenin aile efradının üstündeki giysiler aşağılayıcı ve vahşi bir tarzda parçalanarak alınıyor, gözleri önünde ateşte yakılıyormuş.

Kimi zaman da çıkarıldıkları evlerinin anında ateşe verildiğini görüyorlarmış. Bu kötü muameleler yüzünden aileler, ölen bireylerini sır gibi saklıyorlarmış; gizlice defnediyorlarmış. 
 

20. Yüzyıl ortalarında Mısırlılar aşı sırası beklerken.jpg
20'nci yüzyıl ortalarında Mısırlılar aşı sırası beklerken / Fotoğraf: Egypt Geographic/YouTube


1942-1945 yıllarında ortalığı kaplayan malarya (sıtma) sonucunda halk kendi bildiği geleneksel şifa, daha doğrusu kocakarı yöntemlerine başvuruyorlardı.

“Halk Tıbbı” diye bilinen bu tür yöntemlere birkaç örnek verelim:

Hasta kişi, günbatımından az önce ya bir su arkı yahut soğuk bir çay/ırmak kenarına üç gün üst üste götürülüyor ki, salgın ondan uzaklaşsın.

1947’de kolera baş gösterdiğinde, kırsal alandaki insanlar iri ahşap makaslarla meydana çıkıp havayı keser gibi yapıyorlardı ki, güya salgını yayan kötü ruhları keserek salgının önüne geçmiş oluyorlardı.

Berber dükkanları ile kocakarı ilaçları satılan yerlere de rağbet büyükmüş.

Şifacı yaşlı kadın, hastanın gözünü yalayarak onu iyileştireceğini iddia ediyormuş ki, o dönemde Mısır’da gözlerini kaybedenlerin sayısı hayli yüksekmiş. 4 

 

 

Kaynakça:
1. İbrahim Reşid, İslâm Tarihini Değiştiren Veba Salgını”, Mecra sitesi, 15 Mart 2020; “Hz. Ömer’in veba salgını karşısındaki tutumu neydi?” isimli makale, fikriyat sitesi, 13 Nisan 2020; Adnan Demirci, “Amvâs Vebası nasıl başladı?”, Derin Tarih dergisi, Mart 2020. 
2. Adnan Demircan. İslam Toplumu Salgın Hastalık ve Afetlerle Nasıl Mücadele Etmişti?”, Derin Tarih Dergisi, Mart 2020.)
3. Sinan Tavukçu, “Salgın Hastalıkların Tetiklediği Dünya Tarihindeki Güç ve Düzen Değişiklikleri”, 10 Nisan 2020,  Stratejik Düşünce Enstitüsü sitesi
4. El Yom El Sabiu gazetesi, 11 Nisan 2020, الموت الأسود.. الطاعون يقتل ثلث سكان القاهرة قبل 600 عام, El Yom 
5. Independent Arabia, 5 Mayıs 2020, الأوبئة والأمراض المستوطنة تاريخ طويل من حصد الأرواح

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU