Birey olma süreci

Hüseyin Siyabend Aytemur Independent Türkçe için yazdı

Saîdê Kurdî (solda) ile Carl Gustav Jung (sağda) 

Bireyleşme süreci kişinin yaşamı boyunca yavaş yavaş gelişir ve yaşamın ikinci yarısında daha çok fark edilir duruma gelen bir süreçtir.

Her ne kadar Jung, bu süreci “hastalarında” gözlemlemişse de bu hastalıklı bir fenomen değildir.

Bütün insan olmak, kişiliğin göz ardı edilişi yönleriyle uzlaşmaya varmak demektir. Çoğunlukla, çünkü kendi benliğine ulaşana kadar yaşamayan bütün insanlarda mevcuttur.

Gerçekte bütünlüğü arayan hiç kimse zekasını bilinçdışını baskı altına alma pahasına geliştirmez ve öte yandan da aşağı yukarı bilinçdışı bir durumda yaşayamaz.

İnsan enfüs ve afaki -iç ve dış- dünyası, psikolojinin tabiriyle bilinç ve bilinçdışından herhangi bir öteki tarafından baskı altına alınır ve yaralanırsa ikisinin bir bütünlük oluşturma olanağı ortadan kalkar.

Eğer mücadele edecekse, bu en azından her iki yanın da eşit haklara sahip olduğu dürüst bir kavga olmalıdır.

Enfüs ve afaki -bilinç ve bilinçdışı- ilişkisi, çekiç ve örs ilişkisi gibidir. Benlik bu örs ve çekiç arasında kırılmaz bir bütün, bir birey durumuna gelinir. Bireyselleşme sürecinde kabaca anladığım budur.

Bütün olmayı başarmış bir insan bireydir, ama bireysel değildir.

Bireysel olmak sık sık başkalarına karşın farklı davranışlar geliştiren ya da bencil biçimde davrananlar için kullanılan “ego-merkezli” olmak demektir.

Bireyselleşme sağlanmış kişi ise, kendi özgün kişiliğinin farkında olmasıyla ve ilişkide olduğu dünyayı veya bilinçdışını kabullenişiyle tüm varlık ve canlılarla, hatta zerrelerle, maddelerle, kainatla olan kardeşliğini gerçekleştirir.

Hiçbir insan kendi başına bir bütün veya ada değildir. Her insan, kıtanın küçük bir birimi, bütünün bir bölümüdür.

Eğer toprak parçası denize sürüklense, Avrupa kıtasında, Afrika kıtasında veya Asya kıtasında bir eksilme olur.

Bu sizin arkadaşlarınızdan olan bir yıldız kaybolması veya sahip olduğunuz toprak parçası kaysa veya denize sürüklense ufak bir çıkıntıda olsa fark etmez.

Her insanın ölümü bedenden bir şey götürür. Çünkü ben insanlığa bağlıyım.

Bu nedenle okunan selanın asla kimin için olduğunu sorma.

Selalar senin için okunuyor.

Kendini fark etme, benliğin mahiyeti veya bireyselleşme süreci genellikle genç insanlar için değil, daha çok olgun kişiler ya da ciddi bir hastalık veya alışkanlık haline gelen, güvenliğe dayalı yolu terk edip, yeni bir hayat biçimi aramak gibi olağanüstü bir denemenin zorlandığı insanlar için, bir amaç ya da ideal olmaktadır.

Yaşamın aşamaları arasındaki farklılıkların ortaya konulmasının çok önemli olduğunu düşünmeliyiz.

Bu farklılıklara dikkat çeken beş vakit namazdır.

-Şaşırmış olabilirsiniz- şöyle ki;

Her namaz vaktinin dört ayrı boyutu var: 

  1. İçinde bulunduğunuz güne.
  2. Seneye, yani bir yıl içindeki döneme bakan boyutu.
  3. İnsana bakan boyutu.
  4. Kainatın yaratılış dönemine bakan boyutu. (Saîdê Kurdî: Dokuzuncu Söz)

Bu bireyselleşme ve külliyet kesb etme sürecinde öncelikli olarak insanın kendi mahiyetini varlığını, niteliğine dikkat çekilmektedir ki, insan, kainatın küçük bir numunesi olarak detaylı tanımlamak mümkündür.

Yani insan Allah’ın bütün esmasına mazhar olmuş bir mucize-i harikadır.

Adeta -teşbihte hata olmasın-  binlerce bobin yani ip makarası düşünün, hepsi ayrı ayrı bir merkeze doğru uzanıyor; sonra merkezde birleşip harika bir elbise olarak dokunuyor.

Aynen öyle de insan Cenab-ı Hakk’ın bin bir ismine mazhar olan bir ahsen- takvim suretinde yaratışmış bir mükemmelliğe ve külliye sahip.

Yani kolektif bir bilince ve mahiyete sahiptir.

İnsan mahiyet itibariyle her şeyle ilişkili olduğu gibi acizliği ve muhtaçlığı da en derin olan bir mahiyete sahiptir.


İkinci noktada da bu insanın ibadet ile ilişkisinde namaz ise, bütün ibadetlerin küçük bir misalidir.

Yani Allah’ın emrettiği bütün manalar, namaz içinde saklıdır.

Yani namaz, bir çekirdek gibidir. Büyütülürse bütün ibadetlerin fihristsi ve anlamı, namazda mevcuttur.

Çünkü namaz, dua anlamına geldiği gibi, insanın sırt kemiği, omuriliği manasına da gelir.

İnsanın beli de sırt kemiğinde... Namaz, insanın dengesini sağlayan ve insanın yükselmesine dik durmasına dayanak ve kuvvet sağlıyor. İnsan o kemikten kuvvet alarak hareket ediyor. 


Üçüncü nokta da namazda okunan Fatiha ise, Kur’an ın küçük bir numunesidir.

Yani Kur’an da temel esas prensipler itibariyle Fatiha içinde vardır. Fatiha’yı tefsir edenlerin eserlerinde bunu görmek mümkündür. 


Dördüncü nokta ise zamandır. Bir günlük beş vakit namaz, bütün zamanları içinde barındıran bir niteliğe sahiptir.

İnsan; zayıf, kusurlu, aciz, fakir, musibete hastalıkla maruz, arzuları alemin her tarafına dağılmış, bir çiçeği arzu ettiği gibi, bir bahçeyi de arzu eder, bir bahçeyi arzu ettiği gibi bir baharı da arzu eder, bir baharı arzu ettiği gibi cenneti de arzu eder. 

İnsan mahiyet itibariyle geçmiş ve gelecek arasında sıkışmış, endişeleri, korkuları her tarafı sarmış.

Ölüm her an yanı başında belirebiliyor.

Muhatap olduğu, en basit olarak yediği nimetler ile olan ilişkisinde; ya insanın ömrü kısa ya da nimetin ömrü kısa, insan bu yatışmaz yapısıyla dünyadan hiçbir şekilde tatmin olmuyor, olmamış, olamaz da.

Böyle bir insan varlığını anlamlı ve devamlı kılmak için bir çare tarih boyunca aramıştır.

Okuduğumuz bütün bilimler bu arayışın bir sonucudur.

İnsan, öyle ki adeta bir gülün üzerindeki uçan, ama ne giden ne konan bir kelebek gibi oluyor.

Bu noktada ne gibi bir hal içinde oluyoruz?

Korkuyla karışık bir lezzet, lezzetle karışık bir korku; hem hoşlanırsınız, hem de korkarsınız.

Hırsızca bir bakış.

Gözümüzün anlayacağı şekilde, bakışımız, uyuyan bir aslanın anlının üzerine konan ve göz kapakları üzerinde eğlenceyle pençe atan, ama aslan uyanmasın veya hissetmesin diye korkuyla, ihtiyatla ve yavaşça hareket eden, sürekli, şevk ve heyecanla aheste ve kaçacak vaziyette oynayan bir kuş gibidir.

Ya da çayın soğumasına izin vermeyen, çaydanlık veya semaverin fincana dökülen kaynayan suyunu öyle sıcak sıcak içmek isteyen sabırsız bir çocuğun dudakları gibi.

Bir taraftan daima insanı iç kurtuluşuna, insani varoluşsal mana ve gelişimin kemaline götüren, şefkat ve ruhtan bahseden ve insanların içinde, Allah’ın isim ve sıfatlarının ışığını, nurunu parlak tutmaya çalışan, bu büyük hakikatler olan “zaman, namaz, Fatiha var oluşun mahiyetini, insanın anlam arayışını, içinde bulunduğu varlığın ehadiyetin ahenkli ve anlamlı bağlılık bahşeden, adalet, hürriyet ve eşitlik misyonuna sahip kılmaktadır.


İşte yaşamın aşamaları arasındaki farklıkları bir ömür içinde değil, bir gün içinde bir ömrü barındırdığını fark etmemiz, gelecek bir sonraki gün’ü anlamamızı değerlendirmemizi sağlayacaktır.

Saîdê Kurdî; 

Bir gün içindeki aşamalar arasındaki farklılıkların ortaya konması,  yaşamın ilk devresi sabahtan öğleye kadar olan güneşin ufuktan doğup yavaş yavaş en yüksek noktaya doğru tırmandığı öğlenin hemen bitişinin akabinde öğlen namazının devreye girmesi, yaşamımızın aşaması olan gençliğin bitişe doğru evrildiğimizi gösterir. 

Saîdê Kurdî ile Jung, bu aşamayı iki küçük fark ile anlamlandırırlar. 

Jung; güneşin en yüksek noktaya doğru tırmandığı öğlen öncesi olarak tanımlarken, Saîdê Kurdî, güneşin ikindi meyli ile tanımlar. 

Saîdê Kurdî, bu konuda daha isabetlidir. Zira öğlen namazını; insanın gençlik devresinin bitmesi, sabahtan öğlene kadar çalışan bir insanın çalışma nedeniyle varoluşunun anlamından gaflete düşmesi anında gafletten uyandıran bir aşama olduğunu, sene itibariyle öğlen namazı yaz mevsimi aşamasına benzetmesi, zaman itibariyle olan aşamasını; insanın ilk yaratılış aşaması olarak manalandırırken, bir gün içindeki aşamaları, insanın, zamanın, kainatın, geçmiş ve geleceğin fihristesi olarak anlamlandırmaktadır. 

Bu değerlendirme Allah’ın “ehadiyet” ve “ferdiyet” isimlerinin tecellisinin eserleri olarak geniş bir perspektifte izah etmektedir.


Olgudan kopuş

Bir gün içindeki yaşamın aşamaları arasındaki farklılıklar o kadar önemlidir ki; yaşamın sabah için uygun olanı öğlen için uygun değildir. 

Genç bir insan kendisine dünyada bir yer edinmek, uygun eş bulmak ve bir aile kurmak gereksimi duyar.

Genç bir kadın ise evlenme, çocuk sahibi olma ve bulunduğu yerin toplumsal gereklerini yerine getirme gereksimi içindedir. 

Her ikisi de kişiliklerinin bu yönü üzerinde yoğunlaşması gerekmektedir.

Erkek için zekasını ya da özel yeteneğini geliştirmek, kadın içinse dünyada kendisinden bir iz kalmasını sağlayacak özel bir yeteneklerinin ve niteliklerinin feda edilmesi zorunlu olmaktadır!

Her ikisi de yararlılık, verimlilik ve toplumsal uyum istenir ve enerjilerini bu yöne aktarılır olmalıdır.

Toplumumuz bilimsel bilgi, teknik beceri ile güç ve kudret üzerine kurulmuştur.

Bunu elde etmek için insanlar kaçınılmaz olarak tek yönlü gelişmeye zorlanır. Bilince bağlı akıllarını geliştirirler ve his, sezgici gibi latifelerini özlerini bastırırlar. 

Ne yazık ki kadınlardan da genellikle bu yolu izlenmeleri beklenir. Ve her iki cinsiyet de bilincin gelişmesi için ağır bir fatura ödemek zorunda kalır. 

İşte o fatura, şuan evrensel bir krize dönüşen hastalık bir mürşit, irşat edici olarak bize fark ettirir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU