Moskova’nın Barış Pınarı Harekâtı’na dair tezleri ve Soçi zirvesi

Dr. Mehmet Perinçek Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Recep Tayyip Erdoğan’la Vladimir Putin, 27 Ağustos tarihinde Moskova’da havacılık fuarında buluşmuşlardı.

Görüşmenin basına esas olarak askerî teknoloji alanındaki işbirliğiyle ilgili kısımları yansıdı.

Oysa İdlib meselesinin oldukça hararetli olduğu bir dönemdi. Görüşmelerde İdlib ve Fırat’ın doğusu birlikte ele alındı.

İlkesel olarak bir mutabakata varıldı. (Bu ziyareti “Erdoğan-Putin buluşmasının şifreleri ve Ankara’daki üçlü zirve” başlıklı yazımızda ele almıştık.)

Bu görüşmenin ardından Erdoğan, Fırat’ın doğusu konusunda ABD’ye 2-3 haftalık bir süre vermiş, gereği yerine getirilmediği takdirde Türkiye’nin harekete geçeceğini belirtmişti.

Verilen bu süre tam da 16 Eylül’de Ankara’da gerçekleşen Astana üçlüsünün zirvesinde son buluyordu.

Moskova’da varılan mutabakatın ayrıntıları, Ankara’da karara bağlandı: İdlib ve Fırat’ın doğusu terörist unsurlardan temizlenecekti.


İdlib’in tahliyesi ve Fırat’ın doğusuna destek

İdlib’de Türkiye üzerine düşen görevi yerine getirmeye başlamıştı.

Bölgedeki silahlı unsurlar Mersin Limanı'ndan gemilerle Sarac’a destek olmak üzere Libya’ya gönderildi.

İdlib, tahliye ediliyordu.

Türkiye’nin İdlib konusunda sözünü tutması, Rusya’nın Barış Pınarı harekâtına yeşil ışık yakmasına neden oldu.

Belki tezahüratla karşılanmayacaktı, hatta kamuoyuna yönelik insanî konularda Moskova bazı çıkışlar da yapabilirdi, ama harekât Rusya’nın desteğini aldı.

Harekâtın başlamasından neredeyse 15 dakika önce Erdoğan-Putin arasında bir telefon görüşmesi de gerçekleşti.


ABD askerî varlığının ve 'kanton projesi'nin sonu

Harekât, daha devam etmekle birlikte ilk elde edilen sonuçları itibariyle Rusya’yı kara kara düşündüren bir sorunu çözmeye başlamıştı.

Moskova açısından Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak için terör örgütleriyle mücadele etmekte sorun yoktu.

Peki, ABD üsleri ve birlikleri bölgeden nasıl çıkarılacaktı?

Rusya, ABD’yle savaşmak zorunda kalabilir miydi?

Doğal olarak Moskova, böyle bir çatışmadan kaçınıyordu. 


Sorunu, Türk Ordusu çözdü.

Barış Pınarı Harekâtı, ABD’nin bölgeden çekilme sürecini hızlandırdı.

PYD, Şam ve Moskova’ya teslim oldu.

Suriye ve Rus birlikleri, tek kurşun atmadan PYD kontrolündeki şehirlere girdi, ABD’nin alelacele terk ettiği üslere yerleşti.

ABD’nin zaten Pentagon raporlarına da yansıdığı üzere başarısız gördüğü “kanton projesi” çöktü.

Hâlihazırdaki bu koşullarda dahi “Kürt koridoru” projesinin yerle bir olduğunu herkes kabul ediyor.

Projenin sahipleri de uygulayıcıları da bunu dile getiriyorlar.


Anlaşma değil, teslim alma

Rus resmî belgelerinde de Ayn el-Arab bölgesindeki ABD güdümlü yapı, “kendiliğinden özerklik ilan eden” şeklinde nitelendiriliyor.

Moskova ve Şam, bu yapıyı tanımıyor ve bundan sonra da tanınmayacağını kesin bir şekilde ifade ediyor. 

Moskova ve Şam’ın bu konuda SDG’ye sunduğu koşullar şu şekilde özetlenebilir:

Kürt birlikleri silah bırakmalı ve teslim olmalı.

Bazı unsurları, Suriye ordusuna entegre edilebilir.

Bölge, tamamen Şam'ın kontrolüne girmeli; SDG, birleşik Suriye'yi kayıtsız şartsız kabul etmeli.


Diğer taraftan Rus askerî uzmanlarının PYD/PKK-IŞİD işbirliğini de tespit ettiklerini ekleyelim.

Batı basınının ve PKK/PYD’nin “Barış Pınarı Harekâtı IŞİD’lileri özgürleştirecek” şeklindeki propagandası da Rusya nezdinde başarısızlığa uğramış durumda.

Hatta Moskova’da bu türden propagandalar, SDG’nin “IŞİD şantajı” olarak nitelendiriliyor, SDG saflarında çok sayıda eski IŞİD’linin savaştığı biliniyor.


Kışkırtmalara dikkat!

ABD’nin artık yapabileceği tek bir şey kaldı.

O da aradan çekilip Rusya-Suriye ve Türkiye birlikleri arasında bir çatışma yaratmak.

Hatta iki tarafla da aynı noktalar üzerinde anlaşarak, aralarında bir çıkar çatışmasına yol açmak.

Bunun fitilini de kışkırtmalar yoluyla ateşlemek.

Türkiye ve Rusya arasında genel planda bir mutabakat sağlanmıştı, ama ne de olsa sahada ayrıntılarda sorunlar çıkabiliyordu.

ABD, bu zemini lehine kullanmak isteyecektir.

Dolayısıyla şu an içinde bulunduğumuz süreçte bu türden provokasyonlara karşı önlem almak büyük önem taşıyor.


Ayrıca Türk-Rus işbirliğini istemeyenlerin sadece ABD ve PYD/PKK güçleri olmadığını da belirtmek gerekir.

Rusya devlet yapısı içinde Putin’e sadık gözüken ama Moskova’yı olabildiği kadar Batı’ya çekmeye çalışan bir güç olduğunun ve bu gücün de Türk-Rus dostluğundan pek de haz etmediğinin altını çizelim.

Aynı şekilde Türkiye’de de Amerikancı güçlerin ikili ilişkileri bozmaya çalıştığını belirtmeye gerek yok sanırım.


Ankara-Şam temasları

Bu türden provokasyonların önlenmesi ve Barış Pınarı Harekâtı’nın tam hedefe ulaşması ise Ankara’nın Şam’la dolaysız görüşmesinden geçiyor.

Üst düzeydeki Rus yetkililer, kamuoyu önünde birkaç kez “gerçek zamanlı ve sürekli” temasların savunma ve dışişleri bakanlıkları ve istihbarat örgütleri üzerinden başladığını açıkladılar.

Özellikle Putin’in Ortadoğu ve Afrika Özel Temsilcisi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Bogdanov’un iki ülke arasında “uluslararası hukukun ilke ve normlarına uygun bir şekilde bazı yaklaşımlar geliştirmek üzere” görüşmeler yapıldığına dair sözleri önem taşıyor.


Soçi’de Erdoğan’ı ne bekliyor?

İşte tam böyle bir ortamda Ankara ve Washington arasında bir mutabakata varıldı ve Türkiye, ABD’ye beş günlük süre tanıdı.

Bu sürenin dolduğu tarihte ise Erdoğan’la Putin, Soçi’de buluşacaklar.

Bu kritik görüşme öncesinde Rus tarafı, konuya dair tezlerini ve Türkiye’ye önerilerini hazırlıyor.


Moskova’da bilgi edindiğimiz kaynaklar, 17 Ekim 2019 tarihiyle bu tezleri şu şekilde özetlediler.

İfadelerin tamamen Rus tarafına ait olduğu öneri ve tezlerin bir kısmı Suriye’deki gelişmelerle doğrudan bağlantılıyken, bir kısmı da daha geniş bir perspektif içeriyor:

1. Rusya’nın ana hedefi ABD ve Fransa’yı Suriye topraklarından çıkarmaktır.

Tam da bu nedenle Rusya, Türkiye’nin harekâtına karşı çıkmamakta ve Esad’ı uyumlu hale getirmeye çalışmaktadır.

Moskova için Suriye meselesinin çözümü, ancak Suriye topraklarından Batı ordularının arındırılmasıyla mümkündür.

Türkiye, bu çerçevede bu amacın gerçekleşmesine yardım eden dost kuvvet olarak değerlendirilmektedir.

ABD, Fransa ve İsrail, Kürtleri (bunlara Kürt teröristler de dâhildir) destekledi, bu nedenle Türkiye’nin Rojava’ya harekâtı, Batı güçlerinin çıkartılmasını sağlayan önemli ve olumlu bir şey olarak görülmektedir.

Ancak Batı [güçlerinin] çıkartılmasından sonra mültecilerin [ülkelerine] geri dönüşünü de kapsayan barışın sağlanmasındaki bir sonraki aşamaya geçilebilir.

Bu, Türkiye için de önemlidir.

 

2. Türkiye’nin Rojava’ya harekâtının kabul edilmesi, İdlib’deki sorunun çözümüyle bağlantılıdır.

Ankara’nın kontrolündeki muhalif güçler, oyun dışına çıkarılmalıdır.

En saldırganları Libya’ya gönderilebilir, ılımlılarına af uygulanacaktır.

Rojava harekâtı Erdoğan’a bunu yapma imkânı vermektedir ve bu durumda [muhalif güçler nezdinde] Erdoğan bir itibar kaybına da uğramayacak, öyle ki Rojava’daki başarılı harekât onun konumunu güçlendirecektir.

 

3. Türkiye, Rusya, İran ve Suriye (Irak’ın da katılımıyla), Kürtleri terörist (Batıcı) ve sadık gruplar şeklinde ikiye bölerek Kürt meselesi konusunda ortak bir plan geliştirebilir.

Rusya, aşırıcı ve yurtseverler arasındaki karşıtlığı iç çatışmaya çevirerek Çeçen krizinin üstesinden gelmiştir.

Kürtler için de benzer bir senaryo gereklidir.

 

4.  Rusya, Türkiye’nin NATO’dan uzaklaşmasını (ayrılmaya kadar) memnuniyetle karşılayacaktır ve askerî siyaset alanında daha sıkı bir ortaklığa hazırdır.

 

5. Rusya, ABD tarafından yaptırımlar uygulanması durumunda Türkiye’ye ekonomik desteğini artırmaya hazırdır

 

6. Rusya, Rojava’daki belirli bir sınır şeridi üzerinde Türkiye’nin kontrolüne karşı çıkmayacaktır.

Daha da ötesinde, Rusya ve Esad hükümeti, Suriye’nin kuzeyinde Türk çıkarlarının korunmasının ve Kürt terör örgütlerine karşı konulmasının yükümlülüğünü üzerlerine almaya hazırdır.

 

7. Rusya, Ankara’nın istek ve çıkarlarını gözeterek Suriye’nin geleceğine dair projeleri Türkiye’yle konuşmaya hazırdır.

Suriye’nin toprak bütünlüğünün korumasının kabulü ve herhangi bir terörist grubun desteklenmesinin reddedilmesi bunun şatlarıdır. 

 

8. Moskova, tüm kuzeydoğu Suriye bölgesi (Fırat’ın doğu yakası) üzerinde kontrol sağlanması ve Batı’nın desteğiyle meydana gelen Kürt idari yapısının (ki terörizme dolaylı ve bazen de doğrudan bu yol açmaktadır) dağıtılması perspektifine sahiptir.

 

9. Moskova, bölgenin istikrara kavuşmasında yaşamsal çıkarlara sahiptir. ABD ordularının varlığından arındırılacak bir sonraki en önemli ülke Irak’tır. Bu meselede de Rusya, Türkiye’yle yakın işbirliğine hazırdır (aynı şekilde İran’la da).

 

10. Libya’da, Ankara’nın esas olarak Sarac’ı, Rusya’nın da Haftar’ı desteklemesine rağmen, anlaşmaya varılabilir.


[10. maddede yer almamakla birlikte İdlib’deki saldırgan grupların Erdoğan hükümeti tarafından Libya’ya Sarac’ın yanında savaşmaya gönderilmesi Moskova’da ehveni şer olarak değerlendirilmektedir.

Yani İdlib’de bulunmalarındansa Libya’da olmaları tercih edilmektedir.

Ancak Rusya’nın bir özel güvenlik şirketinin Haftar’ın saflarında savaşmak üzere Libya’ya gönderildiğini ve Moskova’nın bu anlamda Libya’da Türkiye’yle karşı karşıya gelmek istemediğini, bu sebeple Ankara’yla ortak bir dil arayışı içinde olduğunu da not düşmek gerekir.

Ayrıca yakın bir zaman önce kaleme aldığımız “Kuzey Afrika’da Türk-Rus işbirliğinin zemini: Moskova’nın Libya’da Ankara’dan beklentisi” başlıklı yazımız da buna ek olarak okunabilir.]
 

11. Temel hedefi gözetildiği takdirde Moskova’nın Ortadoğu’daki politikası, basit ve nettir: ABD ve AB’nin bölgeden çıkarılması.

Bu temelde hareket eden herkes, Rusya’nın müttefiki olarak değerlendirilmektedir.

İdeolojik bir platformun ve sömürge hevesinin olmaması, Rusya'yı tüm Ortadoğu bölgesinde uydu değil, dost aramaya zorlamaktadır.

Bu, Türkiye ve bölgenin diğer ülkeleri için Rusya’yla dostluk yoluyla egemenliklerini ve bağımsızlıklarını pekiştirmek adına tarihi bir şanstır.

 

12. Bölgede dikkatler yavaş yavaş Batı’nın bölgedeki son ileri karakollarına kayacaktır.

Eğer Türkiye, Rusya’nın stratejik desteğiyle Arap ülkelerine, Kürtlere dair politikalarını diğer bölge merkezleriyle mutabık kılarsa, bu sorunda herkesi tatmin edecek bir yol haritası geliştirilebilir.

Önemli olan buna Batı’yı dâhil etmemektir, çünkü her yapıcı inisiyatif [o durumda] suya düşecek ve sabote edilecektir.

Rusya’nın stratejisi, Ortadoğu ülke ve halklarına egemenlik ve jeopolitik bağımsızlıklarını geri kazandırmaya dayanmaktadır.


Moskova’nın gözüyle Rusya’nın Türkiye’yle kısa ve uzun vadeli işbirliği zemini oluşturan bu tezlerin bir kısmı Soçi’de doğrudan gündeme gelecekken, bir kısmı da Türkiye’ye yönelik önerilerin arka planını/çıkış noktasını oluşturacaktır.


Tarihi benzerlik

Aslına bakıldığında Türkiye’yle Rusya arasında Suriye’de cereyan eden bu süreç, Kurtuluş Savaşı döneminde de yaşanmıştı.

Doğu Cephesi’nde Kızıl Ordu kuzeyden, Türk Ordusu güneyden koordinasyon halinde ve hatta ortak harekâtlarla İngiliz güdümündeki Taşnak Ermenistanı’nı tabiri caizse preslemişlerdi.

Türkler yaklaşınca Taşnaklar, Bolşevik kuvvetlerine teslim olmuştu.

İngilizler Taşnakları terk edince tek yol Kızıl Ordunun Erivan’a girişine razı olmaktı. 

Ermenistan’da Sovyet iktidarı kurulunca İngiliz Taşnak projesi de çökmüştü.

Ama Taşnaklar, teslim olarak aradan çekilip Türk ve Kızıl Ordularını çatıştırmak da istemişlerdi.

Hatta Sovyet iktidarının ilk aylarında yeni devlet sisteminin içinde yer alarak Türkiye ve Sovyet Rusya arasında silahlı çatışmayı körükleyecek girişimlerde de bulunmuşlardı. 

Sadece dışarıdan İngiliz-Taşnak oyunlarıyla değil, Türk-Rus işbirliği, içeriden de sabote edilmeye çalışılmıştı.

Sovyet tarafında görece daha Batıcı olanlar, hala Avrupa’dan devrim bekleyenler, Türkiye’nin Taşnaklar üzerine harekâtını engellemeye çabalamış ve hatta Taşnaklarla uzlaşma da aramıştı.

Ancak iç tartışmalarında üstün gelen taraf, “Şark Meselesi”ni doğru kavrayan ve Türk harekâtını destekleyenler oldu.


Türkiye tarafında ise Batı’yla uzlaşmadan yana olanlar da vardı.

Hatta İngiltere ve Fransa’nın uzattığı, Sovyet Rusya’ya karşı Ankara’nın kontrolünde bir “Güney Kafkasya Projesi” havucunu yutanlar da.

Ankara’nın bilgisi haricinde Türk hükümet temsilcilerinden bazıları, bu temelde Batılılarla gizli anlaşmalar da imzalamışlardı.

Londra’daki görüşmeler sırasında Türk temsilcilerin Sovyet karşıtı beyanları kaydedilip İngilizler tarafından Ruslara da sızdırılmış, Türk-Rus ilişkileri dinamitlenmek istenmişti. 

Ancak Ankara ve Moskova, sağduyulu bir tavır sergileyerek bütün tuzaklara gelmemiş, hem Sovyet Rusya’da hem Türkiye’de bozguncu bu isimler oyunun dışına çıkartılmıştı.

Bunlarla birlikte Türk Ordusu'nun Ermenistan harekâtı öncesinde ve sırasında dünya kamuoyuna İngiliz işbirlikçisi Taşnakların “sosyalist, ilerici” olarak yutturulmaya ve harekâtın bir katliam gibi gösterilmeye çalışıldığını da belirtelim.

Güney Kafkasya’daki Türk-Sovyet askerî işbirliği, bugünden hiç de az olmayan anlaşmazlıklardan, çatışma risklerinden geçti.

Ancak sonuç olarak Ankara ve Moskova, birçok git-gele rağmen karşılıklı işbirliğine sadık kalmışlar, inisiyatifi emperyalist güçlere bırakmayıp ellerine alarak bölgeye barış, huzur ve istikrar getirmişlerdi.


Herkes memnun olacak

Şimdi Astana süreciyle birlikte bunun Ortadoğu’da hayat bulması imkânı yaratılmıştır.

İşbirliği esas alındığı ve yapıcı, kararlı ve tutarlı tavırlar sergilendiği takdirde detaylardaki çatışma noktaları giderilecek ve iki ülke Ortadoğu’nun özlemini çektiği barışın bölgede hâkim kılınmasında öncü bir rol oynayacaktır.

Ve bu herkesin çıkarınadır: 

Türkiye, terör belasından ve Atlantik ötesi kaynaklı tehditlerden kurtulacak, milli güvenliğini sağlayacak. 

Suriye, toprak bütünlüğünü yeniden tesis edecek. 

Rusya, ABD askerî varlığını bölgeden çıkartarak Washington’un kendisini kuşatma projesine önemli bir darbe vuracak.

Ortadoğu, huzur ve barış yolunda önemli bir yol kat etmiş olacak.


Bu anlamda Trump’ı da unutmamak gerek.

Artık sadece dünya değil, ABD de çok kutuplu hale geldi.

Başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte Trump’ın seçim öncesinde sunduğu programı dâhilinde yapmak istediği şeyler var.

Bir de Amerikan devleti içindeki yarılmadan ve güç dengelerinden kaynaklı yapmak zorunda kaldığı.

Ve bunlar arasında 180 derecelik zıtlık söz konusu.

Diğer ABD değil ama Trump ABD’si de bu vesileyle Ortadoğu’dan sıvışma imkânına kavuşacaktır.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU