Bir önceki yazımızda, Donald Trump'ın 1987 tarihli Anlaşma Sanatı (The Art of the Deal) kitabında ortaya koyduğu 14 temel ilkeyi incelemiş ve bu ilkelerin sadece iş dünyasında değil, devlet yönetiminde de nasıl karşılık bulduğunu analiz etmiştik.
Özellikle "büyük düşün", "seçenekleri en üst düzeye çıkar", "pazarlık gücünü kullan" ve "tanıtımı yönet" gibi prensiplerin, Trump'ın başkanlığı boyunca hem iç hem de dış politikada tekrar eden davranış kalıplarına dönüştüğünü gözlemlemiştik.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu yazıda ise, söz konusu ilkelerin somut örneklerini güncel krizler üzerinden değerlendirmeye devam ediyoruz.
Trump'ın 2025 Haziran'ında İran-İsrail gerilimi karşısında yaptığı "2 hafta bekleyeceğim" açıklaması, aslında sadece diplomatik bir taktik değil; "Anlaşma Sanatı" kitabındaki temel stratejik anlayışın canlı bir yansımasıdır.
Aynı ilkelerin, Ukrayna-Rusya savaşı sürecindeki tutumlarına nasıl yön verdiğini de hatırlayarak, şimdi bu ilkelerin Ortadoğu'daki yeni kriz üzerindeki etkilerine daha yakından bakalım.
"Seçenekleri en üst düzeye çıkarmak": Bilinmezliğin stratejisi
Trump'ın "Ne yapacağımı kimse bilmiyor" şeklindeki meşhur sözü, "Seçenekleri En Üst Düzeye Çıkarmak" ilkesinin temelini oluşturuyor.
Bu, tek bir anlaşmaya ya da tek bir yaklaşıma sıkı sıkıya bağlı kalmadan, esnekliği sürdürmek ve birden fazla olasılığı açık tutmak anlamına geliyor.
İsrail-İran krizinde ilan edilen iki haftalık bekleme süresi de tam olarak bunu yansıtıyor.
Bu gecikme, askeri yeniden konumlandırmaya izin verirken, İsrail'e İran'ın nükleer yeteneklerini zayıflatması için ek zaman tanıyor.
Aynı zamanda, Trump'ın kamuoyu önünde "koşulsuz teslimiyet" talep etmesine rağmen potansiyel müzakereler için bir pencere sunuyor.
Bu taktik, Ukrayna-Rusya çatışmasında da gözlemlenmişti.
Trump, "yeni bölgesel gerçeklikleri" (yani Rus kazanımlarını) içeren barış şartlarını değerlendirmeye ve hatta Ukraynalı ve Avrupalı diplomatları dışlayarak Putin ile doğrudan görüşmeler yapmaya istekli görünüyordu.
Bu, onun tek bir sonuca bağlı kalmadan, farklı senaryoları keşfetme arzusunu ortaya koyuyordu.
Ancak eleştirmenler, bu esnekliğin toprak bütünlüğü gibi uluslararası normları zayıflatma ve gelecekteki çatışmalar için tehlikeli emsaller oluşturma riski taşıdığını belirtiyor.
"Pazarlık gücün olsun": Gücün sert Yüzü
Ortadoğu'da Trump'ın "Pazarlık Gücün Olsun" ilkesi, askeri müdahale tehdidi ve İran'dan "koşulsuz teslimiyet" talebiyle açıkça görülüyor.
Bu, zayıf görünmeleri durumunda "diğer tarafın kan kokusu almasını" engellemek için ezici bir güç konumu yaratmayı amaçlıyor.
2 haftalık gecikme de ABD güçlerini yeniden konumlandırırken ve İsrail'in saldırılarını sürdürmesine izin verirken bir kaldıraç görevi görüyor.
Ukrayna'da da benzer bir kaldıraç kullanımı gözlemlendi.
Trump yönetimi, Ukrayna'ya askeri ve istihbarat yardımını bir pazarlık kozu olarak kullandı.
Yardımı durdurup, Ukrayna'nın mineral anlaşmasını kabul etmesi üzerine yeniden başlatması, işlemsel bir yaklaşımın net bir göstergesiydi.
Bu mineral anlaşması, ABD'nin Ukrayna'nın geniş doğal kaynaklarındaki ekonomik çıkarlarını güvence altına alıyordu.
Rusya ile bir "sıfırlama" arayışı da Ukrayna üzerinde baskı oluşturan başka bir kaldıraç biçimiydi.
"Duyurmak": Anlatıyı kontrol etme sanatı
Trump'ın "Ne yapacağımı kimse bilmiyor" açıklaması, "Duyurmak" ilkesinin çarpıcı bir örneği.
Bu, İran için belirsizlik yaratırken, bir sonraki hamlelerini tahmin etmelerini engelliyor.
Tahran'ın "derhal tahliye edilmesi" çağrısı gibi sosyal medya paylaşımları da medyanın sansasyonel hikayelere olan açlığını kullanarak yaygın dikkat ve baskı yaratmaya hizmet ediyor.
Bu, onun "doğru abartı" kavramıyla tam bir uyum içinde.
Ukrayna bağlamında da Trump, sosyal medyayı ve kamuoyu açıklamalarını kullanarak anlatıyı şekillendirdi.
Hem Rusya'yı hem de Ukrayna'yı anlaşmaya varamadıkları için eleştirdi ve Ukrayna için savaşın sonucu hakkındaki beklentileri düşürdü.
G7 zirvesinden Ortadoğu'daki gelişmeleri gerekçe göstererek erken ayrılması da Ukrayna hakkında ortak bir bildiriye olan ilgisizliğini ve önceliklerini kamuoyuna açıkça göstermişti.
"Karşı koymak": Agresif bir duruş
İran'a karşı "askeri olarak müdahale etmeleri durumunda telafisi mümkün olmayan hasar" uyarısı ve ABD hedeflerine saldırılması durumunda "ABD Silahlı Kuvvetleri'nin tam gücü ve kudreti" tehdidi ile ABD askeri varlıklarının yeniden konumlandırılması, Trump'ın "Karşı Koymak" ilkesini doğrudan sergiliyor.
Bu, İran'ın misillemesine karşı somut bir hazırlık. İsrail'in "İran'ın nükleer programının başını kesme" çabalarını dolaylı olarak desteklemesi de düşmanı zayıflatmanın bir yolu olarak görülüyor.
Ukrayna'da "Karşı Koymak" ilkesi, doğrudan askeri çatışmadan ziyade, algılanan "bedavacılara" karşı çıkmak ve tavizler talep etmekle ilgiliydi.
Trump, ABD'yi savaşta "çok fazla" harcama yapmakla eleştirmiş ve Avrupalılardan "kendi güvenliklerini, Ukrayna'nınkini de finanse etmelerini" istemişti.
Sonuç: Bekleyişin bedeli ve güç dengesinin kırılganlığı
Donald Trump'ın Anlaşma Sanatı kitabında ortaya koyduğu müzakere ilkeleri, iş dünyasında sonuç alıcı bir strateji olarak öne çıkmıştı.
Ancak bu ilkelerin uluslararası kriz alanlarına yansıması, daha karmaşık sonuçlara yol açmaktadır.
İsrail-İran çatışmasında gözlemlenen son gelişmeler, Trump'ın stratejisinin hem kısa vadeli etkilerini hem de uzun vadeli sınırlarını gözler önüne seriyor.
Trump'ın "2 hafta bekleme" kararı, bazı açılardan stratejik sabır ya da diplomatik manevra alanı yaratma çabası olarak yorumlanabilir.
Ancak bu bekleyişin ardında yatan bir diğer olasılık da ABD'nin kendi askeri müdahalesine hazırlık sürecini tamamlamak için zamana ihtiyaç duymasıdır.
Özellikle Fordo gibi derinlemesine korunan nükleer hedeflere yönelik etkili bir saldırı için gelişmiş mühimmat ve özel kuvvet konuşlandırması gerekebileceği değerlendirildiğinde, bu süre bir belirsizlik taktiğinden ziyade bir hazırlık penceresi olarak da okunabilir.
İsrail açısından bu gecikme, stratejik baskının artması anlamına geliyor.
Hava savunma sistemleri üzerindeki yük, ekonomik hayatın askıya alınması ve artan kamuoyu baskısı, Tel Aviv yönetimini daha hızlı ve tek taraflı kararlar almaya itebilir.
Ancak Amerikan desteği gelmeden Fordo'ya yönelik bağımsız bir saldırının başarıya ulaşma ihtimali sınırlı olarak değerlendiriliyor.
Öte yandan İran, bu süreyi bir yandan askeri hazırlıklarını artırmak, diğer yandan diplomatik zemini güçlendirmek için kullanıyor.
Ancak her geçen gün gerek vekil güçlerin kontrolsüz eylemleri gerekse erken misilleme ihtimaliyle, bölgedeki gerilimin tırmanma riski de artıyor.
Tahran için bu süreç, stratejik bir fırsat olduğu kadar kırılgan bir sabır testi de.
Trump'ın Anlaşma Sanatı ilkelerinden olan "seçenekleri açık tutmak", "kaldıraç kullanmak" ve "pazarlığı yönlendirmek" yaklaşımları, bu kriz anında sahada aktif bir şekilde test ediliyor.
Ancak bu stratejilerin devletlerarası çatışma ortamında, özellikle de nükleer kapasiteye sahip bir ülke söz konusu olduğunda, son derece dikkatli ve sınırlı biçimde kullanılması gerektiği de açık.
Sonuç olarak, Trump'ın iki haftalık bekleyişi yalnızca diplomatik bir oyun değil; askeri, siyasi ve stratejik pek çok parametrenin iç içe geçtiği çok boyutlu bir manevra olarak değerlendirilmeli.
Bu sürecin sonunda verilecek karar, yalnızca Fordo gibi bir tesisin değil; bölgesel denge, küresel güç ilişkileri ve ABD'nin müttefikleriyle olan güven ilişkisi üzerinde kalıcı etkiler yaratabilir.
"2 haftalık sır", sadece Trump'ın değil, çatışmanın tüm aktörlerinin test edildiği bir eşik olabilir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish