Dünyadaki güç mücadelesini anlayabilmek için coğrafya bilgisi şarttır

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: GeoJango Maps/Unsplash

Liderlerin kararlarını anlamak için haritalara bakmak şart. Çünkü dünyadaki güç mücadelesi, fikirlerden önce dağlarda, boğazlarda ve buzulların çözülmesinde şekillenir. Coğrafya bilmeyen, stratejiyi eksik okur.


Öncelikle bu satırları okuyan tüm okurların bayramını en içten dileklerimle kutluyorum.

Gönlünüzün genişliği kadar sofralarınız da bereketli, yolunuz açık ve sağlığınız daim olsun.

Bugün, bayramın sade ve duru havasına yakışır biçimde, çok temel ama çoğu zaman gözden kaçan bir meseleyi birlikte düşünelim istiyorum:

Coğrafya bilgisi, dünyadaki güç mücadelelerini anlamak için ne kadar vazgeçilmezdir?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bir haritaya bakmadan uluslararası siyaseti yorumlamak, pusulasız denize açılmaya benzer.

Devletler sadece fikirlerle değil, nehirlere, dağlara, boğazlara ve çöllere bakarak karar verir.

Güç mücadelesi dediğimiz karmaşık oyun, çoğu zaman liderlerin niyetlerinden çok, haritanın sunduğu imkân ve dayattığı sınırlarda şekillenir.

Bu nedenle dünya siyasetini anlamak isteyen herkesin ilk bakması gereken şey, karar metinleri değil haritalardır.

Coğrafya, devletlerin nerede başlayıp nerede bittiğini belirleyen fiziki çerçevedir.

Bu çerçeve, aynı zamanda hangi yolların güvenli, hangi bölgelerin savunulabilir, hangi geçitlerin kritik olduğunu da tayin eder.

Bu yüzden güç mücadelesi, büyük ölçüde coğrafyanın imkânlarına dayanır.

Jeopolitik teorilerin tamamı (Mackinder'in Heartland'ı, Spykman'ın Rimland'ı, Mahan'ın deniz gücü teorisi) coğrafyanın bu temel etkisini esas alır.

Çünkü coğrafya, zamanın değişmesine rağmen sabit kalan tek stratejik unsurdur.

İngiltere, fiziki olarak Avrupa kıtasından ayrıdır ve doğal olarak denizle korunmuştur. Bir ada devletidir. Bu durum onu saldırılara kapalı kılar.

Ancak aynı zamanda güçlü bir donanma ile sömürgecilik ve dengeleme siyaseti yürütebilme kabiliyetini geliştirmiştir.

Tarih boyunca Avrupa'da bir güç tekeline karşı daima denge unsuru olmuş; Napolyon'a, Hitler'e ve son olarak Avrupa Birliği'ne karşı bu pozisyonunu korumuştur.


Almanya ise tam tersine bir kara devletidir. 9 ülkeyle sınır paylaşır.

Yüksek kara teması, onu sürekli baskı altında bırakır, tehdit algısı yüksektir.

Jeopolitik olarak iki cepheli savaşa açık bir pozisyonda olduğu için tarih boyunca denge arayışı içinde kalmıştır.

Kıta içi devletler, denize çıkışı olmayan, transit geçişe ve komşu limanlara bağımlı ülkelerdir.

Bu durum onları dış politikada kırılgan ve lojistikte savunmasız hâle getirir.

Örneğin Avusturya, Avrupa Birliği içinde denge siyaseti güderken, Tacikistan Çin ve Rusya arasında jeopolitik baskıya maruz kalır.

Çad gibi kara ortasında kalan ülkelerde ise dış yardıma bağımlılık had safhadadır.

Kenar devletler, kara ile deniz arasındaki geçiş kuşağında yer alır.

Hem sıcak çatışmalara hem de büyük güç rekabetine en açık bölgelerdir.

Türkiye, Japonya, Güney Kore, Hindistan ve İran gibi ülkeler, bu stratejik çizgi üzerinde yer alır.

Bu nedenle hem baskı hem pazarlık merkezi olurlar.


Türkiye, aynı zamanda komşu sayısının fazlalığı ile adeta Almanya gibi kara devletidir.

Sınırlarından algıladığı tehdit, her zaman yüksek olmuştur. 

Tarih boyunca büyük güçlerin stratejileri haritada tekrar eder.

Rusya, batıdan gelen tehditlere karşı derinlik stratejisi geliştirerek Ukrayna ve Moldova'yı tampon bölge olarak görür.

Amerika Birleşik Devletleri, iki okyanusla korunmanın sağladığı avantajı dışa yönelerek kullanmak zorundadır.

Çin ise iç bölgelerinde korunaklı bir coğrafyaya sahip olsa da Pasifik kıyısı boyunca dış müdahaleye açık durumdadır.

Bu örnekler, coğrafyanın neden stratejik davranışları tekrar ettirdiğini gösterir.

Haritada ne kadar açıksan, o kadar hızlı ve sık tehdit alırsın.
 


Günümüzün sıcak çatışma bölgeleri çoğunlukla enerji geçiş hatları ya da boğazlar üzerindedir.

Cebelitarık, Malakka ve Hürmüz boğazları, dünya ticaretinin ana damarlarıdır.

Doğu Akdeniz ve Karadeniz, sadece bölgesel değil küresel enerji ve güvenlik yarışının alanları hâline gelmiştir.

Panama Kanalı, Atlantik ile Pasifik'i birleştirerek ABD'nin deniz üstünlüğünü perçinlemiştir.

Bugün yeniden gündeme gelen kanal projeleri, jeoekonomik rekabetin coğrafya ile nasıl iç içe geçtiğini gösterir.

Kuzey Kutbu, iklim değişikliğiyle birlikte coğrafi önemini artırmaktadır.

Kutup hattındaki erime, yeni deniz yollarını, özellikle de Kuzey Deniz Rotası'nı erişilebilir hâle getirmektedir.

Grönland, hem radar ve önleme üsleri açısından askeri, hem de yer altı kaynakları nedeniyle ekonomik olarak kıymetlidir.

ABD Başkanı Donald Trump'ın Grönland'ı satın alma önerisi, sadece adanın yer altı kaynaklarına dönük ekonomik bir hamle değildi.

Asıl stratejik hedef, buzulların erimesiyle Kuzey Kutbu'nda açılmakta olan yeni deniz yollarında Rusya'yı çevreleyebilecek bir jeopolitik avantaj elde etmekti.

ABD, Grönland üzerinden bu bölgedeki geçişleri kontrol ederek, Arktik rekabette üstünlük sağlamayı hedefliyordu.

Bu bağlamda, Rusya'nın tarihsel sıcak denizlere inme hedefi yeniden hatırlanmalıdır.

Rusya'nın mevcut sıcak deniz erişimleri sınırlıdır: Baltık Denizi'ndeki Kaliningrad, Boğazlar yoluyla ulaşabildiği Karadeniz kıyısındaki Sivastopol, Akdeniz'deki Tartus deniz üssü (Suriye'nin yeni yönetiminin kararına bağlıdır) ve Pasifik'teki Vladivostok gibi noktalar (Japonya'nın etkisi altındadır) hem coğrafi kısıtlarla hem de NATO'nun kuşatmasıyla çevrilidir.

Buzulların erimesiyle açılacak yeni Kuzey Deniz Rotası, Moskova için doğrudan Atlantik'e erişim sağlayabilecek bir alternatif oluşturmaktadır.

İşte Grönland, bu yeni güzergâhın tam karşısında bir jeopolitik kaldıraçtır.

Afrika kıtasında Sahra Çölü, kuzey ile güney arasında hem fiziki hem kültürel bir sınır çizer.

Kuzey Afrika, Akdeniz odaklı, Arap etkili ve Avrupa ile ilişkili bir coğrafyaya sahipken; Sahra Altı Afrika, etnik çeşitliliğin, tropikal iklimin ve kolonyal sınır mirasının egemen olduğu bir alandır.

Bu ayrım, güvenlik krizlerinin, kalkınma sorunlarının ve uluslararası müdahalelerin neden farklı coğrafyalarda farklı sonuçlar doğurduğunu açıklar.

Teknolojik gelişmeler, coğrafyayı ortadan kaldırmaz; tam tersine yeniden şekillendirir.

Dronlar, uydular ve uzun menzilli füzeler hareket serbestliği sunsa da kalkış noktaları, ikmal üsleri ve veri merkezleri hâlâ fiziki coğrafyaya bağımlıdır.

Siber altyapılar bile, deniz altı kablo hatlarıyla belirlenir. Bu da coğrafyanın dijital çağda bile etkisini sürdürdüğünü gösterir.

Türkiye, kenar kuşakta kritik bir kavşak noktasıdır.

Boğazlar, hem NATO'nun Karadeniz'e erişimi hem de Rusya'nın Akdeniz'e açılması açısından stratejik öneme sahiptir.

Güney sınırlarında iç savaş, göç ve güvenlik sorunları iç içe geçmiştir.

Ege ve Akdeniz'deki parçalı ada coğrafyası ise egemenlik anlaşmazlıklarını ve enerji rekabetini doğurur.

Türkiye'nin dış politikası, bu zorlu coğrafyada manevra yapma becerisiyle şekillenir.

Dünyada güç mücadelesi, niyetlerden önce nehirlere, sınırlara, boğazlara bakarak anlaşılabilir.

Coğrafya bilmeyen bir analizci, haritaya bakmayan bir kaptan gibidir: Yön duygusu zayıftır.

Bugün görünürde teknolojiyle belirlenen çatışmalar bile, harita bilgisinden kopuk değildir.

Bu yüzden coğrafya, stratejik düşünmenin temelidir.

Haritayı anlayan, dünyayı da anlayabilir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU