Joseph Nye'ın 2002'de dile getirdiği "Amerikan gücünün paradoksu", bugün Trump'ın dış politikasıyla somutlaşıyor.
Askeri ve ekonomik olarak güçlü olsa da iş birliği kabiliyeti zayıflayan bir ABD, küresel düzeni sarsarken kendisini de yalnızlaştırıyor.
Bu yalnızlık, kısa vadede fırsat gibi görünse de uzun vadede hem Amerika'yı hem dünyayı daha kırılgan hale getiriyor.
Nye'ın uyarısı ve bugünün yalnız süper gücü
Geçtiğimiz günlerde kütüphanemin raflarından birinde Joseph Nye'ın 2002 tarihli klasiği The Paradox of American Power (Amerikan Gücünün Paradoksu) kitabını gördüm.
Yıllar sonra kitaba yeniden göz gezdirdim.
11 Eylül saldırılarının ardından kaleme alınan bu kitap, Amerika'nın dünyadaki eşsiz gücüne rağmen neden tek başına hareket edemeyeceğini, nasıl iş birliğiyle şekillenen bir liderlik anlayışıyla daha güvenli ve istikrarlı bir dünya inşa edebileceğini anlatıyordu.
Nye, Amerika'nın sadece askeri ve ekonomik kaynaklarına dayanarak değil, aynı zamanda değerleri, kültürü ve uluslararası kurumlara olan bağlılığıyla küresel liderliğini sürdürebileceğini savunuyordu.
Soft power (yumuşak güç) olarak kavramsallaştırdığı bu gücün, kalıcı etki alanları yaratma kapasitesi taşıdığını vurguluyordu.
Ona göre, Amerika'nın gücü uçak gemileriyle değil, öğrencilerin Harvard'a gitmek istemesiyle, insanların Amerikan müziği dinlemesiyle ve ABD'nin demokratik değerlerine duyulan güvenle şekilleniyordu.
Yine aynı kitapta Nye, 21'inci yüzyılda karşılaşılacak en büyük tehditlerin -terörizm, salgın hastalıklar, çevre krizleri, siber saldırılar- tek başına çözülmesinin mümkün olmadığını ileri sürüyordu.
Bu tehditlerle mücadelede en etkili yolun çok taraflı iş birliği ve norm temelli liderlik olduğunu ifade ediyordu.
Gücün baskı değil meşruiyet yoluyla kullanılması, Amerikan etkisinin sürdürülebilirliği açısından kritik öneme sahipti.
Nye'ın asıl dikkat çektiği husus, ABD'nin askeri ve ekonomik olarak en güçlü olduğu dönemde bile tek başına hareket etmesinin etkisiz kalabileceğiydi.
Bu çelişki, Amerikan gücünün paradoksunu oluşturuyordu. Güçlü olmak, her zaman istediğini yaptırmak anlamına gelmiyor; etki yaratmak için başkalarının gönüllü desteğine ihtiyaç duyuluyordu.
Bugün geldiğimiz noktada, bu öngörülerin birer akademik sezgi değil, devlet davranışı düzeyinde yaşanmış sonuçlara dönüştüğünü görmekteyiz.
Trump'ın "Önce Amerika" (MAGA – Make America Great Again) vizyonu, bazı alanlarda kısa vadeli iç başarılar sağlamış olabilir.
Ancak bu süreç, Nye'ın tarif ettiği iş birliği temelli güç mimarisinin çöküşü pahasına gerçekleşiyor.
İttifak yorgunluğu ve liderlik boşluğu: NATO'dan Hint-Pasifik'e sarsılan güven
Trump'ın dış politika söylemi, geleneksel güvenlik ittifaklarına olan bağlılık yerine pragmatizmi ve maliyet hesabını merkeze aldı.
NATO Zirvesi'nde savunma harcamalarının GSYİH'nın yüzde 2'sinden yüzde 5'e çıkarılmasını talep etmesi, Avrupa başkentlerinde derin diplomatik kaygılara yol açtı.
Pentagon bürokrasisi içinde dahi, ABD'nin güvenlik mimarisinden çekilmesi durumunda doğabilecek boşlukların nasıl doldurulacağına dair tartışmalar gündeme geldi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
NATO'nun Doğu Avrupa kanadı, özellikle Polonya, Estonya ve Litvanya gibi ülkelerde, Almanya-Fransa merkezli liderliğe duyulan güvensizlikle birlikte "mini-NATO" oluşumlarını gündeme taşıdı.
Baltık Denizi çevresinde artan Rus tehdit algısı, Finlandiya ve İsveç'in NATO üyeliğine başvurmasıyla sonuçlandı.
Bu başvurular dahi, ABD'nin caydırıcılık kapasitesine yönelik belirsizlikleri gözler önüne serdi.
Asya'da ise QUAD (Hindistan, Japonya, Avustralya, ABD) yapısı, özellikle 2023 sonrasında stratejik uyum kaybı yaşamaya başladı.
Hindistan, Çin'le yaşadığı sınır gerilimlerine rağmen ABD'ye mutlak yakınlık politikası yerine, Rusya ile enerji ve silah alanında iş birliğini derinleştirmeyi tercih etti.
Filipinler gibi müttefik ülkeler, Çin karşısında ABD'den umduğu net desteği göremeyince, ikili ilişkilerde denge arayışına yöneldi.
Avustralya ise AUKUS ittifakı çerçevesinde nükleer denizaltı programına katılmış olsa da Hint-Pasifik'teki belirsizlikler karşısında Fransa'yla bozulan ilişkilerini yeniden tesis etme yoluna gitti.
Soft Power'ın erozyonu: Küresel değerlerden geri çekilme
Nye'ın altını çizdiği yumuşak gücün temel bileşenleri, yani kültürel cazibe, demokratik değerlerin savunulması ve kurumsal güvenilirlik, Trump döneminde ciddi biçimde aşındı.
ABD'nin Paris İklim Anlaşması'ndan çekilmesi, İran'la yapılan nükleer anlaşmanın (JCPOA) tek taraflı bozulması ve DSÖ ile bağların askıya alınması gibi kararlar, Washington'un liderlik iddiasını destekleyecek zemini zayıflattı.
Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması, ABD'nin Arap dünyasındaki meşruiyetini tartışmalı hale getirdi.
Suudi Arabistan, BAE ve Mısır gibi müttefikler, ABD ile ilişkilerini sürdürmekle birlikte Çin'le imzalanan kapsamlı stratejik ortaklık belgeleri üzerinden çeşitlendirmeye yöneldi.
2024 BRICS+ zirvesine Suudi Arabistan'ın katılması, Washington açısından geleneksel ittifakların yeniden düşünülmesi gerektiğini ortaya koydu.
ABD üniversiteleri, medya organları ve kültürel içerik üretimi bakımından hâlâ küresel cazibe üretme kapasitesine sahip olsa da bu kapasite artık yeterli değil.
Çin, Konfüçyüs Enstitüleri aracılığıyla yumuşak güç yatırımlarını artırırken, Rusya RT ve Sputnik gibi medya kanallarıyla Batı'nın krizlerini ideolojik silah haline getirmeye devam ediyor.
Ekonomik kutuplaşma ve doların gerilemesi
Ticaret savaşları Trump döneminin alametifarikası haline geldi.
Çin'e yönelik henüz netleşmemiş yüksek gümrük tarifeleri, sadece Pekin'in karşı hamleleriyle değil, küresel tedarik zincirlerinin yeniden yapılanmasıyla da sonuçlandı.
Apple ve Tesla gibi dev Amerikan şirketleri, üretim hatlarını Vietnam, Hindistan ve Meksika gibi ülkelere kaydırmak zorunda kaldı.
Aynı süreç, Amerikan şirketlerinin Avrupa'daki yatırımlarında da yeniden değerlendirmelere yol açtı.
Almanya'nın önde gelen sanayi devleri, ABD ile yaşanan gümrük krizleri nedeniyle Çin ve Güney Kore ile uzun vadeli teknoloji transfer anlaşmaları imzaladı.
Bu süreçte daha önemli olan gelişme, rezerv para statüsünün sorgulanmasıdır.
2023 yılında BRICS ülkeleri, yeni bir rezerv para birimi oluşturma konusunda çalışmalara başladı.
Çin ve Brezilya arasında yuan bazlı ticaret anlaşmaları, Hindistan'ın Rusya ile enerji alışverişini dirhem ve rupi üzerinden yapması, doların küresel hâkimiyetini aşındırmaya başladı.
IMF verilerine göre, 2000 yılında dünya rezervlerinin yüzde 72'si dolar cinsindeyken bu oran 2023'te yüzde 58'e geriledi.
Bu düşüş, sadece teknik değil jeopolitik bir mesaj da içeriyor: ABD'ye duyulan güven azalıyor.
Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Bölgesi (AfCFTA), ASEAN içi yerel para birimi takas mekanizmaları ve Avrupa Merkez Bankası'nın dijital euro projeksiyonları, uluslararası finans sisteminde ABD etkisinin zayıfladığını gösteriyor.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının Washington'un borç tavanı tartışmaları nedeniyle yaptığı uyarılar, yatırımcılar nezdinde Amerikan mali yönetiminin artık tartışmasız kabul edilmediğini de gösteriyor.
Diplomatik yalnızlık ve çok kutupluluğun belirsizliği
Trump'ın "herkes kendi başının çaresine baksın" söylemi, küresel krizlerde Washington'un liderliğini belirsiz hale getirdi.
Kovid-19 pandemisinin ilk aylarında ABD'nin DSÖ'ye yönelik fonları kesmesi, Çin'in yardım diplomasisine alan açtı.
Pekin yönetimi, İtalya'ya ve İran'a tıbbi yardım gönderirken, ABD sahada görünmez hale geldi.
Almanya ve Güney Kore gibi ülkeler, kendi tıbbi üretim altyapılarını güçlendirme yönünde stratejik kararlar alırken, küresel tedarik zincirinde Çin'in bağımlılık yaratan etkisi daha görünür oldu.
Bu liderlik boşluğu, sadece Çin ve Rusya gibi büyük aktörleri değil; Türkiye, Brezilya, Endonezya gibi bölgesel güçleri de kendi etki alanlarını oluşturmaya itti.
Afrika'da Fransa'nın çekildiği sahalara Rus paralı askerlerinin (Wagner) konuşlanması, sadece güvenlik değil diplomatik temsil kabiliyetinin de değiştiğini gösteriyor.
Aynı dönemde Türkiye'nin Somali, Libya ve Azerbaycan'da artırdığı diplomatik ve askeri angajmanlar, ABD'nin bölgesel çekilmesinin ardından oluşan boşluk kaynaklıdır ancak ABD'nin olmadığı bir düzlemde nasıl dengeleneceği belirsizdir.
İklim krizinden dijital bloklara: Kurumsal ayrışmanın sonuçları
Trump yönetiminin iklim ve teknoloji politikalarında sergilediği çekilme eğilimi, ABD'nin gelecekteki jeopolitik rekabet alanlarında konum kaybetmesine yol açtı.
Avrupa Birliği'nin hayata geçirdiği Sınırda Karbon Düzenlemesi (CBAM), ABD menşeli enerji yoğun sektörleri için yıllık milyarlarca dolarlık bir ek yük anlamına geliyor.
Bu yük, ihracatçı Amerikan firmalarının Avrupa pazarındaki rekabet gücünü ciddi biçimde etkileyebilir.
Ayrıca, AB'nin GAIA-X projesiyle Avrupa merkezli bir bulut altyapısı kurma çabası, Amerikan teknoloji devlerinin kıtadaki pazar payını sorgulatır hale getirdi.
Çin'in dijital İpek Yolu stratejisi ise Güneydoğu Asya, Afrika ve Orta Asya'da Huawei, Alibaba ve BeiDou gibi platformlarla Batı sistemlerinin karşısında alternatif bir dijital düzen inşa ediyor.
5G altyapısı başta olmak üzere veri güvenliği, bulut servisleri ve yapay zekâ platformlarında ABD şirketlerinin karşılaştığı regülasyon duvarları giderek artmakta.
Trump'ın veri güvenliği ve siber savunma konularındaki dağınık politikaları, uluslararası dijital iş birliğinde güveni zedeledi.
Avrupa Konseyi'nin dijital yönetişim normları oluşturma çabalarına ABD'nin aktif olarak katılmaması, Çin'in bu alandaki tanım ve standartları kendi çıkarına göre dayatmasını kolaylaştırdı.
Sonuç: Kısa vadeli kazançlar, uzun vadeli erozyon
Trump'ın dış politika yaklaşımı, seçmen nezdinde "kayıp yılları telafi eden" bir liderlik olarak takdim edilmiş olabilir.
Ancak bu tarz, sadece maliyet hesabına indirgenmiş bir süper güç performansıdır.
Güçlü olmak ile meşru olmak arasındaki farkı göz ardı eden bu yaklaşım, sadece askeri veya ekonomik araçlarla liderlik kurulabileceği yanılsamasını beslemektedir.
Joseph Nye'ın yirmi yılı aşkın süre önce yaptığı uyarı, bugün daha da geçerlidir:
Güçlü görünmek yeterli değildir.
Güvenilir olmak, adil davranmak ve kurumlarla birlikte hareket etmek uzun vadeli liderliğin esaslarını oluşturur.
Bugünün dünyası karmaşıktır ve liderliğe en çok ihtiyaç duyulan an, liderliğin en fazla sorgulandığı dönemdir.
Trump'ın politikaları kısa vadede bazı stratejik rahatlamalar sağlamış olabilir.
Ancak uzun vadede bu politikalar, ABD'yi inşa ettiği uluslararası sistemin dışına itme ve yalnızlaştırma riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır.
Bir süper gücün en büyük kaybı, tank ya da dolar değil, etrafında inanılan bir düzeni kaybetmesidir.
Nye'ın dediği gibi:
Gücünüz olabilir ama takipçiniz yoksa lider sayılmazsınız.
Bu değerlendirmeler, Amerika'nın çıkarlarını dert edinen bir duyarlılıktan değil; sistemik düzenin bozulmasının tüm dünyayı etkileyen sonuçlar üretmesinden kaynaklı endişeye dayanmaktadır.
Türkiye gibi ülkeler açısından bu değişim, kısa vadede belirli fırsatlar yaratsa da -örneğin manevra alanlarının genişlemesi veya çok taraflı diplomaside ağırlık kazanılması- uzun vadede ciddi belirsizlikleri de beraberinde getirir.
Uluslararası düzenin keskin kırılmalarla değil, öngörülebilir bir paternle evrilmesi, bölgesel istikrar açısından da daha sağlıklıdır.
Aksi takdirde artan çatışma dinamikleri, göç dalgaları ve ekonomik dalgalanmalar gibi sonuçlar, Türkiye dahil pek çok ülkeyi zorlayıcı krizlerin içine çekebilir.
Bu nedenle mesele sadece bir süper gücün yalnızlığı değil, tüm sistemin kırılganlığı meselesidir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish