22 Nisan'da Hindistan'a gerçekleştirilen Pahalgam terör saldırısının hep sivillere yönelik olduğundan bahsettim. Ancak saldırının ne şekilde gerçekleştiği de çok önemliydi. Bunu bilmek, Pahalgam sonrasında Hindistan'ın düzenlediği Sindoor Operasyonu'nu anlamak için daha derin bir içgörü sağlayacaktır. Hatırlatmak gerekirse, Hintçe bir sözcük olan Sindoor, Hindu kadınlardan evli olanların alın ve saç ayrimlarina sürdüğü ve dul kaldıklarında sildigi kırmızı bir toz/boya. Ve operasyonda Hindistan'ın vurduğu yerler arasında bir mescidin yer alması da belki bu okumadan sonra daha anlaşılabilir olabilir. Elbette bu doğru değil ancak sanki Hindistan nereden vurulduysa, oradan vurdu. Tipik Hindistan kafası: Kısasa kısas durumu yani. Neyse, olayların ilk şoku veya sıcaklığı içinde eylemlere yönelik yaptığımız değerlendirmelerin ardından, iki ülke halihazırda ufak çaplı çatışmalarına devam ediyorken, şimdi artık buna değinme zamanı. Sindoor arkasındaki sembolizmi anlamlandırmak için bu kez Hint geleneğinin karanlık bir parçasına, Hindistan'daki Sati (dul yakma) ritüeline ışık tutacağız. Burada politik veya askeri değil; kültür odaklı, geleneksel ve kültürel derinlikte bir yazı okuyacaksınız.
Öncelikle Pahalgam terör saldırısının yöntemi nasıldı?
Çoğunlukla çiftlerin ve hemen hepsinin Hindu olduğu bir turist kafilesini hedef alan dört terörist, eşlerden erkekleri bir kenara ayırıp, eşlerinin gözü önünde dini gerekçeler ile silahla kafalarından vurarak infaz ettiler ve kadınları dul bıraktılar. Kadınları dul bıraktılar dedik, çünkü bu önemli. Gelişmişlik sayesinde ne kadar uzaklaşılmış olsa da Hindu topluluğunda, gelenek ve kültürlerinde, dinlerinde, binlerce yıllık köklü bir anlayış var: Kocalarını kaybeden kadınlar, her şeylerini kaybetmiştir. Bunu sembolik bir anlamda söylemiyorum, bu gerçekten böyledir. Eğitim düzeyi (çok) yüksek ve/veya maddi durumu (çok) iyi olan kesimlerde bu anlayış körelmiş olabilir, ancak geniş kesim Hindu topluluğunda bu oturmuş bir anlayıştır ve önemlidir. Bu anlayışın uç versiyonu ise Sati'dir. Hatta Hindistan'da bu konu üzerine çok tartışma duyamazsınız ama yakın zamanda da istisna tartışma anlarından birine denk gelmiştik. Neyse, sözü uzatmadan konuyu anlatalım:
Bu arada tartışma şuydu: Hindistan'da şubat ayında, Orta Çağ Hindistan'ında dul yakma uygulaması olan Sati hakkında bir tartışma çıktı. Liberaller, bunun Hint toplumuna özgü olduğunu iddia ederek sömürge kayıtlarına işaret ederken Sağ, bunun Hinduizmi karalamak için Avrupalı misyoner propagandası olduğunu ilan etti. Sati'nin gerçekliği, politik ikiliğin her iki ucunu da tam olarak desteklemiyor olsa da Sağın tezi biraz daha uç noktada gibi gözüküyor.
Sağın Sati görüşü üç noktada indirgenebilir: Bir: Mahabharata ve diğer çeşitli mitolojik metinler Sati'yi gönüllü bir uygulama olarak sunar. İki: Özellikle Orta Çağ döneminde, tarihsel olarak doğrulanmış Sati olaylarının varsayımsal eksikliği vardır. Üç: Sömürge misyonerleri rutin olarak Sati raporlarını abarttılar ve metinleri "yanlış yorumladılar". Ritüel tam olarak günlük bir olay değildi, ancak Orta Çağ kanıtları, bunun alt kıtanın her yerindeki seçkinler, aristokratlar tarafından uygulandığını gösteriyor. En azından toplumun hatırlamayı seçtiği ölümleri anmak için Hint alt kıtasının büyük bir bölümüne dağılmış insan figürleri ile oyulmuş binlerce anıt taş var ve bu taşların önemli bir kısmı Sati taşları.
Bazı Sati taşları, ölen kadının adını ve motivasyonlarını anlatan yazıtlar ile dolu. Orta Çağ Brahminleri veya işçi sınıfının Sati yaptıklarına dair bir kanıt yok: Bu, onurlarını ve statülerini alenen kanıtlamak zorunda olan savaşçı, mülk sahibi sınıfların bir uygulaması gibi görünüyor. Bütün vakaların tamamen gönüllülük esasına dayandığını iddia etmek hayal gücünü gerçekten zorlar; hatta Ortodoks toplumun görüşlerini temsil eden erkek tarihçiler dahi vakaları bu şekilde övmüş olsalar dahi... Ayrıca, Avrupalıların anlattıklarını, bazı Hint geleneklerini barbarca gösterme çabaları olarak görmezden gelmek kolay olsa da canlı gömülerin yapıldığına dair en güçlü kanıt, 1987 tarihli Sati Önleme Yasası'nın canlı gömüleri Sati tanımına dahil etmesidir.
***
Sati, yani dul bir kadının kocasının cenaze ateşinde kendini yakma veya yakılarak öldürülme uygulaması, Güney Asya kültüründeki en tartışmalı ve en hassas konulardan biri olmaya devam ediyor. Bazıları bunu kutsal bir cenaze töreni ritüeli olarak görürken bazıları da bunu kadınlara yönelik barbarca bir şiddet eylemi olarak görüyor. Uygulama yüzyıllar boyunca defalarca yasaklanmış olsa da hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmadı. Bu antik Hindu geleneği başlangıçta gönüllü bir eylem olarak cesur ve kahramanca kabul edildi, ancak daha sonra zorunlu bir uygulama haline geldi. Antik Hindu geleneklerine göre Sati bir evliliğin kapanışını sembolize ediyordu. Bu, bir kadının görev bilincine sahip bir eş olma işareti olarak kocasını öbür dünyaya kadar takip ettiği gönüllü bir eylemdi. Bu nedenle bir eşin ölmüş kocasına olan bağlılığının en büyük biçimi olarak kabul ediliyordu. Zamanla bu, zorunlu bir uygulama haline geldi. Bu şekilde ölmek istemeyen kadınlar, farklı şekillerde buna zorlandılar. Geleneksel olarak, dul bir kadının toplumda oynayacağı bir rol yoktu ve bir yük olarak görülüyordu. Bu nedenle bir kadının onu destekleyebilecek hayatta kalan çocuğu yoksa, Sati'yi kabul etmesi için baskı altına alındı. Sati artık tüm Hindistan'da yasaklanmış olsa da karanlık bir geçmişi var. Yine de bir şeyi kınamadan önce onu anlamak önemli...
Hadi Sati'ye daha yakından bakalım:
Sati terimi genellikle "suttie" olarak da anılır ve Hintçe ve Sanskrit metinlerde "iffetli kadın" anlamına gelir. Dul bir kadının kocasının cenaze ateşinde kendini yakması veya yakılarak öldürülmesi ile gönüllü olarak ya da zorla veya baskı ile intihar ettiği geleneksel Hint (Hindu) uygulamasıdır. Satinin en bilinen biçimi, bir kadının kocasının cenaze ateşinde yanarak ölmesidir; ancak, kocasının cesedi ile birlikte diri diri gömülme ve boğulma gibi başka Sati biçimleri de mevcut.
Sati ritüeli, 1829'da Hindistan Genel Valisi Lord Bentinck (1828-1835) ve daha sonra 1987 Sati (Önleme) Yasası ile İngiliz Hükümeti tarafından yasaklandı. Modern zamanlarda, Rajasthan'da (1987), Uttar Pradesh'te (2006), Madhya Pradesh'te (2002 ve 2006) ve Chattisgarh'da (2008) birkaç Sati örneği yaşandı. Sati uygulaması çoğunlukla kuzey ve orta Hindistan'ın bazı bölgelerinde gerçekleşir. Ülkede defalarca çok fazla tartışmaya ve toplumsal kargaşaya neden olan ancak resmi olarak bildirilmeyen münferit olaylar daha fazla olabilir.
Başlangıcı Gupta döneminde kaydedilen Sati uygulaması, yüzyıllardır Hindistan toplumunun bir parçası olmuştur. Hint toplumu ilerleme kaydetmiş olabilir, Sati artık yasadışı olabilir ve Hindistan'da çok kınanıyor da olabilir, ancak 21. yüzyılda gerçekleştirilen Sati eylemlerine tanık olmak mümkün ki özellikle Hindistan'ın kırsal kesimlerinde görülmeye devam ediyor. Bir kadın kocası ile birlikte ölmeyi seçerek büyük bir erdem kazanır ve kocasının soyuna itibar kazandırdığı düşünülüyor. Erdemli ölümü ile bir dul kadın küçümsemeden kaçınmayı başarmış olur; yalnızca kendisi için değil, aynı zamanda bütün akrabaları için de şan ve şeref meselesidir bu. Eylül 1987'de, Rajasthan'da 18 yaşında dul kalan genç kadın Roop Kanwar, evliliğinin yalnızca 8 ay sonrasında kocasının ölümü üzerine Sati'ye zorlandı. Bu, Hindistan'da bilinen son Sati vakası olarak lanse edilir. Bu tür Sati vakaları daha önce de kayıtlara geçmiş olsa da Roop Kanwar olayından sonra fark yaratan şey, çeşitli kadın hareketlerinin yarattığı büyük tepki ve olayı bir yandan dini ve kültürel ortodoksi ile diğer yandan kadın hakları savunuculuğu arasında savaşa dönüştüren siyasi atmosferdi. İntiharına yardım eden kişiler tutuklandı, ancak sonra beraat etti. Ancak sonra Roop Kanwar putlaştırılmış ve bir tanrı statüsüne erişmiş ve onun için bir tapınak inşa edilmişti...
Geleneksel olarak Sati uygulamayan dul kadınlar en sade hayatı yaşamaya mahkum olabiliyordu; tüm sosyal aktivitelerden vazgeçmesi, başını tıraş etmesi, yalnızca düz beyaz veya koyu renkli giysiler giymesi ve tek bir öğün olarak yalnızca haşlanmış pirinç yemesi ve ince, kaba hasır üzerinde uyuması ve yaşamlarının geri kalanını ekonomik, ailevi ve romantik yoksunluk içinde geçirmesi bekleniyor ve bazılarının yaşam yolculukları dilencilik ve hatta fuhuşa varıyordu.
Ki birçok kişi için ölüm tercih edilebilirdi...
Ama bugünkü durum önemli ölçüde iyileşmiş ve 19'uncu yüzyıldaki kadar kötü durumda değildir. Hindistan'ın bazı bölgelerinde kadınlar hala kocalarının bir uzantısı olarak görülüyor veya ölüme kadar kocalarını takip etmeleri ya da hayatları boyunca iffetli kalmaları bekleniyor. Ve Hindistan'ın bazı bölgelerinde Sati uygulamasına yönelik sosyal baskılar güçlü kalmaya devam ediyor. Geleneksel olarak Hinduizm, dul kadınların yeniden evlenmesine karşı çıkıyor ve birçoğunun sosyal ve ekonomik güçleri erozyona uğruyordu. Dul kadınların yeniden evlenmesi durumu, genellikle daha az mülk ve prestije sahip olan daha düşük rütbeli gruplar arasında yer alıyor. Dul bir erkek istediği kadar yeniden evlenebilse de Hindistan'da dul kadının evliliği hala kısıtlı bir uygulamadır. Ancak Modern Hindistan'da kadınların konumu önemli ölçüde değişti. Sati, çocuk evliliği ve tapınak fahişeliği kurumu artık eskisi gibi varlığını sürdürmüyor. Ancak yine de modern Hint toplumunda çoğu kadın hala geçmiş dönemlere ait gelenek ve beklentilerin baskısı altında eziliyor.
Köken
Sati'nin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı, çelişkili veriler nedeniyle tartışmalı bir konu. Ancak Hindular, Hinduların birçok dini metninde doğrudan veya dolaylı olarak Sati uygulamasından ve bunun ahiret yararlarından bahsedildiği için bunu kutsal bir gelenek olarak görürler. Pek çoğu, kendini yakan ilk kişinin Tanrıça Sati olduğuna inanır. Mitolojiye göre, Lord Shiva'nın karısı Sati ismi ile bilinirdi. Babası Shiva'dan çok nefret ederdi ve ona hiçbir zaman saygı göstermezdi. Babasının kocasına olan düşmanlığına karşı protesto olarak kendini ateşe verdi. Yanarken Shiva'nın karısı olarak yeniden doğmak için dua etti. Duası kabul oldu ve yeni ismi Parvati olarak yeniden doğdu. Dolayısıyla Sati sözcüğü de kendini yakan ilk kişi olduğuna inanılan Tanrıça Sati'nin isminden gelir.
Sati, 13'üncü yüzyıldan sonra Hindistan'da yaygınlaştı çünkü Puranalar, Mahabharata gibi Hinduların dini metinleri Sati hakkında konuşuyordu. Hinduların bazı dini metinleri Sati hakkında açık bir şekilde konuşurken bazıları konuşmaz. Hint tarihinde bazı Hindu bilginleri ve şairler Sati geleneğini kınadılar. Bu insanlık dışı geleneğe son vermeye çalışan ilk kişiler Hindistan'ın Müslüman yöneticileri, yani Babürler ve Nizmalar oldu. Ancak Müslüman yöneticiler bu geleneği sona erdirmeye çalıştıklarında birçok kişi tarafından eleştirildiler ve yaptıkları girişimler başarısız oldu. Ancak 19'uncu yüzyılda Hindistan'daki İngiliz yönetimi sırasında Sati, o zamanki Hindistan valisi William Bentick tarafından kaldırıldı.
Sati uygulaması, Müslüman yöneticiler, Hindistan'ı işgal eden İngilizler ve Hindistan anayasası ve yasaları tarafından defalarca yasaklanmasına karşın devam etti, ediyor. Bazı kadınlar hala Hindistan'ın bazı kırsal ve ücra yerlerinde Sati'ye maruz kalıyor. Bunun nedeni, birçok Hindu kadının ateşi kutsal bir şey ve Sati'yi görevleri olarak görmeleri. Geçmişte, Hindu ritüelleri Sati'yi bir evliliğin tamamlanması ile ilişkilendirirdi. Bu, bir kadının bir eş olarak görevinin kanıtı olarak kocası ile birlikte öbür dünyaya gittiği gönüllü bir eylemdi. Sonuç olarak bu, eşin ölen kocasına olan sadakatinin nihai eylemi olarak kabul edildi. Zamanla zorunlu bir uygulamaya dönüştü. Bu şekilde ölmeyi tercih etmeyen kadınlar başka şekillerde ölmeye zorlandı. Bir dul kadın geleneksel olarak bir yük olarak görülüyordu ve toplumda yeri yoktu. Bu yüzden bir kadın, kendisine bakabilecek yaşayan çocuğu yoksa Sati'ye zorlanıyordu.
Ayrıca bazı dini muafiyetler de vardı; Sati'nin ilk kuralı, hamile olan, regl döneminde olan veya çok küçük çocukları olan herhangi bir dul kadının Sati yapmasının yasak olduğunu belirtiyordu. Öte yandan, en yüksek kasttaki kadınlar, Brahmin kadınları, genellikle Sati'den muaf tutuluyordu; çünkü, en yüksek kast oldukları için karmalarının maksimuma ulaşmış olmasıydı, yani Sati'den faydalanamayacakları ve bu yüzden onu uygulamak zorunda kalmayacakları anlamına geliyordu. Çok kullanışlı...
Bu arada Hindistan ve Nepal'de yaygın olsa da örnekleri Rusya, Vietnam ve Fiji gibi uzak yerlerden gelen diğer geleneklerde de görülmüştür. Ayrıca Hint Okyanusu ticaret yolları Hinduizmi Güneydoğu Asya'ya getirdiğinde Sati uygulaması da 1200'lerden 1400'lere kadar yeni topraklara taşındı. Bir İtalyan misyoner ve gezgin, günümüzde Vietnam olan Champa krallığındaki dul kadınların 1300'lerin başlarında Sati uyguladığını kaydetti. Diğer Orta Çağ gezginleri bu geleneği Kamboçya, Burma, Filipinler ve günümüzde Endonezya olan bazı bölgelerde, özellikle Bali, Java ve Sumatra adalarında buldular. İlginç biçimde Sri Lanka'da Sati yalnızca kraliçeler tarafından uygulanıyordu; sıradan kadınların ölümde kocalarına katılmaları beklenmiyordu...
Tarihsel arka plan
Sati'nin bugün bilindiği şekli ile ne zaman başladığı konusunda çok fazla tartışma var. Bölgede dul yakma eyleminin binlerce yıl öncesine dayandığına dair bazı kanıtlar var. Bununla birlikte, özellikle MS 400'den önce Sati'den bahseden çok az güvenilir kaynak var. Görünüşe göre, en azından antik dönemde, Hindistan'ın bazı bölgelerinde Sati'nin erken bir biçimi uygulanıyordu. Tarihi kayıtlara göre, Sati ilk olarak MS 320'den 550'ye kadar süren Gupta İmparatorluğu'nun hakimiyeti altında ortaya çıktı. Sati'ye dair ilk kayıtlar, Nepal'de MS 464'e ve Madhya Pradesh'te MS 510'a kadar uzanıyor. Uygulama olarak Sati'den ilk olarak MS 510'da, modern Madhya Pradesh'teki antik bir şehir olan Eran'da böyle bir olaydan bahseden bir dikili taşta söz edildiği kaydedilmiş. Daha sonra, uygulama yüzyıllar boyunca Sati örneklerinin çoğunun meydana geldiği Rajasthan'da yayılıyor.
Sati ilk olarak yalnızca Kshatriya (savaşçı kast) kraliyet haneleri tarafından uygulanmış. İddiaya göre Kshatriyalar dini kuralları biraz fazla gerçekçi bir şekilde ele alma eğilimindeydi, sembolik bir uygulama olması gereken şeyi pratik bir uygulamaya dönüştürdü. Çok daha sonra tüm sosyal düzeylerde yaygın hale gelmiş ve hatta en düşük kastlara dahi ulaşmış. Uygulama, Orta Çağ döneminde giderek daha hızlı yayılmaya başlıyor. Bunun Sanskritleşme sürecinden kaynaklandığına inanılıyor. Bu, Sati'nin başlangıçta Kshatriyalar gibi yüksek kastlar tarafından uygulandığı, ancak alt kastların sözde "daha iyilerini" taklit etme umudu ile bunu uygulamaya başladığı anlamına geliyor.
Bazı tarihçiler ayrıca zamanla Sati'nin Jauhar olarak bilinen başka bir uygulama ile birleştiğine inanıyor. Jauhar, soylu kadınların savaş zamanlarında yenilgi ile karşı karşıya kaldıklarında onurlarını korumak için gerçekleştirdikleri bir tür özveri olarak kanıksanmış. Jauhar geleneksel olarak soylu Rajput kastı tarafından uygulanıyordu, ancak Sati gibi zamanla alt sınıflara da yayıldı. Bu tarihçiler Sati'nin Jauhar ile daha yakından ilişkilendirildikçe anlamının değiştiğine inanıyor; "cesur kadın"dan "iyi kadın"a dönüştü. Bu, yalnızca yüksek kastlı savaşçı kadınların yapması gereken bir şeyden, tüm "iyi" kadınların yapması gereken bir şeye dönüştüğü anlamına geliyordu.
15 ve 18’inci yüzyıllar Sati'nin etkisinin zirvesine tanık oluyor. Bu dönemde her yıl bine kadar dul kadın, çoğunlukla Hindistan ve Nepal'de diri diri yakılmış. Milattan sonra 1000 civarında zirveye ulaştıktan sonra, Sati uygulaması yavaş yavaş tekrar daha az yaygın olmaya başlıyor. Ve bu süreç 1526 ile 1857 yılları arasında Babür İmparatorluğu döneminde hızlanıyor. Sati'nin gerçek tarihi bilinmemekle birlikte, bunun iki nedenden kaynaklandığı düşünülüyor: Birincisi, üst sınıfın cenazelerine ihtişam getirdi ve ikincisi, karısı onun mallarından biri olarak görüldüğü için, ölen kişinin eşyalarının onunla birlikte yakılması fikri burada kullanıldı. İkinci neden, kadınları Moğolların Rajput topraklarına yaptığı saldırı gibi düşman istilalarından korumaktır. Efsaneye göre, bir Rajput ordusu üyesi savaşta öldürülürse, karısı kendini Moğollardan korumak için cenaze ateşinde feda ederdi. Yani Sati'nin bir başka biçimi de Jauhar, yani topyekun intihar uygulaması olarak karşımıza çıkıyor. Yine efsaneye göre, bir savaşı kaybettiklerinde, yalnızca Hindistan'ın Rajasthan kentinde yaşayan Rajput kastının üyeleri Jauhar olarak bilinen toplu intihar etti. Örneğin, Kraliçe Padmini ve kadınları, Delhi'nin Müslüman hükümdarı Alaeddin Halaci tarafından yakalanmaktan kaçınmak için büyük sayılarda kendilerini öldürdüler. Birçok kişi, Sati'nin bu olay sonucunda Hindistan'ın Müslüman istilacıları tarafından kadınların esir alınmasının önlenmesi için özel olarak yaratıldığını düşünüyor. Dul kadın yakmak, prensler ve üst kast üyeleri arasında bir grup faaliyeti olarak kabul edilirdi. Örneğin, 1724'te Marwar Jodhpur'dan Ajit Singh'in cenazesinde 66 kadın diri diri yakıldı ve Bundi hükümdarı Budh Singh'in cenazesinde 84 kadın kurban edildi.
"Ram, Ram, Sati; Tanrı, Tanrı, Ben İffetliyim..."
Bir dul kadın kocası ile birlikte ölmeyi seçerse, güç ve onur kazanacağına ve bu süreçte kocasının ailesini onurlandıracağına inanılıyordu. Böylece, onurlu kurbanı aracılığı ile dul kadın toplum tarafından hor görülmekten kurtulabilir ve ailesi ve kendisi için şan ve şöhret elde edebilirdi. Ancak yalnızca bunlar da değil, Ortak karar faktörü genellikle servet veya mülk sahibi olmaktı, çünkü dul kadının tüm mal varlığı onun ölümü üzerine kocasının ailesine kalıyordu. Aynı zamanda eşsiz bir dindarlık eylemi olarak görülüyordu ve kadını tüm günahlarından arındırdığı, doğum ve yeniden doğuş döngüsünden kurtardığı ve ölmüş kocası ve onu izleyen yedi kuşak için kurtuluşu garantilediği söyleniyordu.
Mücadele
Yüzyıllar boyunca, Hindistan sakinlerinin çoğu Sati uygulamasına karşı çıkmış. Sih dini, kuruluşundan bu yana bunu açıkça yasaklamış. Sati, İslam yöneticileri tarafından da barbarca bir uygulama olarak görülmüş ve birçok kişi bu uygulamayı yasaklayan yasalar ve fermanlar ile bu geleneği durdurmaya çalışmış. Birçok Hindu bilgini Sati'ye karşı çıkmış ve bunu "intihar ve anlamsız boş bir eylem" olarak adlandırmış ve hem kölelik karşıtları hem de Sati savunucuları savlarını haklı çıkarmak için Hindu kutsal metinlerini kullanmış. Bazı tarihçiler İmparator Ekber'in (1556-1605) Sati'yi tamamen yasakladığını söyler, ancak imparatorun uygulamayı şiddetle caydırdığı ancak hiçbir zaman tamamen yasaklayacak kadar ileri gitmediğini belirten bazı argümanlar ise ilk gerçek Sati yasağınn, 1663'te "Babür kontrolü altındaki tüm topraklarda, yetkililerin bir daha asla bir kadının yakılmasına izin vermemesi gerektiğini" belirten bir emir yayınlayan İmparator Evrengzib döneminde geldiğini söyler. Yasağın ardından imparatorluğu ziyaret eden Avrupalı gezginler, yerel yetkilileri rüşvet vererek bu yasağın uygulanmasına izin verebilecek kadar zengin aileler dışında, Sati'nin çok nadir hale geldiğini belirtir.
Sömürgeci Avrupa güçlerinden ilk olarak Portekiz Hindistanı Valisi Afonso de Albuquerque de 1510'da Goa'yı fethettikten sonra yaptığı ilk icraatlardan biri Sati'yi yasaklamak oldu. Bu yasak, 1555'te Brahminler, gemiden yeni inmiş olan Portekiz Hindistanı Valisi Francisco Barreto'yu yasağı kaldırmaya ikna edene kadar sürdü. Bu, yerel Hristiyanlar ve kilise yetkililerinin büyük protestolarına yol açtı. Yasak, Sati'yi teşvik edenlere ek cezalar ile 1560'ta yeniden yürürlüğe girdi. Hollandalılar ve Fransızlar da Sati'yi kendi kaleleri olan Chinsurah ve Pondichery'de yasakladılar. Tranquebar ve Sermapore kolonilerini elinde tutan Danimarkalılar sonunda Sati'yi yasaklamayı başardılar, ancak bu 19. yüzyılı buldu. Yani 18. yüzyılın sonunda, Avrupalıların Hindistan'a akını, Sati uygulamasının daha önce hiç olmadığı kadar incelendiği anlamına geliyordu; misyonerler, gezginler ve memurlar resmi Raj'ın "korkunç uygulamaya" olan hoşgörüsünü kınamış ve bunun sona ermesini talep etmişler.
Yıllar boyunca İngilizlerin Hindistan üzerindeki etkisinden çokça bahsedildi ve Sati uygulamasına gelince, bu karışık bir durum. İngilizlerin Sati'ye dair ilk kaydı, 1680'de sömürge yöneticisi Streynsham Master'ın devreye girip bir Hindu dulunun yakılmasını durdurması. Aynı zamanlarda, diğer İngiliz subaylar da eyaletlerinde bu uygulamayı engellemek veya yasaklamak için girişimlerde bulunmuşlardı ancak (ahlakı ile pek de ünlü olmayan) Doğu Hindistan Ticaret Şirketi'ndeki efendileri tarafından desteklenmediler. Şirketin bahanesi, karışmama politikası izlediği ve Hindu dini işlerine karışma hakkının olmadığıydı. İlk resmi İngiliz yasağı 1798'de geldi, ancak yalnızca Kalküta şehrini etkiledi.
Sati, çevredeki bölgelerde nispeten yaygın olarak kaldı. 19’uncu yüzyılın başından itibaren, Britanya'daki kiliseler ve Hindistan'daki üyeleri Sati'ye karşı kampanya başlattı. Zaten mümkün olduğunca çok sayıda Hint'i dönüştürmeye çalışan Hindistan'daki misyonerler, Sati uygulamasını caydırmayı amaçlayan bir eğitim kampanyası başlattı. Bu kampanyalar, Şirket'i, Sati'yi tamamen yasaklama baskısı altına soktu. 19. yüzyılın başlarında Hristiyanlar ve Hindu reformcuları arasında Sati'ye karşı muhalefet büyümeye başladı. Sorun, tüm Hinduların bir grup yabancı tarafından ne yapmaları gerektiğinin söylenmesine iyi tepki vermemesiydi. Sonuç olarak, Sati vakalarında aslında bir artış olmuş ve 1815 ile 1818 arasında Sati ölümleri iki katına çıkmış. 1828'de Lord Willian Bentinck Hindistan Valisi oldu. Kalküta'ya indiğinde Sati'yi yasaklamanın ahlaki görevi olduğunu açıkça belirtti.
Bazı danışmanlarının ayaklanmaya yol açacağından korktuklarını söylemelerine karşın 1829'da Sati'yi resmen ceza mahkemelerinde cezalandırılabilecek yasadışı bir uygulama olarak ilan eden XVII. Yönetmelik yayınlandı. Hindistan Genel Valisi Lord Bentinck, sağlam bir teolojik temeli olmadığını iddia ederek nihayet bu geleneği tümüyle yasaklamıştı. Pek de şaşırmamak üzere sert bir muhalefet ile karşılaştı. Birçok Hint Hindu bunu geleneklerine ve yaşam tarzlarına bir saldırı olarak gördü. İngilizler bu şikayetleri büyük ölçüde görmezden geldi ve resmi duruş 1829'dan sonra bir daha Sati yapılmayacağı yönündeydi. Gerçekte, Sati tamamen ortadan kalkmamıştı. İngilizler Hindistan'ın tamamını kontrol etmiyordu ve uygulama birkaç yıl daha bazı prenslik devletlerinde devam etti. Ancak o dönemde Hindistan'ın prenslik devletleri de Sati'yi tamamen yasaklamaları için baskı altındaydı.
Raja Ram Mohan Roy, uygulamaya karşı çıkan kilit reformculardan biriydi. 1852'ye gelindiğinde prenslik devletlerinin çoğu Sati'yi yasaklamıştı. En büyük zafer 1846'da Jaipur'un Sati'yi kaldırması ile geldi. Bunun Rajputana bölgesindekilerin Jaipur'un örneğini izlemesine yol açtığına yaygın olarak inanılıyor. Jaipur yasağından dört ay sonra, Rajputana'daki 18 devletten 11'i de Sati'yi yasaklamıştı. 1861'de Sati'yi yasaklayan son devlet Mewar'dı, bir prenslik devleti içindeki son Sati davası ise aynı yıl geldi. Kraliçe Victoria, o yılın ilerleyen zamanlarında tüm Hindistan'ı etkileyen genel bir yasak çıkararak Sati uygulamalarına son darbeyi vurmaya çalıştı. BU ARADA, Sati'nin yasaklanmasının Hindistan dini inançlarına ilk doğrudan "hakaret" olarak kabul edildiği ve bu nedenle Britanya Raj'ının sonuna katkıda bulunduğu da düşünülebilir. Ancak bu konuda ne düşünülürse düşünülsün, 19’uncu yüzyılın birçok Hint yöneticisi bu geleneğin kaldırılmasını memnuniyetle karşılamış.
1800'lerde kaydedilen Sati örneklerinin çoğu "gönüllü" cesaret ve bağlılık eylemleri olarak tanımlanıyordu Kİ Sati savunucularının bugün dahi desteklemeye devam ettiği bir inanç. Ancak, en azından bazı kayıtlı vakalarda kadınların uyuşturulmuş olduğu belirtiliyor. Yanarak ölmenin gerçekliği ortaya çıktığında, birçok kadın kaderlerinden kaçmaya çalışmış ki kaçmalarını engellemek için genellikle cesetlere iplerle bağlanması gibi önlemler ve araçlar devreye sokulmuş. Yasaklanmasının bir sonucu olarak Sati, 19. yüzyılda azalmaya başlıyor ancak Hindistan'ın bazı bölgelerinde, özellikle Hindistan'ın en düşük okuryazarlık oranlarından birine sahip Rajasthan'da varlığını sürdürüyor.
Günümüz
Günümüz Hindistan'ında Sati nadiren açıkça tartışılır. Görünüşte, özellikle büyüyen orta sınıf tarafından utanç verici bir uygulama olarak kabul edilir, uzun süredir yasadışıdır. Ancak özellikle Hindistan'ın kırsal kesimlerinde, 1950'lerden beri pek çok belgelenmiş vaka ile -ayrıca çok daha fazla sayıda başarılı ve başarısız Sati girişimi olduğunu öne süren bazı anekdotsal kanıtlar ile- devam ediyor.
1987'de, 24 yaşındaki kocası öldükten sonra Roop Kanwar isimli 18 yaşındaki bir dul kadın Deorala köyünde diri diri yakıldı. Binlerce kişi onun yanmasını izlemek için toplandı ve onu sadık bir eş ilan etti. Bu olay büyük bir kamuoyu tepkisine yol açtı ve Hindistan hükümetini 1987'de Rajasthan Sati Önleme Tüzüğü'nü yürürlüğe koymaya zorladı.
1987'de ayrıca Sati Komisyonu (Önleme Yasası) kabul edildi. Bu, Sati'yi desteklemeyi, yüceltmeyi veya işlemeyi yasadışı hale getirdi. Birini Sati'ye zorlamak artık ölüm cezası veya müebbet hapis cezası ile cezalandırılabiliyordu ve onu yüceltmek birini yedi yıl hapse götürebilirdi.
Ne yazık ki zaman, önleme yasasının uygulanmasının en iyi ihtimalle tutarsız olduğunu kanıtladı. Sati'nin yeniden yasaklanmasından sonraki yıllarda, birkaç tane daha yüksek profilli vaka yaşandı. Bazı uzmanlar bunları akıl hastalığı ve intihar örnekleri olarak etiketlemeye çalışsa da diğerleri ikna olmadı.
Bu arada Nepal de 1920'de resmi olarak yasakladı. Sati uygulaması, Güney Asya kültüründe yüzyıllardır tartışma konusu. Bazıları bunu kutsal bir gelenek ve bir kadının kocasına olan bağlılığının bir sembolü olarak görürken diğerleri bunu Hindistan'daki ataerkil baskının acımasız bir tezahürü olarak görmekte. Her zaman diğer insanların kültürlerine ve geleneklerine saygılı olmamız gerekirken modern dünyada Sati gibi uygulamalara yer bulmak veya böylesine gerici uygulamaları çağdaş topluma entegre etmek zor. Ki Sati belki de Hindistan'daki tüm uygulamalar arasında tartışmasız en korkunç olanı... Kültür adına savunulan şey en hafif deyiş ile aşırı şiddet eylemi.
İrade eylemi olarak gösterilen Sati olayları için dahi bazı kadınların neden bu çileyi göğüslemeyi seçtiklerini anlamak gerekir. Bu yalnızca ölümden sonra kocaları ile birleşme isteğinden değil, daha çok hayatta olduklarında dul olarak maruz kalabilecekleri barbarlıktan kaçmaktan kaynaklanır. Vrindavan, Varanasi, dul kadınların sürgün edildiği ve hayatlarının geri kalanında dilenmeye zorlandığı yerlerden birkaçı. Genellikle cinsel sömürüye ve diğer insanlık dışı uygulamalara maruz kalabiliyorlar ki insanlar tarafından tanrı adına işlenen bir irade eylemi olarak yüceltilen intihardan başka alternatifleri pek mümkün gözükmüyor...
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish