- Biraz Kafka, biraz Celine, biraz da Camus alayım, ama sos dökün lütfen.
- Tabii ki sayın okuyucum. Onların yanına biraz da Dostoyevski ve Oğuz Atay koydum, benden olsun
Henry James 19'uncu asrın sonlarında "telling", yani "anlatma" tekniğini abartılı derece kullandıkları, okuyucuya pek alan bırakmadıkları, her şeyi bilen, esirgeyen, bağışlayan, yargılayan bir Tanrısal anlatıcı kullandıkları, tabiri caizse gerçekçiliğe aykırı bir tutum takındıkları için İngiliz romanı özelinde bütün bir yansıtmacı-büyük realistleri eleştirmekten geri durmamıştı.
Kendisiyle özdeşleşen "showing"i (gösterme) ve bakış açısı-anlatıcı kiplerini ortaya atarak romanı bir sanat dalına dönüştürmeyi düşünmüştü.
Köprünün altından çok sular aktı ve modernist romancılar onu takip ederek şiirsel romanlar kaleme aldılar ve tıpkı şairler gibi ideal okuyucu peşine düştüler.
Bu bir anlamda burjuva dünya görüşüne ve edebiyatın kapitalist ilişkiler ağı içinde pazarlanma amacına sanatsal bir karşı çıkıştı da.
Böylece estetik değer öne çıkınca okuyucu-yazar kontratı sanat ve sanatçının özerkliği adına iptal edilmiş olur.
Sonrasında postmodernizmin her türlü hiyerarşiyi yıkması ve popüler olanla edebi olan arasındaki farkı okuyucu lehine göz ardı etmesiyle, okuyucumuz alımlayıcı adı altında baş aktör oldu ve zaten kıyamet de ondan sonra koptu.
Postmodern teorisyenler her ne kadar Umberto Eco gibi ideal okurun yorumlarının önemli olduğunu söylese, Barthes gibi yazar-yazan ayrımana gitse ya da Andy Warhol gibi konserve kutusu boyayarak bir mesaj verse de sıradan okur artık hükümranlığını ilan etmiştir.
İster Baudrillard’ın simulakr’ını kullan ister, ister Borges’in mitolojiyi ve efsaneleri temel almasındaki hikmetini konuş, ok yaydan çıkmış ve biçim, imge, gerçek-gerçekçilik gibi tartışmaların yerini bunların simülasyonu almıştır.
İster teist ister deist Tanrı yazarların yerini Tanrı-okuyucular almıştır bile… Eh o zaman "telling", "showing" gibi kavramlara yaslanan yazanlarımız da "SELLİNG" (SATIŞ-PAZARLAMA) uzmanı olacaklardır.
Pazarlama tekniğinin en önemli şiarı ise bilindiği gibi müşteri memnuniyetidir.
Alımlama estetiği bir anda "Müşteri daima haklıdır" a dönüşür.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu yeni tür yazar kimliği biçimle, imgeyle, estetik tartışmalarla meşgul olmak yerine bütün bunların imgesine sığınır, hatta yazar ve şair imgesini taklit etmeye çalışır.
Sonuçta ilk kural pazarlanan ürünün ambalajının da önemli olmasının yanında ürünün ham maddelerinin de sağlığa zararlı olmadığını ispatlamaktır.
Dedim ya bu yeni yazar tipi yazar imgesine sahiptir.
Taklitte bulundukları sanatçılar gerçeğin imgesiyle meşgulken ve sanatın işlevi, biçim içerik sorunları ile uğraşırken; onlar, yazar imgesini öne çıkarırlar.
Öncelikle önemli yazarların hayat hikayeleri, anekdotları, kıyafetleri, hayat tarzları iyice araştırılır.
Sonra gelsin, fularlar, yakada mendiller, arka kapağa uygun hülyalı, derin bakışlar; çalımlı-çelimli yürüyüşler, uygun aksesurlar…
Çoğu zaman ellerinde pipoları olduğunu da hayal edebiliriz, ya da V.Woolf tarzı tavırlar, sanatçı portlerinden fırlamış pozları da eklemekte fayda var.
Polisiye yazanımız Dostoyevski’ye, aşk yazarlarımız biraz tasavvuf, biraz kişisel gelişim aşısıyla Mevlana ve Yunus Emre’ye, terapi seanslarındaki hikayeler yeni Kafkaesk romanlara dönüşmüştür bile...
Biraz daha ciddiler de insan ruhunun karmaşasından tutun, Doğu-Batı ikilemine doğru yol da alırlar. Bütün tuşlara basılmalıdır zira…
Burada asıl dikkat çekmek istediğim husus, tekraren söyleyeyim sanatın imgesi değil, sanatçı/yazar imgelerinin dolaşıma sokulmuş olmasıdır.
Bir başka deyişle bu yeni satış-pazarlama uzmanı yeni nesil yazanlar kuramsal anlamda popüler kültür içinde "SELLİNG" kavramıyla anlaşılabilir. Bu da bir tekniktir ama yazmanın değil, pazarlamanın tekniği.
İster kitap fuarlarında, ister söyleşilerde isterse medya ortamında eserleri hakkında konuşmaktan çok, kendilerine üstad belledikleri yazarları anlatırlar.
Bu tavır, bir yandan entelektüellik iddiasını ortaya koyarken, bir yandan da ezberledikleri ve taklitte bulundukları imgeye bağlı kalmanın getirdiği mecburiyetten de kaynaklanır.
Teknik son derece açık ve seçiktir: Önce dış görünüşünü ve imajını albeniye çevir, sonrasında Tanpınarvari, Kafkavari, Dostoyevskivari, Atayvari konuları seç; onları yağmala ve bütün bunları bir STAR edasıyla pazarla…
"Star" (yıldız) ve "celebrity" (ünlü) kavramlarına özellikle dikkat çekmek isterim.
Popüler kültürün iki önemli kavramı edebiyat camiası için de geçerlidir, Ünlü olmak arzusu ve daima gündemde kalmak zorunluluğundan bahsediyorum.
Nasıl ki popüler şarkıcılar yaz mevsimine doğru bir single bile olsa mutlaka bir albüm çıkarırsa, menejer haline gelen editörler de yazanlarımızdan yazlık, kışlık, ilkbaharlık metinler isteyecektir.
Önemli olan gözden kaybolmamak ve yerini kaybetmemektir, Yazmasam çıldıracaktımın yerini, yazmasam kaybolacak ve unutulacaktım kaygısı almıştır.
Türkiye’de diğer ülkelere nazaran popüler edebiyatın edebi alana sızabilmesini kolaylaştıran en önemli etkenlerden biri, ideolojik karşıtlığa dayalı mahalle dayanışmalarının oldukça güçlü olmasıdır.
Politik dayanışma, estetik dayanışmanın önündedir ve herkes kendi mahallesindeki pazarın güçlenmesinde rol alır.Böylece popülist tavır, daha doğrusu okuyucu dalkavukluğu yalnızca yazarların değil, yazarların birbirleri ile kurdukları ilişkide de geçerlidir. Özellikle sosyal medya kanalıyla birbirlerine gönderilen kitaplar, albenili yorumlarla tanıtılarak dolaşıma sokulur.
Şİmdi diyeceksiniz ki popüler kültürün hakim olduğu ve postmodernizmin estetik olanla bayağı olan arasında bir ayrım gözetmemesi bütün bir dünya edebiyatında da geçerlidir.
O halde bu derece sert bir dil kullanmanızın ne amacı var?
Öncelikle sert bir dil kullanmadığımı ve kuramsal bir eleştiri yaptığımı söylemeliyim.
Neyse şöyle bir farkı var efendim. Batı’da da elbette çok satan bestseller diye anılan kitaplar ve star yazarlar var.
Dan Brown, S.King, Rowling v.s. Bunlar cidden milyonlarca okuyucusu ve hayranı olan bestseller yazarlardır...
Fakat bizden farkları, hiçbirinin söyleşilerinde, yazılarında kendilerini Dostoyevski ya da Kafka ile kıyaslamamaları, Nobel hayalleri kurmamaları, bir başka deyişle edebi değer peşinde olmamalarıdır.
Popüler yazar kimliğini hiç çekinmeden, gücenmeden, kızmadan kabul ederler.
Popüler yazar ve eser imgesini taklitte bulunurlar bizdeki gibi edebi yazar imgesini değil...
Adı geçen Batılı yazarlar, kitap fuarına ya da medyada bir söyleşiye gider gibi üniversite etkinliklerine katılmazlar veya gitseler de dinleyici kitlesini hesaba katarak, fanlarıyla değil, eleştirel bir okuyucuyla muhatap olduklarının blincindedirler.
Eleştirel okuma yapabilecek bir dinleyici kitlesinin, bakın dinleyici diyorum zira muhtemelen onun sadık okuyucuları değillerdir ve sorular magazin boyutunu da elbette aşacaktır.
Bu farklı tutumun en önemli nedeni Batı’da yüksek kültür ve popüler kültürün taşıyıcı ve temsil edici unsurları birbirini beslese bile ayrı işlevlere sahiptir.
Kompartımanlar ayrıdır. En azından popüler kültür ürünlerini yüksek kültür tüketse bile, ondan bir dünya görüşü edinmez, uğrar geçer…
İlgilenir, inceler, edebiyat bilimi çerçevesinde kuramsal bir yaklaşımla çözümler; bizde olduğu gibi ister ortaöğretimde ister yükseköğretimde olsun, söyleşi yapılan popüler yazarın etrafında pop yıldızı muamelesinde bulunulmayacaktır.
Geçenlerde bir üniversite etkinliğinde bir sosyal medya fenomeninin davet edilmesine dair yapılan yorumları hatırlarsınız.
Yakışıklı bir güvenlikçimizin üniversiteye teşrifini olumsuz anlamda eleştirmeyenler ve hatta etrafında pervane olan hocasıyla öğrencisiyle izleyiciler daha masumdur, çünkü popüler kültürün bütün özelliklerine sahiptir ve en azından arkadaşımız kendini Bob Dylan ya da Neşet Ertaş olarak lanse etmemiştir.
Peki ya üniversite etkinliklerini dolduran Oğuz Atay, Dostoyevski, Baudlaire imajlı yazarlara ne demeli?
Biz BİLGENCE peşindeyiz demek yerine insan, toplum, tasavvuf, din, ideoloji gibi artık aklınıza ne gelirse her konuda ahkam kesmeleri ve asla popüler kavramının asıl anlamını kabul etmemeleri daha büyük bir sorun değil midir?
SELLİNG (PAZARLAMA/SATIŞ) için gerekli teknikler:
Okuyucuya dalkavukluk ve her konuda uzlaşı: Konser, affedersiniz konuşmada dinleyiciyi pohpohlama (bütün sahih yazar/şairler hakkında anlatılan anekdotlar onların okuyucularını ciddiye almamaları, hatta hakarete bile varabilen diyaloglara girmeleri üzerinedir)
Her konuda bilgi sahibi olmaları: Muhafazakarı ve seküleriyle hemen her meseleye çözüm getirirler.( J.L Borges ve Tarkovski, Atay, Tanpınar ise cahilin tekidirler, çözümü hiç bilmezler
Şairane üslup: Cümlelere takla attırıp bizi kendimizden geçirirler. (Halbuki Kafka büyük bir beceriksizlikle "Bir gün uyandım ve kendimi böcek olarak buldum" gibi bir cümleyle başlıyor. Eh olmadı..)
Ez cümle şunu söyleyebilirim ki, popüler kültür ve edebiyat asla zararlı değildir; zararlı olan kullanma kılavuzunun belirsizliği ve kime hitap edildiğinin göz ardı edilmiş olmasıdır.
Zira en düşük, bayağı diyebileceğimiz bir eser bile beğeni düzeylerine göre sağaltıcı işleve sahiptir.
Dolayısıyla Batıda da popüler edebiyat SELLİNG Sistemine göre işler, yani ileri kapitalizmin kuralları işler.
Bir farkla ki satışa sunulan ürün ve ürünün sahibinin kalite değerleri belirgindir.
Dikkat ediyor musunuz, bir zamanlar LAEDRİ yazarlar/şairler vardı, yani kimin söylediği belli olmayan eserlerin altındaki imzalar; şimdi ise LAEDRİ eserler var; diğer deyişle YAZAN bütün heybetiyle, karizmasıyla, imajıyla ortada; ama ortada eserden eser yok.
Türkiye’de yalnızca edebiyat alanında değil, hemen her alanda tersi söz konusudur.
Örneğin popüler tarih kitapları, sıradan insanlar için elbette bilgilenme ihtiyacını karşılaması gerekirken, akademiyi de etkiler hale gelmiştir, ya da sosyoloji, felsefe gibi alanlardaki popüler yorumlar o konuda çalışma yapacak olanlar için de kaynak halini almaya başlamıştır.
Popüler kültür ile ilgili bilimsel kitaplarda akademi mensupları ve eleştirmenlerin yüksek kültüre sahip oldukları üzerinde durulur. Fıkra bu kadar…
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish