19'uncu yüzyıl 5 asırlık ömrüyle Osmanlı Devleti'nin; değişen dünya dengelerinde siyasi, iktisadi ve askeri anlamda Batı ve Rusya'ya karşı mağlubiyetlerle dolu acılı son dönemi olurken, 23 Temmuz 1908 ise Osmanlı medeniyet saatinin zorla durdurulduğu bir tarih oldu.
Bundan sonraki 10 yılda ise Osmanlı'nın, önce Balkan-Kafkasya kollar kesilmiş ardından da Libya-Mısır, Mezopotamya'dan Yemen'e kadar olan göğsünden ayaklarına kadar olan Bereketli Hilal Bölgesi işgal edilmiştir.
İslam dünyasının kalbi ve kafası olan İstanbul ve Anadolu da cebren ve hileyle kontrol altına alınmıştır.
Abbasi ve Selçuklu mirası üzerinden, Osmanlı'ya ana rahmi olan Kütahya-Bursa ve Eskişehir üçgeninde doğan Osmanoğullarının beylikten devlette geçtiği (1299-1453) yılları arasında, Anadolu ve Balkanlar üzerinden Yıldırım hızıyla bir ergen gibi ayağa kalkarken, olgun Timurla yapılan Ankara savaşı sonucu oluşan fetret dönemine girse de (1402-1410), kısa sürede tekrar aynı yoldan İstanbul'u fethettiği dönem (1410-1453), sonraki iki asırda da (1699-1711) aynı anda iki cepheli savaşları yürütebildiği ve kendini Batı'dan üstün gördüğü görülmüştür.
Yönünü ilk kez Asya'ya çeviren Yavuz Sultan Selim (1512-1520) ile İran ve Memluklülere karşı Sünni İslam Dünyası'nı (Kürd ve Arap 1517-1917) yıllarına kadar kontrol ettiği görülmüştür.
Bu dönem özellikle, (1517-1839) tarihleri arası milleti hâkime olan Müslümanlar açısından “Altın Dönem” olarak görülmüştür.
Bu sürecin sonunda, Mescid-i Aksa ve Ayasofya'nın tepesine haç takma yarışına giren Rusya ve Avrupa arasında, Boğaz'ın "hasta adam"ı olarak anılmasına rağmen hala medeniyet üretme kapasitesine sahip, sömürgeci Batılıların Karunluğuna rağmen, idari ve manevi olarak Batıdan üstün olan, Balkanlar ve Ortadoğu'daki 4 asırlık Osmanlı barışı (Pax-Ottoman), Fransız İhtilali'nin bulaşıcı hastalıklarıyla (ırkçılık ve ideolojik düşünceler), Özi'den Mora'ya-Van'dan Cezayir'e kadar, daha önce Endülüs ve şimdi Gazze'de yaşanan coğrafyada, Batılı güçler tarafından intikam ve petrol hırsıyla Sykes-Picot anlaşmasıyla (1915) parçalanmıştır.
Başta Filistin, etnik, mezhep ve terör sorunu olmak üzere bugünkü sorunların temel kaynaklarından biri de bu son dönem görülmektedir.
Çünkü Batı Dünyası, Çanakkale'de de yaşadığı son hezimet gibi İslam coğrafyanın kontrolünü ancak “Parçala, Savaştır ve Yönet” (PSY) stratejisiyle yapabilmektedir.
Üzerinden bir asır geçmesinden sonra (1917-2025) Endonezya'dan Fas'a, Kırım'dan Yemen'e-Mali'den Afganistan'a kadar, İslam dünyasında Gazze'da akan kana rağmen tıpkı Moğollar ve Haçlılara karşı yeniden Kürd, Türk ve Araplar arasında Woltran'ı oluşturan (Selahaddin'i Eyyubi, Yavuz Sultan Selim ve Abdülhamid) ve bir asır sonra Osmanlı'nın kurulması gibi yükselen Türkiye liderliğinde 21'inci yüzyılda yeni tarihi bir süreç yaşanmaktadır.
Bu süreç, Adnan Menderes (1950/60) ve Turgut Özal (1983-90) ile başlarken ve Çankaya'dan Külliye'ye taşınan ve halk tarafından ilk kez doğrudan seçilen başkan ve gerçek manada bir cumhuriyetle, Recep Tayyip Erdoğan döneminde askeri, siyasi ve özellikle 15 Temmuz karşı darbesiyle, pasif muhafazakâr ve hasta adam psikolojisi kırılmış, yerine proaktif iç ve dış siyaset kurulmuştur.
Bu yeni siyaset, tıpkı ergenlik ve olgunluk dönemindeki Osmanlı ruhunu çağrıştırmaktadır.
Benzeri süreç Asya'da da 1860 yılından itibaren Japonya'da Meiji ile başlarken, Asya kaplanları (1960), Hindistan ve Asya'nın ejderhası Çin'in uyanışı ise 1980'lerden itibaren başladı ve bugün Batı alabora olmak üzeredir.
Ancak burada özellikle çekirdek İslam dünyası olan Türkiye, Mısır, Pakistan, İran ve Arabistan arasında hala askeri, siyasi ve adli bir üst kurumsal yapı kurulamadığından, güç boşluğu yaşanmakta ve Batı dünyası, İsrail ileri karakolu üzerinden, hem bölgeyi hem de yüzde 60 enerjisini aldığı ve Çin'in ileri karakolu olan İran'ı kontrol etme ve Çin'i küresel hâkimiyet kurma sürecini (BRI), 2021'de Afganistan'dan çekilmesine rağmen, hızla sürdürmektedir.
Ancak Gazze'deki soykırıma rağmen güneş yeniden Doğu'dan doğuyor.
Bu durum Batı'nın iki asırlık Başat Güç/Super Power konumunu sarsmış durumdadır.
yle ki şu anda Batı Dünyası, ABD ve Avrupa olarak ikiye bölünmüştür.
ABD, kuzey-güney hattından Rusya ile işbirliği yaparken, Avrupa da, özellikle Londra-Pekin hattı ve Hindistan Ortadoğu (IMEC) koridoruyla hasta, yaşlı ama vazgeçilemez bilge(!) konumunu korumaya çalışmaktadır.
Oysa köprünün altından çok sular akmış ve bugün Çin, tek başına dünya üretiminin üçte birini sağlamakta, 6. Nesil savaş uçağı ve nadir elementler alanında kilit konumda bulunmaktadır.
Yapay güneş ve Starlink'ten 100 Gbps kat daha güçlü veri aktarmakta ve birkaç milyon dolarlık şirketlerle ABD'nin milyar dolarlık şirketlerine meydan okumaktadır (ChatGPT), Elektrik araçları Avrupa'nın asırlık fabrikalarını kapatmaktadır.
Hindistan'ın sömürge ve zulüm dolu Batı tarihine rağmen, Batı'ya mankurt olma sürecinin aksine Osmanlıyı da aşan bir coğrafyada Türkiye; Arap Dünyası, Balkanlar, Kafkasya, Türk Dünyası, Karadeniz, Rusya, Libya, Çad, Sudan ve Somali üzerinden Endonezya'ya kadar bir kilit rol coğrafyada oynamaktadır.
Son 20 yılda her alanda çağ atlayan Türkiye'de sadece son bir haftada kamuoyuna açık şekilde 3 önemli tarihi süreç yaşandığı görülmektedir:
- İstanbul'da Rusya-ABD görüşmesine ev sahipliği,
- Terörsüz Türkiye yolunda DEM Heyeti ve Cumhurbaşkanı görüşmesi,
- 140 ülkeden 20'den fazla devlet Başkanı, 60 dışişleri bakanı, 60'tan fazla uluslararası örgüt temsilcisi ve 500 civarından temsilcinin katıldığı küresel toplantı yapılmıştır.
Bu, sağında ve güneyinde kan gölünün oluştuğu medeni ve demokrat Avrupa'da düşünülemeyen bir siyasi faaliyettir.
Avrupa, sadece siyahi gençleri ve Asya'da evlerini yıktığı mültecileri denize atmakla ve Antalya Diplomasi Forumu'nda (ADF) Dünyaca bilinen kalkınma ekonomisti ABD'li Prof. Jeffrey Sachs, “Suriye'de savaş ABD Başkanı Obama'nın emriyle başladı, Esad diktatörlüğünden kaynaklanmadı” ifade ettiği gibi, fakir ülkeleri yıkmakla uğraşmaktadır.
Oysa aynı süreçte Batı'nın ev sahipliği yaptığı Dünya'nın en zalim ve kanlı örgütü olan PKK'ya karşı, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin basiretli çağrısıyla başlayan Terörsüz Türkiye, faaliyetleri kapsamında ilk kez DEM-Erdoğan görüşmesi yapılmıştır.
Böylece 6 ay önce başlayan ve on yıl önce yarım kalan “çözüm süreci” ilk kez cumhurbaşkanlığı makamında MİT Başkanı'nın da katılımıyla sahiplenmiş oluyordu.
Böylece, Bahçeli'nin gerekirse Öcalan'ın Meclis'te konuşsun çağrısından sonra PKK, “silah bırakma kongresini gelsin 20 Mayıs'ta Malazgirt Ovası'nda yapsın” çağrısı, 1071'de Bizans'a karşı Kürd ve Türk ortak zaferi olan Malazgirt Zaferi'ni (1071) çağrıştırması açısından tarihi önemdedir.
Cumhurbaşkanı ile görüşmesinden sonra Sırrı Süreyya Önder'in, “Dünden daha umutluyuz” ifadesi konunun geldiği noktayı göstermesi açısından, sürecin mutlaka çözülmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Böylece Türkiye artık hem içerde hem bölgesinde hem de küresel anlamda, çoğu PSY için üretilmiş sorunları çözme başarısı göstermesi açısından Pax-Ottoman yolunda önemli bir adım daha atmış oluyor ki; siyaseten çözülmüş bir sorun (Conflict Resoliation) askeri anlamda kazanılmış zaferden daha büyük görülmektedir.
Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ADF'de “İsrail, Suriye devrimini dinamitliyor.
Suriye'nin istikrarsızlığına göz yummayız.
Sessizliğimiz kimseyi heveslendirmesin ve "Dünya, 5'ten büyüktür."
Türkiye Yüzyılı açısından tarihi önemdedir.
Libya, Etiyopya, Suriye, Irak, Somali ve Sudan sorunlarını çözen, Dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip olan 400 milyonluk Endoneyza devleti şerefine, yerde TOGG'lar ve atlarla ve havada Gökbey helikopterlerince karşılanan ve bir günde 16 anlaşmanın imzalandığı Endonezya Devlet Başkanı Subianto'nun “Türkiye'yi Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı olarak görüyoruz. Batılılar bize saldırırken Osmanlı bize desteğini ve silahını göndermişti. Türkiye, bize göre en büyük Müslüman Medeniyetidir” ifadelerinin sarf edildiği aynı günde, Osmanlı'nın payitahtında, 70 yıllık esaretten sonra Aya Sofya Büyük Camii'nin hemen karşısında, Rusya ve ABD, Avrupa'ya rağmen Ukrayna konusunda görüşmelere ev sahipliği yapmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye Yüzyılı'nda yumuşak gücün (soft pwer) sert güç (hard power) kadar önemli olduğu günümüzde, iki asır önce İstanbul'da yıllarca yaşayan Demirbaş Şarl ve Macar Milli Ayaklanması'ndan kaçıp Osmanlı'ya sığının ve hala Kütahya'da evi müze olan Macar Lajoş Kossuth (1850-51)'u isteyen Ruslara karşı, “Tacımı tahtımı versem de bana sığınanı vermem. Gerekirse Rusya'ya savaş ilan ederim” mesajını veren Osmanlı ruhunun devam olduğunu ve 21'inci yüzyılın Türkiye Yüzyılı olma sürecinde büyük adımlarla ilerlediğimizi rahatlıkla görmekteyiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish