Filistin... Direniş, dayanışma ve yaşam! (1)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: newarab.com

Büyük insanlığın tarihi mirasıdır... Savaş ölümlerle, katliamlarla, hatta soykırımlarla kaybedilmiyor aslında. Savaş, böylesi insanlık suçu işleyerek kazanacağını sanan zalim düşmanlarını taklit edince kaybediliyor.

İkinci Dünya Savaşı'nın başta gelen mağdurları, bugünün İsrail muktedirleri, Gazze'de Filistin halkına karşı sürdürdükleri insanlık dışı savaşı kaybettiler...

Onlar zalim Nazi düşmanlarını taklit ettiler, onlara özendiler, onlarla benzeştiler.

Sonuç olarak farkları kalmayınca, tarih ve toplum önünde kaybettiler…
 

 
İşgale karşı direniş meşru!

İsrail devletinin dünya tarafından tanınan hukuki meşruiyeti 1967 yılı öncesinde sahip olduğu topraklarla sınırlı.

1967 yılında gerçekleşen Altı Gün Savaşı'nda işgal ettiği toprakların İsrail'e ait olmadığını uluslararası hukuk, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı hüküm altına aldı. 

Bu bağlamda Bati Şeria, Doğu Kudüs, Sina Yarımadası, Golan Tepeleri ve Gazze Şeridi İsrail toprağı olarak kabul edilmedi.

22 Kasım 1967'de kabul edilen 242 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı; "savaşla toprak elde edilmesinin kabul edilemeyeceğini, İsrail silahlı güçlerinin son ihtilafta işgal ettiği topraklardan çekilmesini, bütün saldırganlık iddialarının veya durumlarının ortadan kaldırılmasını, bölgedeki tüm devletlerin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına, güvenli tanınmış sınırlar dâhilinde barış içinde yaşama hakkına saygı gösterilmesini" talep ediyordu. 

Bu son talep Arapların İsrail'in var olma hakkını tanımasına atıfta bulunuyordu.

Batı Şeria ve Gazze'de sömürgeleştirme harekâtını sürdüren İsrail, ısrarla, BM'nin çekilme talebindeki "topraklar" ifadesinin kesin bir anlam içermediği ve bu yüzden de İsrail'in 1967'de işgal ettiği Arap topraklarından çekilmeme izni olduğu, zira söz konusu toprakların Arap saldırganlığına karşı bir savunma savaşında işgal edildiği iddiası, BM kararındaki "Savaşla toprak elde edilmesinin kabul edilemeyeceği" 1 vurgusuyla geçersizleşmekteydi.
 

Abed Rahim Khatib_AP.jpg
Fotoğraf: Abed Rahim Khatib/AP

 

Filistin'in kurtuluşunun açmazları

Filistin halkı 75 yıllık direnişine karşın neden özgürleşemedi? 

Bunun başlıca nedeni İsrail...

Yanı sıra emperyalist Amerika'nın İsrail'e verdiği askeri-teknik, siyasi-diplomatik vd. destekler.

Amerika'nın siyasi-ekonomik yönetim katlarında Yahudi ağırlığı güçlü.

Buna paralel Amerika'da Yahudi lobisi de güçlü.  

Amerika'nın Ortadoğu siyasetinde, İsrail'in özel bir stratejik önemi var.

İsrail'in aynı zamanda Amerika, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere, dünya siyasetinin belirlenmesinde belirleyici rol oynayan emperyalist devletlerin Ortadoğu'da ileri karakolu olduğunu;

Ortadoğu'nun da dünyanın en stratejik bölgelerinden biri olduğunu akılda tutmak gerekiyor.


İkincisi, Ortadoğu'daki İslam ülkeleri, İran bir kenara bırakılırsa, başta Körfez ülkeleri olmak üzere emperyalizme bağımlı ülkeler.

Filistin'e olan destekleri kontrollü, ancak yaşamını sürdürecek düzeyde, İsrail'i yenecek düzeyde olmuyor.  

Bu bağlamda mesele sadece emperyalizmin kontrolü değil, Filistin'in kurtuluşunun kendi

Ülkelerindeki en azından demokratik eğilimleri güçlendireceği, kuvvetler ilişkisini değiştirebileceği gibi bir öz kaygıları da var.

1950-90'lı yıllar Amerikan emperyalizmi ile Sovyetler Birliği arasında süren Soğuk Savaş yıllarıydı.

Filistin halkını temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) temel tercihi, Filistin'deki diğer sol, sosyalist örgütlerle birlikte Sovyetler Birliği ve ilerici-devrimci hareketlerin safında durmaktı.

1990'lı yılların başında Sovyet sisteminin çökmesi, dünyadaki kuvvetler ilişkisini temelden değiştirdi.

Ortadoğu'da da kuvvetler ilişkisi değişti, FKÖ zayıf düştü. Sovyet sistemi ve sosyalizmden doğan boşluğu, Amerikan emperyalizminin "yeşil kuşak" siyaseti eşliğinde siyasal İslam'ın yükselişi doldurdu.

FKÖ'nün zayıflaması, Filistin davasının parçalanmasını getirdi. İsrail, bu parçalanmayı teşvik etti.

Bugün İsrail ile savaşan Hamas İsrail'in o dönem izlediği böl-yönet politikasının yarattığı bir sonuç olarak hareket sahası kazandı, güçlendi.           


Üçüncüsü, zamanın ruhu değişmişti. Zaman eşitliğin, özgürlüğün, adaletin zamanı değildi.

Filistin halkı, emperyalizmin neoliberal politikalarının da etkisiyle yoksullaştı, yoksunlaştı.

Bütün bu olumsuz koşullarına karşın kadim topraklarını terk etmiyor, kan ve ateş altında hayata tutunmaya çalışıyor…
 

aa.jpg
Fotoğraf: AA

 

Aksa Tufanı beklendik miydi?

Aksa Tufanının gerçekleştiği 7 Ekim 2023 tarihinin 6 ay öncesinden itibaren Kahire ve Tel Aviv'de Mısır heyetinin arabuluculuğu ile Hamas'ın rehin aldığı dört İsraillinin pazarlığı sürüyordu. 

Aksa Tufan'ının yapılacağı gecenin akşamı da devam eden bu pazarlık bir noktada tıkanıyor.

İsrail heyeti Gazze üzerindeki ambargoyu hafifletmeyi rehinelere karşı ileri sürerken, Hamas kara ve deniz yolundan Gazze ile diğer Filistin toprakları arasındaki kapının açılmasını istiyor. 

Anlaşamıyorlar.

İsrail heyeti "rahattır";

"Her zamanki gibi alışılagelen roket saldırılarını yaparlar. Roketler 'Demir Kubbe'yi aşamaz, sonra gelirler ve kalınan yerden görüşmeler devam eder. Son teşebbüsleri de etkisiz kaldığından bizim koşullarımıza göre rehineleri vermek zorunda kalırlar" şeklinde düşünüyor.

Hamas tam da buna uygun davranıyor. 

Roketler atılıyor ama Hamas görüşmeye hemen dönmüyor. Bir süre bekliyor. İsrail heyetini rahatlatmak istiyor. 

Bütün bu yönlendirici tutum ve rahatlatmalar sonrasında, İsrail heyetinin gerçekten beklemediği biçimde kara ve denizden hepsi aynı anda olmak üzere 5 bin roket İsrail semalarına yükseliyor, "Demir Kubbe"yi parçalayarak İsrail hedeflerini vuruyor.

Buna paralel yüzlerce silahlı Hamas militanı planlandığı gibi İsrail içlerine sızıyor; karakol, kamu binası, yerleşim bölgeleri vd. hedefler alt üst ediliyor.

Kadınlı erkekli, kimisi de resmi yüzlerce İsrailli (aralarında İsrailli olmayanlar da var) rehin alınıyor (Basına 250 ve üzerinde rehin alındığı yansımıştı).

Baskın ve çatışmalarda (buna hazırlıklı olmayan İsrail cenahı) ağır ağır kayıplar veriyor. 

Aksa Tufanı'nın en kısa özetini bu şekilde yapabilirim.

Aksa Tufanı'nın yapılacağı gecenin akşamı Hamas'ın rehine pazarlığını gündemine alması zekice.

İsrail heyetini rahatlatma yerinde. İsrail heyeti öyle rahat ki durumu bir biçimde anlamış olan Mısır heyetinin "Hamas'ın bu gece büyük bir eylem yapacağı" tahmini değil, bilgisini ciddiye almıyor.

Nasıl alsın ki büyük bir eylem yapacağı söylenen bir örgüt aynı gece neden rehine pazarlığına otursun, üstelik aynı gece roket atmış zaten, büyük bir eylem gecesi bunu yapsın...
 

Ariel Schalit_AP.jpg
Fotoğraf: Ariel Schalit/AP

 

Meselenin bir de İsrail karar vericileri ve üst düzey istihbarat boyutu var.

Hamas ile çatışmalarda, yürütülen çeşitli operasyonlardan ortaya çıkarılan sonuç, Hamas'ın stratejik tehdit özelliğini yitirdiği oluyor.

Özellikle 2021 "Surların Muhafızı" operasyonundan sonra, Hamas'ın Gazze halkının insani-sosyal koşullarını iyileştirme çalışmalarına çekilmesi yanı sıra, son 2 yıldır İsrail'e karşı dikkat çekecek bir eylem de yapmaması İsrail üzerinde rahatlatıcı etki yaratıyor.

İsrail karar vericileri Hamas'ı bu haliyle "kabul edilebilir" görüyor ve stratejik tehdit olmaktan çıkarıyor.

Hatta Katar'ın Hamas'a her ay 30 milyon dolar yardım yapmasına göz yumuyor, bir şekilde onaylıyor da (Hamas'ın siyasi liderleri Katar'da).

İsrail karar vericileri ve İsrail istihbaratı tüm bu nedenlerle Hamas'ın ne yapmak istediğini ve buna tekabül eden "büyük eylem" hazırlıklarını takip edemiyor, dolayısıyla meselenin esasının ayırdına varamıyor.

Aksa Tufanı arifesine kadar Hamas'ın korunma ve saldırı tekniği genellikle yeraltı tünellerini kullanmak ve oradan "Demir Kubbe"de parçalanan, etki yaratmayan roket saldırılarıydı.

Hamas'ın bu saldırılarda kullandığı torpidolar ve İHA'ları eklemek gerekiyor.

İsrail, Hamas'ın bu tip çalışma tarzını, korunma ve saldırı tekniğini uygun yollarla teşvik de ediyordu.

Böylece Hamas'ın ateş gücünü, korunma ve saldırı tekniğini takip etmiş oluyor, buna uygun tedbirleri almış oluyordu.

Nitekim Hamas'ın bu saldırılarda kullandığı torpidoları ve İHA'ları etkisizleştirici çözümler bulmuştu.

"Demir Kubbe" böylece giderek güçlendiriliyor, Hamas roketlerine geçit vermiyordu.

Arada tünelleri de etkisizleştirici sabotajlar tamamlayıcı oluyordu. Örneğin, yeraltı ve yerüstünden ulaşılamayacak bariyerleri oluşturmuştu.

Gel gör ki, bütün bu tedbirlere karşın, Hamas başta "Demir Kubbe" olmak üzere, İsrail'in tüm güvenlik tedbirlerini aştı.

İsrail istihbaratını etkisi sınırlı roketlerle, torpidolarla, İHA'larla uyuttu...

İsrail istihbaratını, kendisini kontrol ettiği, ateş gücüne hâkim olduğu, insani-sosyal alana çekildiği görüşüne "ikna" etti.   

Asıl yapmak istediği Aksa Tufanı hazırlıklarını ve nihayet Aksu Tufanı'nı saklama becerisini gösterdi. 

"Demir Kubbe" aynı anda atılan 17 roketi karşılayamıyordu. Hamas ise aynı anda 5 bin roketi ateşledi, yüzlerce silahlı militanıyla İsrail içlerine sızarak harekete geçerken, içeriden İsrail istihbaratına bilgi verecek tek bir insanın olmaması, ünlü İsrail istihbaratının, istihbarat olarak yenilgisinin tescili oldu. Büyü bozuldu...

Amerikan-İsrail işbirliğinin sınırsız devlet olanakları ve teknolojisinin insani yaratıcılık karşısında çaresizliğini bütün dünyaya faş eden bir operasyon oldu Aksa Tufanı. 

Bilinmeyenlerin de bilinenlerden fazla, detaylarda saklı yaratıcılıklar, beceriler açığa çıktıkça kapsamı daha iyi anlaşılacak bir operasyondu da aynı zamanda Aksa Tufanı.  

İşte İsrail kırmızıyı görmüş boğalar gibi halka saldırıyor. Kadın, çocuk, hasta, yaşlı ayrımı yapmadan saldırması, ama asıl muhatabı olan Aksa Tufanı'nın düzenleyicilerine ulaşamaması İsrail'in zayıflığı...

Onca teknolojik üstünlüğüne, ateş gücüne karşın 1,5 ayda ancak Gazze merkezine girebilmesi zayıflığını katlıyor.  

Nerede o 1967'de birkaç Arap ülkesini birden yenen İsrail?

İşte Gazze hala işgale direniyor, Hamas'ı yenemedi...

Tel Aviv'den, Batı Avrupa'ya, Amerika'ya kadar halklar ayakta...
 

Liesa Johannssen_Reuters.jpg
Fotoğraf: Liesa Johannssen/Reuters

 

Aksa Tufanı sonrası İsrail halkı…

Hükümet firarda! Ülke protestocular tarafından gayet iyi idare ediliyor.

Aksa Tufanı'nın hemen sonrasında hayatın hemen hemen her alanından 620 İsrail yurttaşı ile yapılan araştırma anketinde, yüzde 86'sı saldırıdan, yüzde 94'ü güvenlik zafiyetinden dolayı kendi hükümetini sorumlu tutuyor, yüzde 56'sı ordunun başlattığı savaştan sonra Başbakan Netanyahu'nun istifasını istiyordu. 

Genel bir eğilim olarak İsrail yurttaşları böyle bir saldırıyı eklemediği bir durumla karşılaşmaktan doğan genel bir toplumsal şok hali içine düştü.  

Ordu ve hükümet de beklemiyordu ve iki cenah da şaşkındı.

Aksu Tufanı halka Nazi Almanya'sındaki saklanma zamanlarını hatırlatmıştı.

Derinlerdeki travmanın dışa vurumu yaşanıyordu. Kendini çok güvende hisseden halk, bir anda aslında çok güvensiz bir ortamda yaşadığını hissetmenin travmasını yaşıyordu. 

Aksa Tufanı'nın en önemli etkilerinden biri halkta barış içinde yaşama duygusunu öne çıkarmasıydı.

Halk içinde militarist söylemlere kendiliğinden tepkiler ortaya çıkıyordu. 

Filistin topraklarına dünyanın muhtelif ülkelerinden gelen-getirilen yerleşimciler (yerleşimciliğin işgalcilikle eşdeğer olduğunu belirtelim) korku ve kaygıya kapılıyor, "güvenlik ve hayatta kalma kaygısı" tavan yapıyordu.

Bunun da bir sonucu, pek uzun olmayan bir sürede 400 binin üzerinde İsrail yurttaşı Avrupa ve Amerika'ya göç yoluna düşüyorlardı.

Öte yandan, İsrail ile Türkiye'nin nüfus kıyaslamasına bağlı olarak, İsrail'in 300 kişiyi kaybetmesi, Türkiye'nin 11 bin 770 yurttaşını kaybetmesine eşdeğerdi.

Aksa Tufanı hadisesinden sonra her İsrailli yurttaş özellikle tekrar güven duygusunu kazanmak, güven içinde yaşamak istiyor.

Bir daha bu saldırıların yaşanmaması için orduyu destekliyor.

Uzunca bir süredir Netanyahu'nun anayasal kapsamda özgürlükleri daraltma tutumuna karşı protesto yürüyüşü yapan çeşitli kesimlerden laik, ilerici gruplar Aksa Tufanından hemen sonra bu eylemlerine son verdiler...

Hiç vakit kaybetmeden ilk günden harekete geçtiler. Kaybolanlar için bilgi toplamak, Gazze şeridine yakın bölgede-bölgelerde yaşayan, hükümet tarafından tahliye edilmesi gerekmediği düşünülenleri güvenli yerlere tahliye etmek, yiyecek, giyecek, ihtiyaç malzemesi sağlamak için güneyde bir merkez kurdular.

Tüm bunlar hükümetin yapması gerekenlerdi ancak yapmadı. 

Halkın genel duygusu "Hükümet firarda! Hükümet ve ülke protestocular tarafından gayet iyi idare ediliyor!" şeklindeydi. 2

Bu gruplar giderek kitleselleşti, an itibarıyla on binler Telaviv caddelerinde ve sokaklarında Netanyahu katliamcılığını protesto ediyor.

Protesto yürüyüşlerine çok sayıda katı Musevi inançlı İsrail yurttaşları da katılıyor.    

Aksa Tufanı "şok"undan sonra Netanyahu üzerinden Nazi Düşmanlarıyla benzeşme hali İsrail'i halkını halk olarak derinden sarstı.

"Belirsizlik" ve "güvensizlik" biçiminde dışa vuran bu durumun etkileri aşağı çekilmeden, toplum belirli "normalleşme" sürecine sokulmadan, İsrail devleti kendi ölçüleri içinde tavizkarlık barındıran yurttaşlarının hayatına karşı sorumluluk duyma bağlamında rehine takası vb. sorunları umursamadı.

İsrail'in düşman düşman bildiklerince rehin alınan yurttaşlarına karşı duyarlı olduğu tutumunun abartılı bir efsane olduğu da deşifre oldu.

Mesela, Hamas'ın hapishanesi yok, İsrailli rehineleri taraftarlarının evlerinde barındırıyor.

Ayrım yapmadan evleri füze ateşine tutan İsrail, kendi yurttaşlarından onlarcasının hayatına son verdi.

Hani kendi yurttaşlarına karşı hassasiyet? Bu mu?
 

r.jpg
İsrailli rotestocular, Hamas'la savaşın ortasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun görevden alınması çağrısında bulunmak üzere Netanyahu'nun evinin yakınında toplandı, 4 Kasım 2023 / Fotoğraf: Reuters

 

Takip altında yanlışlıkla bir festivale girdiğini fark edince, kalabalığa karışarak izini kaybettirmek isteyen Hamas'lıları yok etmek için İsrail ordusu çocuk, genç, kadın, yaşlı ayrımı dahi yapmadan festivali bombalaması sonucu onlarca sivil insanın hayatını kaybettiğini İsrail'in en itibarlı gazetelerinden Akrobat açığa çıkardı ve yazdı.

Çok daha iyi anlaşıldı ki İsrail devleti öncelikle bir "askeri garnizon ve misyon Devleti".

Sınır tanımaz şiddetin, içselleşmiş bir vazgeçilmezi olarak kurumsal kimliğe büründüğü bir devlet...

İşte İsrail ordusu Gazze'de böyle bir şiddeti sınırsızlığa varan bir ölçekte kullanıyor.        

İsrail karar vericilerinin, istihbaratının, komuta kademelerinin, Netanyahu ve benzerlerinin Nazilerle benzeşen yanları var, ölümüne karşı oldukları düşmanlarına benzemişler.  

Kadr-i mutlak güvenlik ve birer güç devşiriciliğine dönüştükleri o kadar açık ki...
 

Mostafa Alkharouf_AA.jpg
Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA

 

Gücün hakkı mı, hakkın gücü mü? 

Elbette bu böyle sürdürülemez.

En azından şimdilerde istemedikleri halde rehine takası gündeme geldi, Netanyahu ve diğer İsrail muktedirlerinin tüm "oyunbozanlığına" rağmen...

Katar ve Mısır'ın öncülük ettiği "geçici ateşkes" bir ölçüde uygulanabildi.

4 günlük ateşkes sürecinde yine insanlar öldü ama hiç olmazsa daha az ölmesi teselli verdi.

Tüm engellemelere ve sınırlamalara rağmen, halka yüzlerce tırla halka insani malzeme taşınabildi.

Bir kısım rehinede karşılıklı serbest bırakılabildi.

Gazze ve İsrail halkı ile rehine aileleri memnun, ama ya Netanyahu?

Katliama ara vermek zorunda kaldığı için kanımca son zamanlarının en mutsuz günlerini yaşadı...

Ateşkes sürecinde dahi ölüm çığırtkanlığı yapıyordu:

"Savaşa devam edeceğiz";

"Hamas'ı ortadan kaldıracağız";

"Gazze'de İsrail'i tehdit eden hiçbir unsurun kalmayacağını garanti edeceğiz"...  


Peki ya ABD Devlet Başkanı Joe Biden?  

O da uzun süreli bir savaş ve ölüm sürecinin hesabı içinde, "Anlaşma savaşın sürmesi için orduya zaman kazandıracak" diyordu.

Anlaşılan emperyalist "kan seviciler" öldürmeye ara vermek zorunda kaldıkları için mutsuzlardı, ama öte yandan geçici ateşkes antlaşmasını güç toplamak, çok daha kapsamlı bir savaş yürütmek için kabul etmek zorunda kaldıklarında dolayı da kendilerini rahatlatıyorlardı.

***

İsrail'in doğrudan, Amerika'nın dolaylı savaşı her iki devleti de yıpratmıştı.

Karşılarında duran Hamas, netice de bir örgüttü...

Batının belirleyici emperyalist güçlerinin hemen hepsinin desteği ceplerinde idi ama halk ve Hamas direniyordu işte...

İsrail 1,5 ayda ancak Gazze merkezine girebilmişti. Yanı sıra, rehinelerin İsrailli ailelerinin hareketi, Tel Aviv'den Batı Avrupa'ya, Kuzey ve Latin Amerika'ya bir de Mandela'nın Güney Afrika'sına kadar halklar ayağa kalkmış, protestoları büyüyor, yıpratıyordu.

Haksız bir savaşı kazanmak için güçlü olmak yetmiyor işte!..

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU