Ciddi bir "beka" tehdidi olarak demokrasiyi içine sindirememek

Dr. Onur Alp Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Ana Yael

Demokrasi zor zanaattır. Birand'ın meşhur belgeselinin başında söylediği gibi ifade etmek gerekirse "Dünyanın en narin çiçeğidir" hatta.

Türkiye'de siyasi tarihimize baktığımızda bu "narin çiçeği" yaşatmakta çok da başarılı olmadığımızı görmemiz mümkün.

Üstelik bu çiçeğin tarihte de bugün de solmasında hiçbirimiz kendimize ya da yakın bulunduğumuz tarihsel figürlere pay çıkartmayıp, sürekli olarak karşı tarafı suçlama eğilimindeyiz.

Ancak sormamız gereken ya da Türkiye'ye dışarıdan ve dolayısıyla duygusallaşmadan, daha soğukkanlı değerlendirmeler yapabilen araştırmacıların sorduğu soru şu:

Türkiye'de neden her vesayetin alternatifi yeni bir vesayet oluyor ya da Türkiye'de sistem neden bir türlü demokrasi üretmiyor? 


Şerif Mardin, Frederick Frey ve Metin Heper gibi araştırmacılar, bunu bireysel toplumsallaşmalarımızın siyasal sahada eylememizle ortaya çıkardığı siyasal kültür kodlarımıza bağlarlar.

Sonuçta iktidar ve muhalefet arasında demokrasinin ne olup ne olmadığıyla ilgili asgari müştereklerin olduğu, Batı'dakinin aksine bu ikili arasında aşılmaması gereken centilmenlik sınırlarının çizildiği bir konsensüs oluşmazken; kamu gücünü eline geçirenin diğerini boğduğu bir konjonktür varlığını sürdürür.

Bu son konjonktürün oluşması, yapılan bir tercihle ilgilidir. Centilmen anlaşmalara dayanan demokrasi, siyasi partiler arasındaki rekabeti içerir.

Dolayısıyla iktidarlar, yaptıkları olumlu şeylerin olduğu kadar, olumsuz şeylerin de maliyetinden sorumlulardır.

İradi iyiliğe, utanmanın gücüne ve centilmenliğe dayanan demokratik düzenlerde ikincisinin maliyeti ilkini aştığında iktidarlar, seçmen davranışı değiştiği için ellerinde tuttukları gücü barışçı yollarla muhalefete devredeceklerdir. 


Bu, demokrasinin, normların ve demokrasiyi ayakta tutmak için ortaya konan kanun ve kuralların yarattığı doğal beklentidir. Ancak bizde bu olağan akış pek yaşanmamıştır.

Ya iktidarlar iktidarın artan maliyetine katlanmamak için muhalefeti boğma yoluna girmiştir ya da siyaset-dışı güçler, iktidarın artan maliyetlerinin ürettiği rızaya dayanarak demokrasinin sınırlarını daraltmışlardır. Sonuçta olan demokrasimize ve siyasi kültürümüze olmuştur.

Bugün gelinen noktada iktidarın negatif maliyetinden ziyadesiyle mustarip olan iktidar ise bu maliyete katlanmamak için bir yandan muhalefetin siyaset alanını kısıtlarken, diğer yandan ise muhalefeti "Türkiye düşmanı şer odaklarıyla işbirliği" yapmakla suçlayarak onu marjinalize ve hatta neredeyse terörize etme eğilimindedir.

Bunun demokrasimize ve toplumsal barışımıza verdiği zarar bir yana, Türkiye'nin ulusal çıkarlarına verdiği ciddi zararlar da cabasıdır. 

Peki nasıl?

Sizlere dört olay hatırlatacağım: 

  • Die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel vakası: "Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist" ve Almanya'ya iadesi hakkındaki soruya "Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla" ifadelerini kullanmış, ancak Deniz Yücel, Almanya'ya iade edilmişti. 
     
  • Rahip Brunson vakası: Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi (Rahip Brunson) alamazsınız" demiştir. Ardından Fetö elebaşı Gülen'in iadesi karşılığında bir pazarlık kozu olarak kullanmaya çalışmış, ancak Rahip Brunson, ABD'nin uyguladığı yaptırımlar, F-35 kapsamından çıkartılma tehditleri ve yeni yaptırım kaygılarıyla ABD'ye teslim edilmişti. 
     
  • Cemal Kaşıkçı vakası: Cumhurbaşkanı Erdoğan "Her şeyden önce bu cinayet, Suudi Arabistan toprağı sayılan Konsolosluk binasında işlenmiş olabilir fakat unutulmamalıdır ki burası Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içindedir. Ayrıca Viyana Sözleşmesi ve diğer uluslararası hukuk kuralları da böyle vahşi bir cinayetin soruşturulmasının 'diplomatik dokunulmazlık zırhı'nın altına gizlenmesine izin vermez. Biz, sınırlarımız içinde işlenen bu cinayeti elbette tüm boyutlarıyla araştıracak, soruşturacak ve gereğini yerine getireceğiz" demiş, ancak Kaşıkçı dosyası Suudi Arabistan'a devredilmişti.
     
  • BAE ve 15 Temmuz vakası: "Darbe girişimi olduğu zaman Körfez'de kimlerin buna sevindiğini, nasıl paralar harcandığını çok iyi biliyoruz" açıklamasının hedefinin BAE olduğu öne sürüldü. Yenişafak yazarı Mehmet Acet, BAE'nin darbe girişimi için 3 milyar dolar aktardığını yazdı. Acet, bu iddiasına kaynak olarak da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nu gösterdi. 

Sonuçta tüm bu ülkelerle olan ilişkiler, iktidarın yaptıklarının negatif çıktısına katlanmamak, yani iktidarını muhalefete devretmemek için maddi kaynak arayışı dolayısıyla önceden söylediği tüm lafları yutmasının sonucunda yine bizzat iktidarın girişimiyle düzeltildi.

Öyle ki Suudi Arabistan ziyareti esnasında Suudi yetkililer, "Erdoğan'ın bize daha çok ihtiyacı var, ticaret koşullarını biz belirleyeceğiz" şeklinde ifadeler kullanarak, Türkiye'nin ulusal çıkarlarıyla iktidarını devretmek istemeyen ve demokrasiyle arasındaki ilişki problemli olan mevcut iktidarın arasında ters orantı olduğunu bizlere göstermiştir.

Öte yandan, seçim odaklı maddi kaygılarla dün söylediğini bugün yutan mevcut iktidar, haklı ya da haksız kriz yaşadığı tüm ülkelere de Türkiye'deki yargı kararlarının maddi karşılıklarla etkilenebileceğini göstermektedir.

Bir ülke için demokratik yollarla iktidarını muhaliflerine devretmemek uğruna ülkenin egemenlik haklarını başka ülkelere devreden bir iktidardan daha büyük bir beka tehdidi olabilir mi? 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU