İnsan ve tutkuları

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Patreon

Stoacılar yaşayan varlıkların dünyaya geldikleri andan itibaren, doğalarına uygun düşen ile doğalarına karşıt olanı ayırt etme yetisine sahip olduklarını düşünüyorlardı.

Onların gözünde bir insan, hem kendi doğasıyla hem de doğayla uyum içinde yaşamalıydı.

Stoa Okulu'nun kurucusu Zenon bu düşünceyi, "uyumlu bir biçimde yaşamak", Stoacı filozof Kleanthes ise, "doğayla uyum içinde yaşamak" biçiminde ifade etmişti.

Buna göre, en yüksek amaç olan iyilik, doğaya uygun düşenin bilimine sahip olmak ve ona uygun yaşamaktı.

Mutluluk ise yaşamın uyumlu bir akışını ifade ediyordu. Bilge kişi, doğaya uygun yaşamıyla her daim mutlu olan kişiydi.

Stoa felsefesinin temel tartışma konuları arasında akıl-tutku gerilimi yer alıyordu ki, söz konusu gerilim Romalı devlet adamı ve düşünür Cicero'nun eserlerinde de kendini gösterir.

Düşünürün gözünde ruh, düşünce ya da güdü olmak üzere iki türlü hareket edebilir.

Güdü, insanı eyleme yöneltirken, düşünce de doğrunun ne olduğunu arar. O halde güdüler akla boyun eğmelidir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Marcellus Lehine (Pro Marcello) metninde Cicero, tutkularının kölesi olmayan, aklın kılavuzluğunda yaşam süren kişiyi en yüce kişilerle değil, tanrılarla boy ölçüştürmüştü ve akıl insanın ruhundaki kraldı.

Aklın üstün geldiği yerde, para hırsı, yönetim hırsı, şan, şeref arzusu, şehvet gibi tutkulara ve körü körüne eylemlere yer yoktu.

Peki tutku nedir?

Stoa Okulu'nun kurucusu olan Zenon, pathos olarak adlandırdığı tutkuyu ruhun, doğru akla karşıt ve doğaya karşı olan bir sarsıntısı olarak tanımlamıştı, "bazıları kısaca, aşırı şiddetli bir eğilim olduğunu söyler ve aşırı şiddetli ile söylemek istedikleri, doğal dengeden fazlaca uzaklaşmış olandır".

Eski Stoanın ikinci kurucusu olarak bilinen Khrysippos'un fikirlerini yeniden yorumladığı izlenimini bırakan Andronikos'un gözünde ise tutku, doğadan uzak olan ruhun akılsız bir devinimi ya da zorba bir yönelimiydi.

Dolayısıyla Stoacılara göre tutkunun, ruhun bir devinimi olduğu, akılla çeliştiği ve bu nedenle, doğayla da çeliştiği söylenebilir.

Yunan mitolojisinde ve hatta Yunan tragedya yazarlarının eserlerinde tutku, tanrıların insanın kalbine koyduğu huzursuzluk olarak tanımlanır.

Tutkularının kölesi olan insan, karşı koyamayacağı aşkın güçlerin oyuncağı olur ki, Olimpia'nın tanrıları, insanların kalbine, onları zaafa sürükleyen, bir aşka ya da nefrete düşürmenin her türlü yolunu ellerinde tutarlar.

Sonuçta Stoa felsefesinde akıl dışı kabul edilen tutku, kökeninde bir yargı hatasına, yanlış bir tasarımlamaya işaret ediyordu.

Bu nedenle, Stoacı anlayışla uyumlu yaşam süren bir insan tutkularının peşinde koşmaz, çünkü aklıyla yargıda bulunur ve doğal akılla uyum içinde yaşar. Böylesi bir insanın dingin bir yaşam sürdüğü söylenebilir.

Stoacılar, acıya, sevince ilgisizliği, ruh dinginliğini ataraksia kavramıyla ifade ediyorlardı.

Yalnız Stoacıların acıya ve sevince ilgisiz ataraksiyaya ulaşmış insanının bir robottan ya da otomattan ne farkı var!

İnsanı insan yapan özelliklerinden biri tutkulara sahip olan bir varlık olması değil midir? 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU