AK Parti ve Demokrat Parti mirasçılığı iddiası

Fatma Bostan Ünsal Independent Türkçe için yazdı

Türkiye'nin 1950 yılında kurtulmayı başardığı parti-devleti uygulamasından Kazakistan tam 72 yıl sonra, 2022 yılının Ocak ayındaki halk isyanı ve birkaç gün önce, 5 Haziran 2022'de yapılan referandumla ancak kurtulmaya çalışıyor.

Türkiye'de ise iktidarın "AK Parti'ye karşı olanın Türkiye'ye karşı olduğu" şeklindeki ifadeleri, Demokrat Parti'nin kurulduğu 1946 yılından beri savunduğu ve 1950 yılında seçimleri kazanarak hayata geçirdiği tarafsız cumhurbaşkanlığı sistemi ile bir şekilde artık savunulamaz hale gelmiş olan meşru tek partinin olduğu ön kabulünü geri çağırma potansiyelini barındırıyor.


Yine, Altılı Masanın Seçim Güvenliği Komisyonu'nun 6 Haziran'da yaptıkları ortak basın toplantısı ile bu grubun en öncelikli çalışma alanı olarak "seçim güvenliğini temin için" çalışacağının ilan edilmesi, çok eskide kalmış tek parti dönemi tartışmalarını çağrıştırıyor.  

Hemen her seçim döneminde olan sandık bazlı bazı seçim usulsüzlükleri ile ilgili, "kediler trafoya girdi" gibi, biraz da mizah yönü öne çıkarılarak yapılan tartışmaların çok ötesinde bir seçim güvenliği meselesi, muhalefet partileri ve seçmenlerinin gündemini belirlemektedir.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin oylandığı 2017 yılındaki Anayasa referandumunda Yüksek Seçim Kurulu'nun önceki kararlarının zıddına iki buçuk milyon mühürsüz oyu geçerli kabul etmesi, 2019 İstanbul seçimlerinde yaşananlar… seçim güvenliği meselesini sadece muhalefet partilerinin değil; sıradan seçmenlerin, sivil toplum örgütlerinin bile ilgi gösterdiği ve bunu temin için inisiyatif aldığı bir konu haline getirmiştir.


AK Parti hep kendisini Türkiye'nin çok partili hayata geçişinde önemli rol üstlenen Demokrat Parti'nin takipçisi olarak görmüş ve göstermiştir.  

Demokrat Parti'nin çok partili hayata geçiş döneminde yani, 1946'da kurulup ilk çok partili seçime katılma arifesinde ve sonrasında, seçimlerle ilgili arkaik uygulamalar konusundaki eleştirileri ile bugünkü tartışmalar mahiyeti itibarı ile benzer olmasına rağmen AK Parti'nin pozisyonu ile Demokrat Parti'nin pozisyonu taban tabana zıttır. 


Hatırlanacağı gibi 7 Ocak 1946'da kurulan Demokrat Parti ve bir yıl önce kurulan Milli Kalkınma Partisi, uzun yıllar tek parti iktidarı ve hatta parti devleti alışkanlıklarına sahip siyasetçi ve idarenin ağır baskısı altında çok partili hayata geçişin krizlerini yaşıyorlardı.  

Almanya'nın 1930'ların ikinci yarısındaki başarılı Nasyonal Sosyalist Partisi'ni takip ederek Türkiye'de CHP tarafından parti-devlet bütünleşmesi bir hedef olarak belirlenmiş ve giderek devlet amaçlandığı gibi, parti devleti haline getirilmeye çalışılmıştı.

Bu çerçevede CHP'nin 1935 tarihli Kongresinde, iktidar partisi CHP'nin genel sekreterinin, içişleri bakanı olacağı, benzer şekilde CHP'nin il başkanlarının vali olarak atanacağının kabul edildiğini biliyoruz.

Ayrıca, uzun süredir valiler aynı zamanda belediye başkanıdır da. Böyle parti-devlet bütünleşmesi olduğu bir ortamda çok partili hayata geçişin zor olacağı ve en öncelikli konunun, serbest seçimleri zedeleyen, baskı ortamında seçmenin gerçek tercihini sandıkta yansıtmayı imkansız kılan "açık oy" ve "gizli sayım" şeklinin değişmesi gerektiği açıktı. 


Bu çerçevede Ocak 1946'da kurulan, daha teşkilatlarını tamamlamaya fırsat bulamadan, bir yıl sonra yapılması gereken genel seçimlerin iktidar tarafından temmuz ayına çekilecek olmasına, yine yerel seçimlerin mayıs ayına çekilmesi teklifine seçim usulü ile ilgili değişiklikler yapılmadan katılmayacağını bildirerek itiraz eden Demokrat Parti'nin dile getirdiği sıkıntılar, AK Parti'nin de özenle kendini içinde göstermeye çalıştığı sağ siyasetin içinde olanlarca sık sık hatırlanır.

Neticede 1946 yerel seçimlerine Demokrat Parti katılmadı, Milli Kalkınma Partisi Başkanı Nuri Demirağ katıldı ve beklendiği gibi, pek çok yerde engellendi.

Demokrat Parti'nin bütün itirazlara rağmen seçim sistemi değişmeden yapılan bu baskın genel seçimlerde Demokrat Parti ancak 62 milletvekili çıkarabildi, 46 seçimleri bu yüzden "açık oy, gizli tasnif"in olduğu "şaibeli seçimler" olarak demokrasi tarihimize geçmiştir. 


Böyle parti-devlet bütünleşmesinin derinleştiği bir ortamda çok partili hayata geçişi sağlayabilmek için "yargı denetiminde, gizli oy, açık tasnif seçim sistemi"nin getirilmesi ve muhalefet partilerinin idarenin tasallutundan azade bir konumda bulunmasını sağlamak için Demokrat Parti, 1947'de yaptığı 1. Kongresinde "Hürriyet Misakı"nı kabul etti.

Demokrat Parti milletvekilleri Misak-ı Milli'yi çağrıştıran bu misakla seçim sistemi değişikliğini ve cumhurbaşkanının tarafsız olmasını şart koşuyor, bu şartlar iktidar tarafından kabul edilmez ise sine-i millete dönecekleri tehdidinde bulunuyorlardı.

Neticede Hürriyet Misakı'nın bütün maddeleri -cumhurbaşkanının tarafsız olması gibi- gerçekleşmemiş olsa da, ironik biçimde tarafsız olmasını istedikleri CHP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün 12 Temmuz Beyannamesi ve sonraki uygulamaları ile iktidar ve muhalefet partisi arasındaki son derece gerilimli ilişki yumuşadı.

Daha sonra seçim sistemi değişikliği yapılarak 1950 seçimlerine gidildi, iktidar değişikliği sorunsuz şekilde gerçekleşti ve Türkiye parti-devleti uygulamasından uzaklaştı.

Bu gerilimin azaltılmasında 12 Temmuz Beyannamesinde "Muhalefet partisinin iktidar partisinin çalışma şartlarında çalışması gerektiği"nin açıkça belirtilmesi ve CHP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün, Demokrat Partili milletvekilleriyle beraber çıktığı yurt içi gezilerinde Demokrat Parti teşkilatlarını ziyaret ederek muhalefetin meşruluğunun kabul edildiğini göstermeye çalışmasının payı olmuştur.


Demokrat Parti'nin takipçisi olduğu iddiasını hemen her zeminde hatırlatan AK Parti ve lideri, bu partinin Türkiye'yi parti-devleti uygulamasından çıkartan 1946-47 yılında durduğu zemini hatırlayarak seçim güvenliği ile ilgili altılı masa ile işbirliği içinde bulunacağı mesajını vererek; ancak söz konusu iddia ile uyum arz eden bir konumda olacaktır.

Aynı şekilde, bu yıllarda muhalefetin/Demokrat Parti'nin zorlukla elde ettiği, çok partili hayatı mümkün kılan zeminin -"muhalefet partilerinin iktidar partisi şartları içine çalışabilmesi gerekliliği"nin iktidarlar tarafından kabul edilmesi- bu dönemde AK Parti iktidarı tarafından benimsendiğini gösterecek davranış ve hal içinde bulunmak Demokrat Parti takipçisi olduğu iddiasının inandırıcılığı için elzemdir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU