Demokrasi sandığa indirgenebilir mi?

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Kate Dehler

İçinde bulunduğumuz yüzyılda dünyamız popülist politikacı ve/veya partilerin yükselişine tanıklık ediyor.

Asya ve Amerika kıtalarının kimi ülkelerinin yanında Avrupa'da da popülizm her geçen gün ivme kazanıyor.

Özellikle Kıta Avrupa'sında popülist söyleme başvuran partilerin oy oranlarının dikkate değer bir ölçüde arttığını biliyoruz.

Bu partilerin hemen hemen hepsi "biz" ve "onlar" karşıtlığı üzerinden tabanlarını genişletmeye çabalıyor.

Gerçi Alman düşünür Carl Schmitt politik olanın kategorilerinin "dost" ve "düşman" ayrımı üzerinden biçimlendiğini ileri sürmüştü.

Öyle görünüyor ki popülist söyleme başvuran partilerin "düşman"ı ağırlıklı olarak yabancılar ya da farklı dinleri, inançları benimseyenler.


Peki, "Bu partiler neden böyle bir söyleme başvuruyorlar?"

Bunun pek çok nedeni olabilir. Bu nedenlerden biri hiç kuşkusuz çoğunluğun desteğini almaktır.

Ola ki bu partilerin söylemleri belirli bir tabanda karşılık bulur ve iktidar yolu açılırsa demokratik yollarla ve dolayısıyla da meşru bir zeminde iktidara gelmiş olacaklar.

Öyleyse kendimize şu soruları soralım:

"Demokrasi sandığa indirgenebilir mi?"

Ya da "İktidar anayasaya uygun olarak halkın kendisi ya da temsilcilerinin çoğunluğu tarafından seçildiği, yani yasal (meşru) olduğu sürece yönetme hakkına sahip midir?"

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Hepimizin de bildiği üzere Hitler iktidara yasal yollardan seçimlerle gelmiş ve onun diktatör olmasını mümkün kılan "Yetki Yasası" parlamento çoğunluğu tarafından kabul edilmişti.

O halde demokrasiyi sandığa indirgeyen meşruiyet ilkesini sorgulamamızda fayda var.

Tam da bu noktada 1937 yılında Hitler'in ve Nazi tehdidinin yükselişi nedeniyle Viyana'dan Yeni Zelanda'ya göç eden Avusturyalı filozof Sir Karl Raimund Popper'a başvurabiliriz.

Gerek bilim gerekse de siyaset felsefesi alanlarında yirminci yüzyılın en etkili düşünürleri arasında yer alan Popper, çoğunluk diktatörlüğünün azınlık için korkunç sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekmişti.

Popper, demokrasinin "halkın egemenliği" ya da "çoğunluğun egemenliği" gibi bulanık kavramlarla tanımlanmasına karşıydı.

Onun gözünde demokrasi, yöneticilerin halk tarafından denetlenebildiği, görevden uzaklaştırılabildiği ve yönetilenlerin, hatta yöneticilerin iradesine muhalif olsalar dahi, şiddet kullanmadan reformlar yapabilmelerini mümkün kılan çeşitli kurumları -bu arada, özellikle genel seçimleri, yani yurttaşların yöneticilerini görevden alma haklarını- yürürlüğe koydukları, bir yönetim biçimidir.

Yönetim biçimi olarak demokrasinin egemen olduğu toplumlarda, yasalar önünde her yurttaşın eşit olduğu, suçu kanıtlanana kadar hiçbir yurttaşın suçlu sayılamayacağı gibi pek çok ilke bulunur.

Söz konusu ilkeler hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçirilmesini gerektirir. Bu nedenle, 'demokrasi' aynı zamanda hukukun üstünlüğü ilkesini egemen kılmanın bir yoludur.

Çoğunluğun her zaman haklı olduğuna ilişkin düşünce, kesinlikle bir demokrasi ilkesi değildir; çoğunluk büyük hatalar yapabilir; hatta çoğunluk, Popper'ın işaret ettiği gibi, oylarıyla Hitler gibi bir diktatörü bile iktidara getirebilir.


Sonuçta, bir yönetim biçimi olarak demokrasi çoğunluk yönetmeli ilkesini temel almaz; genel seçimler, temsili hükümet, temel hak ve özgürlüklere yer veren anayasa gibi demokratik denetimin çeşitli eşitlikçi kurumları, tiranlığı önlemek için hayli etkili ve denenmiş, her zaman düzeltilmeye açık olan ve hatta kendi düzeltmeleri için yöntemler gösteren güvencelerdir.

Yönetim biçimlerinin asıl amacı -idealde- her bir yurttaşın özgürlüğünü her tür yönetimin üstünlüğüne karşı korumak olmalıdır.

Demokrasi çoğunluğun değil, her yurttaşın temel hak ve özgürlüklerinin güvence altında alındığı rejimin adıdır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU