Satılık vatandaşlık...

Hakan Gülseven, İndependent Türkçe için yazdı

Türkiye'de 250 bin liralık gayrimenkul alan yabancılara vatandaşlık veriliyor / Görsel: Independent Türkçe

Biliyorsunuz uzun süredir vatandaşlık satışı yapıyoruz. 

2018 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı düzenlemesi ile, 250 bin dolarlık bir daire ya da dükkan gibi taşınmaz alıp üç yıl satmama taahhüdünde bulunanlar ve ailelerine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı hakkı tanınıyor.

Evet, bizim vatandaşlığın ederi bu kadar.

Bu "satış" yoluyla vatandaşlığı kaç kişi aldı, tam olarak bilemiyoruz.

2021 yılı sonuna kadar 20 bin yabancının Türkiye vatandaşlığı satın aldığı söyleniyor.

Bu işten kim kazanıyor?

Elbette müteahhitler kazanıyor. Sürüyle mülk satıyorlar.

Tabii Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı sadece satılmak suretiyle verilmiyor.

İktidar Suriyelilere de keyfine göre vatandaşlık veriyor.

Hatırlarsınız, geçen bahar Adana'da polis Ali El-Hemdan adında Suriyeli bir genci vurarak öldürmüştü. Ardından Tayyip Erdoğan öldürülen Suriyeli gencin ailesini aramış ve tercüman aracılığıyla babasıyla telefonda konuşmuştu.

Tayyip Erdoğan konuşma sırasında orada bulunanlara öldürülen gencin babasının, iki eşinin ve 18 çocuğunun derhal vatandaş yapılması talimatı vermişti.

Bu şekilde, devlet idarecilerinin keyfine göre kaç Suriyelinin vatandaş yapıldığını da tam olarak bilemiyoruz.

Zaten ne lüzumu var? Vatandaşa izahat vermek zorunda mı iktidar? Biz vergileri verelim, faturaları ödeyelim, para kalırsa ekmeğe dayanıp karın doyuralım, yeterlidir.

Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için hemen belirteyim, yabancı düşmanı değilim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını çok ayrıcalıklı ve değerli bir yere koyup kimi milletleri bu vatandaşlığa layık görmeyen tuhaf bir fikriyatım da yok.

odatv_image_69__ccb8402dfca747.jpeg
Şartları yerine getiren yabancılar, bu pasaporta kavuşuyor / Fotoğraf: AA


Lakin, bu işler bu şekilde olmaz. Olmamalı.

Yabancı düşmanlarının işi kolay. Kendilerinden aşağı gördükleri milletlerin Türkiye'ye doluşmasına karşı çıkıyor, epey de ırkçı söylemlerle bunu kendilerince izah ediyorlar.

Oysa göç dünyanın bir gerçeği. Önümüzdeki yıllarda bu iş daha da büyük bir sorun haline gelecek çünkü milyonlar gerek savaş ve iç savaşlardan gerek ekonomik yıkımlardan, gerekse iklim değişimlerinden kaynaklı olarak yer değiştirmeye devam edecek.

Burada sorun yer değiştirmenin nasıl seyredeceği.

Açık konuşmak lazım. Gerek sosyal gerek iktisadi, gerekse ekolojik belaların kaynağı olan zengin ülkeler, bizim terminolojimizle emperyalist devletler, göç gerçeğinin farkında ve buna dair bir önlem planları var.

Duvarlar inşa ediyorlar, denizlerde denetimi artırıyorlar, icabında sınırlarda insan öldürüyorlar, mülteci botlarını batırıp can alıyorlar, bir şekilde kendi ülkelerindeki ayrıcalıklı yaşamı muhafaza ediyorlar.

Planlarının bir kısmını ise Türkiye gibi tampon ülkeler oluşturuyor.

Tayyip Erdoğan mesela, cümle alem biliyor, yasaları keyfine göre uyguluyor; emperyalistler de işin farkında, sözde eleştiriyorlar, fakat yasaları keyfine göre uygulayan bir Tayyip Erdoğan mülteci ve göç konularında işlerine geliyor.

Arada, "Salarım mültecileri ha!" diye Avrupa'yı sıkıştırıp gerek iktisadi, gerek siyasi bir kısım destek karşılığı koz olarak kullanıyor. Biraz hibe, biraz kredi, iki de yan yana poz veriliyor, mülteci krizi çözülüyor.

Şu an Türkiye'de Avrupa'daki "refah toplumu"na ulaşmak için bekleyen ve bu esnada sokaklarda hayatta kalmaya çalışan milyonlarca göçmen var. Bu milyonlar, milyonlarca trajedi demek.

Bakın, yasadışı sayılan göçmenlerin hiçbirinin sağlık sistemimizde yeri yok. Artık devletin, dolayısıyla Sağlık Bakanlığı'nın yayınladığı palavra rakamlara kimse inanmıyor ama yine de vurgulayalım, o turkuaz korona tablolarında yok o milyonlar. Aşıları da yok, tedavi de olamıyorlar.

Anlayacağınız, bu ülkede virüs "sürü bağışlığı" gerçekleşmediği takdirde bitmeyecek.

Trajedinin diğer tarafı çok daha derin.

Göçmenler fuhuş, uyuşturucu, organ ticareti, fidye, hatta köle ticareti örgütlenmelerinin en kolay hedefi. Duyabildiğimiz vakalar dudak uçuklatıyor.

Özellikle İstanbul'un diplerinde korkunç hayatlar yaşanıyor. Toplumsal çürümenin en acı sonuçlarını göçmenler göğüslemek zorunda kalıyor.

Bizim, yani ortalama T.C vatandaşlarının, hayatlarımız tehdit altındayken kağıt üstünde bile hiçbir yasal güvencesi olmayan göçmenlerin neler yaşayabileceğini tahmin edersiniz.

Alametifarikası hamasi böbürlenmeler olan İçişleri Bakanı, her suç örgütlenmesinin içinden polislerin çıkması hakkında tek bir açıklama yapmıyor. Suç istatistikleri zaten yayınlanmıyor. Çürüme devlet örgütlenmesinin derinlerine nüfuz ediyor.

Bu konuda çok karamsar olduğumu belirtmeliyim. Türkiye'nin yakında Meksika'nın çürümüş devlet yapısıyla, kitlesel katliamların yaşandığı mafya hesaplaşmalarıyla ve bir sonraki yazıda ele alacağımız uyuşturucu piyasasıyla yarışır hale geleceğini öngörüyorum.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı satın alanlar arasında epey bir "çeşit" var.

Muhtemelen Orta Amerikalılar da gelmiştir.

Bilmiyorum, aralarında hiç Meksikalı var mı?

Kartel işlerine dikkat etmek lazım...
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU