Avrupa'nın doğusunda bitmeyen peşrev

Dr. Yüksel Hoş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Bu günlerde birçok kez Ukrayna haberleri alıyoruz ancak her birinde ortada olan biten bir şey yok. "Şu ordu şuraya hareket etti", "ABD bu kadar asker gönderdi", "Polonya sınırına tanklar geldi", "Ruslar trenlerle zırhlı araç sevkiyatını başlattı" gibi şeyler okuyoruz. Ama net bir şey yok; peki, sonu nedir bu peşrevin?

Rusya-Ukrayna restleşmesi üzerine gerçekçi bir bakış yapmak için yazmak gerekiyor artık.

Bu yazıyı yazarken öncelikle içimdeki yarım kan Kafkasyalıyı kenara çektim ve abi gözünü seveyim sen bu işe karışma, bir kenarda uslu uslu otur, dedim.

Bu sebepten gerçekçi bir değerlendirmede bulunarak belli başlı analizlerimi kaleme alacağım. Olası bir NATO-Rus savaşı çıkar mı? Bunu irdeleyeceğim.

Ama biliniz ki en tutarlı hava tahmini yüzde 60 iken, en tutarlı diplomatik tahmin, çoğu kez yüzde 50'nin altında seyreder.

Hava tahminine etki eden dinamik, termik sebepler varken bunda çok daha fazla parametre vardır.

Askeri, ekonomik, lojistik, diplomatik, moral sebepler yanında medyanın etkin kullanımı yanında, bir ülkede bulunan 5. kol unsurlar ve psikolojik harp unsurları da yeri geldikçe kullanılır ve bunların hepsinin sonucu değiştirici etkiye sahiptir.

1973 yılında Yom-Kippur Savaşı'nda Araplar, İsrail'i hazırlıksız yakalamış ve 2 bin 500 askerini tepeleyerek zafere doğru gidiyorken araya ABD yardımının girmesi ile İsrail öne çıkmış ve Arap ordularını hallaç pamuğu gibi etmişti.


Ardından İsrail'in bu zaferi, Sovyetler'in araya girmesi ile sulhe bağlanmış ve ortalık durulmuştu.

İşte bu kadar oynak bir meseledir bu. Diplomasi, bir gücü; bir süper gücü arkanıza almanıza fayda etmez. O gücün sizde zaten çıkarları vardır ya da yoktur.

ABD ,Ortadoğu'da ve Akdeniz'de hep var olmak için İsrail'i arkalar. Rusya da Akdeniz'de hep var olmak için Arap ülkeleri arasında İsrail'e en yakın ülke olan Suriye'nin ve Baas diktatörlüklerinin arkasındadır; ama diplomasi, alacağınız yardımı da, yaslanacağınız ülkeyi de uygun bir söylemle kılıfa sokar.

Zaten büyük güçlerin ortadaki mücadelesi vardır ama siz, güç dengesinde arkanıza aldığınız desteğe göre konuşursunuz.

"Bir süper gücün manda yönetimi altına giriyorum ve sırtımı ona dayıyorum" demezsin de "Bölgemizdeki istikrarın garantisini sağlayan istikrar ülkesiyle işbirliğimiz" dersin.

"O süper gücün uydusuyum" demezsin de "Ulusal çıkarlarımızın partneri" dersin.

Timsahla kuşların dostluğuna benzer bu. Yüksek düzeyde işbirliğinden karlı çıkan, en çok ufak ülkeler olur ve büyük güçlerin artıkları ve yardımlarıyla doyarlar; ama büyük güçler de dişlerini temizler ve sağlıklı tutar, onlara pis işlerini yaptırır, onları savaştırır veya oyunu dışarıdan yönetir.

Çünkü kıtasal boyutlu ülkeler, ülke ve toprak kazanmak eğiliminde değil, kendileri için stratejik değer arz eden bölgeleri almak ya da kendilerine bağlı ve borçlu tutmak eğilimindedir.

Bu, esasen ünlü Siyasal Coğrafya kuramcısı Friedrich Ratzel'in yazdığı bir oyunun kuralıdır.


Savaş çıkacak mı? Doğrusu hiç sanmıyorum. Neden sanmadığımı da aşağıda izah edeceğim.

Savaşların patlak vermesi, bir anda olmaz.

Beli başlı üç belirtiyi izleyerek bölgede patlak verme eğilimindedir.

Önce diplomatik bir gerilim belirir veya yaratılır (yoksa da oluşturulur), ardından bu diplomatik dil, giderek sertleştirilir.

"Kınıyoruz", "şiddetle kınıyoruz", "uyarıyoruz", "olacaklardan sorumlu değiliz", "cevap verme hakkımızı saklı tutuyoruz", "72 saat, 48 saat veya 24 saat süre veriyoruz" der ve ardından bu sürenin bitimine dek karşı tarafın geri çekilmesi beklenir ki bu, tüm ümitlerin bittiği değil esasen bir son dakika geri çekilmesi umulduğu noktadır.

Toplama, çarpma, çıkarma ve bölme bilen büyük güçler için geçer bu son saatler. Teknokratların ve askerlerin saatleridir bunlar.

Halkları ilgilendiren kısmı ise, market kuyrukları veya havalimanlarında bilet gişeleri önünde gözlenebilen bir durumdur.

Gerçek bir savaş çıkacağı vakit, önce üst kadro ve yakın ilişkili olduğu sermaye bunun haberini alır.

Onların ülkeden ayrılıyor olması ile de savaşın önlenemez olduğu gerçeği belirir. Savaşların çıkması da 6 safhada sahada kendini gösterir. Bunlar;

  1. Gerilim Safhası (Bu safha, diplomasi ve medya arenasında başlayan bir safhadır)
  2. Meydan Okuma safhası (Yaptırımlar, ekonomik ve diplomatik müeyyideler gelir)
  3. Karşılıklı Peşrev Çekme safhası (kuvvetleri sınıra yığmak, dünya kanallarına duyura duyura asker intikali ve hava savunma sistemleri ve benzeri sofistike sistemleri ve silahları getirmek)
  4. Savaş bölgesindeki nüfusun tahliyesi (Mümkünse iç bölgelere göç başlar, sığınaklar hazırlanır)
  5. Siper, mevzi ve istihkam hazırlıklarının görünürlüğü 
  6. İlk ateş.

Tüm bunlar, bir bölgede savaşın İngilizce ifadesi ile "imminent"; yani bizcesi ile eli kulağında olup olmadığını görmemizi sağlayan belirtileridir.

Bunun dışında belki yedinci bir belirti olarak, yukarıda yazdığımız gibi, sermayenin ülkeden ani çıkışı gösterilebilir.

Savaş dönemlerinde ülkelerdeki her tür emtia, değerini yitirirken gıda ve enerji fiyatları artış gösterir.

Zira devlet, öngörülen kaçınılmaz bir savaş öncesinde agresif şekilde altın alma ve gıda stoklama eğilimine girer ve bu da piyasada kurlara ve malların market değerlerine ciddi şekilde yansır.

Sadece altın değil, sermayenin elindeki birçok şeye de el konabilir. Kimi ülkelerdeki düzenlemeler el verse de vermese de savaş koşulları uyarınca devletler genellikle bu malzemelere kısmen ya da tamamen el koyabilir.

Bu tür devlet kontrolüne alma hareketleri, sermayenin istemediği türden "hem ayranları dökülür hem de kötü şeyler olur" gibi bir durumdur.

Bunlar olurken de o sermaye, savaştan en uzak, en güvenli tarafsız ülkeye ya da taraflı olan en güçlü ülkeye gider.

Libya'nın paraları mesela buna kanlı canlı birer örnektir. BM yasağı sebebiyle 300 milyarlık bir hazineden tek kuruş, Libya'ya dönemiyor ve bunun yüzde 10-15 kadarı ABD'de iken kalanı AB bankalarında tutuluyor ve mevcut istikrarsız durumda bu paranın kazananları bellidir.

Dolayısıyla Libya'da istikrarın olması da istenmiyor. Bu para, Klaus'a, Hans'a, Pierre'e, Carlo'ya iş desteği, kobi desteği, üniversitedeki gençlere ARGE ödeneği olarak bankalarda taze kan olarak AB toplumunun refahına harcanıyor.


Para dediğimiz şey rakamsal bir şeydir. Karşılığı bazen altın, bazen de söz ve senettir.

Libya'ya istikrar gelirse ödenir ancak o belirsiz tarihe dek huzur coğrafyası AB'de dolaşımına devam edecek.

İstikrar ise "belirsizliğini" sürdürmeye devam edecek ya da daha doğrusu "etmeli"; çünkü bu isteniyor. Zira gelişkin ekonomiler çıkar odaklı siyaset yaparlar.

Dünyada Ortadoğu coğrafyası dışında birbirini aşiret ya da mezhep için boğazlayan fazla ülke de kalmadı ve esasen tüm savaşlar, kapitale sahip olmanın savaşı haline geldi.


Ukrayna'nın savaşı da en çok Batı'ya yarayacak. Batı derken, bu aslında Ortadoğu gibi bir tanımlamadır ve haritadaki bir bölgeden ziyade bir kültür bölgesini de içerir.

Batı Avrupa'nın güçlüler kulübü diyebileceğimiz ülkeleri yanında, İngiltere ve müttefikleri olan Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ile bir tür kara gün antlaşması bulunan ABD, yekpare bir "Batı Dünyası" tanımlaması içerisine oturur.

Her ne kadar Batı Dünyası, İtalya, İspanya ve Nordik ülkelerini de içerse bile, esas beyin bir önceki saydığımız kısımlardır.

Bu açıdan, Batı'dan çok, kazanan hiç kimsenin değildir bu savaş. Çeliğin harcanacağı her savaşa ve yönüne, onu üreten güçler karar verir.


Ukrayna ulusal rezervleri öyle iştah açıcı cinsten rezervler de değildir. 2020 Aralık ayında 27,5 milyar dolarlık yurt dışı rezervleri şimdilerde 25,6 milyar dolarlara gerilemiş durumda; ancak ülkedeki serbest piyasa sermayesinin çıkışı bundan daha fazlası ediyor.

İsviçre, AB ya da ABD'ye doğru ciddi bir para hareketliliği henüz başlamadı ama emareleri de yok değil.

İsviçre'de, Singapur'da, Çin'de otel ve benzeri yatırımları alan ve daha önce hiç gitmediği yerlere giden Ukraynalı iş adamlarının sıra dışı yatırımlarını duyuyoruz.

Savaşın patlaması durumunda bunlar bir anda görünür hale geçecektir elbette.

Zira parayı transfer etmenin ve bir anda "yok etmenin" bin türlü yolu var. Bu para Ukrayna'dan tamamen çıkmadan, savaşın başlamayacağını söyleyebiliriz.


Bosna Hersek'te savaşın arefesindeki birkaç ayda 150 bine yakın insan, Saraybosna'dan ayrılmıştı.Ülke yangın yeri olmadan önce gidenlerdi bunlar.

İskandinavya'da, Almanya'da, Hollanda'da, ABD'de, Avustralya'da ve çevre ülkelerde tanıdıkları veya akrabaları olanlar bir anda buhar olup gitmişti.

Yugoslavya gibi Çin benzeri kapitalist bir sosyalist ülkede sermaye sahiplerinden nasıl söz edebilirsek, siyasilerle kontağı itibarı ile güç elde etmiş kişilerin sermayesi zaten çoktan gitmişti...

Şehre ayrıca şehir nüfusunun 1/3'ü kadar da farklı bölgelerden canını kurtarmaya gelenler de gelmişti.

Yani kendisi ve ailesini bir başka ülkede intibak edene dek besleyecek kadar parası olanlar şehirden giderken, yurt dışına gidecek gücü olmayan halkın yanına, ilaveten ayrı bir 1/3 oranında ihtiyaç sahibi daha gelmişti.

Kısacası Saraybosna'da kalanlar, aslında kalmayı seçenlerden çok, kaçamayacakları için kalanlardı.


Şüpheniz olmasın, Ukrayna'nın durumu da farklı olmaz. Sun Tzu'nun dediği gibi, gerçek zafer, savaşmadan kazanılmış olandır zaten.

Ukrayna'nın proxy olarak kullanacağı bir tek gücü bile yok. Daha önceleri denediler.

Çeçen direnişinin son isimlerinden olan İsa Munayev'in altında teşkil ettikleri 500 kişilik bir Çeçen Taburu, Ukrayna Ordusu safında Doğu Ukrayna'da savaşıyordu.

Liderleri İsa Munayev'in cephede savaşırken hayatını kaybetmesi ve ardından Amina Okuyeva'nın Kiev'de öldürülmesinin ardından geriye bir tek İngiltere tarafından yetiştirilmiş bir Çeçen savaşçı olan, Adam Osmayev kaldı.

Çeçen Taburu olarak da bilinen "Cahar Dudayev taburu" ise o gün bu gündür konuşulmuyor artık. Neredeler ne yaparlar kimse bilmiyor.


Ukrayna, Kırım Tatarları'ndan da bir şekilde yararlanamadı. Yararlanmak istese bile Tatarların çoğu Kırım'da kalmış.

Ukrayna'da ise bir avuç Tatar yaşıyor ve onlardan da doğru dürüst bir Proxy güç oluşturacak nüfus yoktu ve etkili bir tabur kurulamadı.

Kırım sınırına yakın yerdeki göstermelik Numan Çelebicihan Taburu adında 500 kişilik bir savaşçı grup teşkil edilse de zaten birkaç yüz kişinin değiştireceği çok fazla bir şey olamazdı.


Ayrıca Kırım Tatarları'nın da hiç çıkarına olmazdı bu tarz bir durum. Rusları daha fazla kızdırır, Kırım'da bir şekilde kalabilen çeyrek milyon Tatar'ın işini ve hayatını da zorlaştırırdı.

Kısacası Ukrayna'nın kendi halkından başka kullanacağı tek bir yandaş güç yok.

Slav dünyasının nüfusen kalabalık ikinci ülkesi olmasına rağmen ne Sırbistan, ne Yunanistan ve ne de Bulgaristan'da Ukrayna için bir siyasi, manevi destek ortamı hakim.

Ukrayna, deyim yerinde ise savaşa baştan kaybetmiş olarak başlamanın dezavantajını yaşayan bir ülke.

Adı bile U-Krayina'dır yani "Sınıra doğru", "kenara doğru" manasındadır.

Doğarken adı Rus merkezli bir ifade ile adlandırılmış, deyimi yerinde ise, "Adın mülayim, sert olsan ne yazar?" deyişi, Ukrayna için geçerli olan gerçeği gösteren bir ifade olacaktır.


Doğusundaki enerji bölgesini kurtarma hayali şöyle dursun, Ukrayna'nın Dinyeper doğusunda "Ukraynalılık" hissini oluşturması, ülkenin en gerçekçi savaşımı, bir nevi var olma savaşıdır aslında.

Bu savaş verilmeden yapılacak her savaş da etkisiz ve akim kalacaktır; zira ülkede etnik, milli ve ruh bütünlüğü yoktur.


Şimdilerde Batı Avrupalı ülkelere ve AB rüyasına öykünerek sarı-lacivert bayraklı rüyalar gören Ukrayna gençliği, şişirilmiş ve fazlaca dehlenmiş bir Ukrayna milli gururunun sonunun nerelere varacağını bilemiyor. Allah'tan Ukrayna politikasına gençler karar vermiyorlar.

Ne kadar Batı desteği olursa olsun, bir Slav, Batı için Roma İmparatorluğu döneminde nasıl görülüyorsa öyledir. Bir Alman için de İngiliz için de ABD'li için de bu topraklar uğruna ölmenin gerekmeyeceği değerdedir.


1939'da ilk Slav ülkesi (Çekoslovakya) Almanlar tarafından istila edildiğinde, Fransa ve İngiltere, bu oldubittiyi kabul etmişti.

Polonya istila edildiğinde ise savaş ilan etmiş ancak aniden harekete geçmemişlerdi. Aylar sürecekti savaşın ilk ateşinin başlaması ve bu savaş, Almanya'nın Polonya'ya girmesiyle resmen başlamıştı.

Ne Nazi Almanyası'nın Polonya'ya girmesini ne de Stalin Sovyetleri'nin Finlandiya'ya girmesini önlenebilmişti Avrupa.


Gerçek şuydu ki "Batı", bu istilaya uğrayan ülkelerin hiçbirine vaktinde destekte bulunamamış ve bu ülkelerin düşüşünü izlemiştir.

Öyle ki bu beceriksizlikle Fransa'daki Daladier hükumetinin de sonu gelmişti. Şimdi de benzeri bir restleşmede sanki bir şey yapacakmış gibi Rusya'ya karşı peşrev çekiliyor.

Tıpkı Polonya'nın savunması garanti edildiği günlerde Polonya'da oluşan güven havasının benzeri, şu sıralar Ukraynalılarda mevcut.


Her ateş suya ulaşana kadar, her heyecan da düşüşü görene kadardır. Etkili bir Rus istilasında Ukrayna ordusu rahatlıkla çökecektir. Bunu önleyecek bir askeri güç, sınırın Ukrayna tarafında mevcut değil.


Ukrayna ordusu yekpare ve homojen bir Ukraynalı unsurdan oluşmadığı gibi ülkenin çeşitli yerlerindeki kışlalarda, Rusça konuşan nüfusa mensup askerlerin, kışlalarda ateş açarak Ukraynalı diğer askerleri öldürdüğüne yönelik cephe gerisi terörüne dair de haberler geliyor.

Bu tür bir bütünlük durumunda Ukraynalı askeri yetkililerin Rusya ile savaşmak için kör olmaları gerekir.

Ayrıca Ukrayna, tek başına Slav dünyasında hiçbir şeyi temsil etmiyor. Kendi çevresinde bir jeokültür alanı çapı bile yok.

Romanya'da bulunan ve Ukrayna ile iş yapan şirketler bile Ukrayna dilini öğrenmeye zahmet etmiyorlar. Rusça devam eden bir hayat söz konusu.

Şarkıcıları Ani Lorak, Vera Brezneva ve nicesi Rusça müzik yapıyor. Ukraynalılık, çevre ülkelere ihraç edilen bir şey olmadığı gibi, Balkanlarda Ukraynalılar ile akraba olan Rusin ve Rutenyalılara da ülkenin sahip çıktığı yok.

Ukrayna kültürü, dili, ekonomisi ile varlık mücadelesi verirken bu tür toplumlardan zafer beklemek saflık olurdu.

Tarihte birçok kuvvet tarafından tokatlanmış ve milyonlarca insanını katliamlar, savaşlar ve kıtlıklarla toprağa vermiş ve sonucunda nüfusen Rusların gerisinde kalmış ve hayli de enerji ve asır kaybetmiş bir ülkedir Ukrayna.

Ukrayna'yı kazanmak için evvela Ukrayna'yı kazanmak gerekirdi. Ama Batı, Ukrayna'yı bu şekilde kazanamaz.

Kazanması için 30 senede hovardaca harcanmış olan zaman içerisinde Ukrayna, yatırımlarla tanıştırılabilir, AB'nin arka bahçesi haline getirilebilirdi.

Ne var ki Avrupa sermayesinin önceliği farklıydı. Önce Ukrayna'ya yakın ya da sınırdaş olan bölgeler kazanıldı.

Buraların tam üye yapılması ve akabinde NATO şemsiyesine katılmalarının sağlanması ile Bulgaristan gibi ülkelere sıra geldi. Yunanistan'da heba edilen hibelerden ve yardımlardan hiç bahsetmiyoruz bile.


Ukrayna ile sınırı olmayan ancak stratejik açıdan Rusya'nın olası istila yönünde Sırbistan'a ve oradan da Karadağ yolu ile Akdeniz'e çıkmasını sağlayan yolu doğudan tutan kıyı ülkesi Bulgaristan önemli bir yerdi.

Kırım'daki Rus filosunun denize çıktığında kıblesinin baktığı yer, Tuna Nehri'nin ağız kesimidir ve bu ağız kesim, Viyana'ya ve hatta Güney Almanya'ya doğru uzanan bir yoldur.

Bulgaristan'ın Rus devremülkçülerce adeta parsellenmiş, doldurulmuş Varna ve Burgaz gibi şehirlerine Rusya'nın olası bir istilası için sebep bulması da zor değildi.

İşte bu şartlar altında Bulgaristan, AB ve NATO şemsiyesi altına alınınca sıra Karadağ'ın NATO üyeliğine geldi.

Sırbistan'ın denize çıkışı zaten Karadağ'ın bağımsızlığı ile kapatılmıştı ve Ruslar, Karadağ'ı da Batı'ya kaptırdı.

Ruslar, kimi yerde otellerde işçi, kimi yerde restoranlarda komi, orduda ve devlette askeri gözlemci veya turist olarak mülkler alan, oturum alan kişilerdi ve bunu kasıtlı ya da tesadüfi sebeplere bağlayabiliriz ancak Rusya'nın bir yerde nüfusunu yerleştirmesi ile o ülkede Truva Atı etkisini de planladığına yönelik emsal uygulamalara da yabancı değiliz.


Velhasıl Karadağ'ın NATO üyesi olmasıyla Sırbistan da çepeçevre kuşatıldı.

Denize çıkabileceği tek yer, biraz sıkıntılı olsa bile Bosna Hersek idi ve Bosna Sırp kesiminin arada bir yükselttiği bağımsızlık söylemlerini biraz da bu açıdan okumak gerekiyor.

Bosna Hersek hem AB üyesi değil hem de NATO üyesi değil. Sırbistan ise bu jeopolitik kapandan artık kurtulamaz ki bu ayrı bir yazının konusudur.


Rusya'nın Balkanlarda kaybettiğini söylemek ise gayet tabi mümkündür. Rusya, Balkanlarda kaybetmiştir ancak Balkan ülkeleri de herhangi bir şeyi kazanmış değildir.

Hala Balkanların nüfusu, akın akın Avrupa'nın gelişkin ekonomilerine kaymakta. Bu coğrafyadaki minör boyutlu ve minör nüfuslu, minör ekonomilere sahip ülkelerin savaşmaya mecali de morali de yok.

Hırvatistan'ın geçtiğimiz günlerde Rus-Ukrayna çekişmesinde yer almayacağına dair yan çizmesi ile NATO bloğunda ilk çatlak meydana geldi.

Bu ülkeler de artık saf değiller ve Batı için Romalıların veya Cermenlerin tarihte yaptıkları gibi ön safta savaştıracakları slav köleler olmayacaklarının da bilincindeler.

Çeliğin, barutun ve kanın hesapsız harcanacağı Allah'ın emri kadar bariz bir savaşın saflarda ön safta yer alanlar sadece saf idarecilerce yönetilen ülkelerdir ve dünyada artık böyle çok fazla ülke de yok.


Savaşta Ukrayna'nın zaten az olan sermayesi değildi Batı'yı iştahlandıran. Bilakis, savaşın patlamasıyla Rusya'da Putin'in kuvvet zoruyla zapt-u rapt altına aldığı oligarkların paralarıdır.

Rus Oligarklar tarihteki Petro dönemindeki boyarlardan bu yana ne kadar güçlü olurlarsa, Rus devletine de o derece boyun eğmek zorundadır.

Bu, Rusya'da zengin olmanın en önemli kurallarından biridir. Rusya'nın gücüyle doğru orantılı olarak bu oligarklar da belli bölgeleri kontrol etmekle yükümlüdürler.


Örneğin Rusya doğumlu Türkçe anadilli bir Hristiyan Urum; yani Kıpçak Türkü olan İvan Savvidis, Rusya'nın amaçlarına hizmet eden bir mafya olarak Yunanistan'da hem medyada hem de spor camiasında ve bir parça da Yunan derin devletinde etki sahibi.

Buna ek olarak Rusya'daki adı Boris olmasına rağmen Gürcistan'da Bidzina adını kullanan Gürcü zengin Bidzina Ivanishvili de Gürcistan'daki siyaset, medya ve ekonomi çevrelerini dizayn ediyor.

Sponsoru olduğu "Gürcü Hayali" partisi ile geçmişte ülkede siyaseti dizayn etmeye çalışan Rusya'nın emriyle Ivanishvili siyasette amacına ulaştığını söyleyip çekildi ancak halen ülkedeki en güçlü kişi durumunda.


Bir diğer ve en etkili oligarklardan birisi ise Rus devletine ait petrol şirketi Rosneft'in başındaki Igor Sechin.

Kendisine de Venezuela'daki Rus politikasının mızrak başı deniliyor.

Bunun yanında Batı'ya giden irili ufaklı birçok mafya/işadamı yapının Putin'e muhalif görünürken el altından AB ülkeleri ve ABD'de olası bir istikrarsızlaştırma planları içerisinde olması ihtimali da Batı ve Rusya arasında ikili oynayanlarla dolu 70'li ve 80'li yılların ardından hiç de uç bir ihtimal değil.

Avrupa ve ABD'nin yeni Kim Philby'lere hazır olduğunu ayrıca sanmıyorum.


Özetle Rusya, elindeki jeopolitik askeri ve enerji kartları yanında bundan elde ettiği geliri de stratejilerine uygun olarak kullanabilecek şekilde gücünü dağıtmış bir ülke.

Ama nüfusu azalıyor ve o nüfus azaldığı ölçüde de Rusya, kırılgan demografisini agresif bir siyasetle kapatıyor.

Olası bir savaşta Rus oligarkların, gücün merkezindeki kaymaya göre taraf değiştirmesi ya da en iyimser ihtimalle paranın taraf değiştirmesi ise Batı için, Libya'da sergilenen olayın makro düzeydeki "amacı" durumunda.


Özetle, Rusya'da savaş ihtimalinin büyümesi, Rus oligarkların şu veya bu şekilde ellerindeki parayı hızla dünyanın geri kalanına akıtmaları için de bir tetikleyici hareketi başlatabilir.

Bu da Ukrayna'nın birkaç milyar dolarından daha fazla ağız sulandıran bir pasta.

17 milyon kilometrekarelik Rusya, neredeyse iki ABD büyüklüğünde ve doğal kaynakları açısından çok zengin bir ülke ve bu paranın büyük kısmı da AB ve ABD'nin takip edebileceği şeffaf kurumlardan geçmiyor ve bu da Rusya'nın elini gizlediği karanlık noktalara dair tahminleri ve bazı ihtimalleri önceden kestirmeyi zorlaştırıyor.


Ayrıca oligark demek, devlet içinde devlet demektir. Rusya ile bir şekilde iltisaklı "devlet içinde devletler" bir olası savaş durumunda hedef ülke içerisindeki 5. kolları destekleyici, istikrarsızlığı finanse edecek yapılar olarak da görülüyor.

Bu sebeptendir ki Rusya gibi "lider sözüyle yönetilen" ülkelerin emir eri durumundaki para kasası iş adamları, çok amaçlı İsviçre çakısı hükmündedir.


Bunlarla her tür illegal işi yaptırabilir, siyasetçi, etkili kişi ve medya organı satın alabilir, istediğiniz kişi kim vurdu ile tasfiye edilebilir, toplum mühendisliği için gerekli her adımı da atabilirsiniz.

Rusya'nın en önemli proxy gücü, Wagner değil Oligarklarıdır. Enerji ise onların en güçlü para kaynağı.

Bu sebepten Batı, bu enerji duvarını yıkmaya çalışıyor ki Rusya ve ahtapotsu tüm kolları bu şekilde budansın.

Oligarklar, enerji ve onun şişirdiği diğer sektörlerin bataklığından doğuyor. Bu bataklığa giden suyu da Rus devleti tutuyor.


Buraya kadar bir vizyon verdik.

Bundan sonra ise Rusya'nın yenilmesi ihtimalinden de birkaç satır söz edelim.

Sevgili dostlar,

Rusya, yenilmez bir ülke değildir. Çözülmeyecek problem de, ölmeyecek insan da yoktur.

Rusya'nın aritmediği de çözülür, Rus devleti de tepelenir ancak o devlete denk bir güç karşısında saf tutarsa.

Geçmişte olmuştu. Kırım Harbinde oldu bu. 170 yıl kadar önce.

Tekrar olur mu? Gerekli şartlar olursa tabi. Ama Rusya'yı es kaza bir şekilde hırpalasalar, bu kez onu Çin'e yedirtmeyecek kadar diri tutacaklarını düşünüyorum.

Bazı ülkeleri yenseniz bile politika olarak yaşatmanız, parçalarını toplamanız gerekir.

II. Dünya Savaşı'nda Almanya, deyimi yerinde ise bu vizyonla yeniden yaratılmıştı.

Rusya'nın Ukrayna'nın arkasında bekleyen Transnistria kuvvetleri bir silah gibi görünse de Ukrayna ve NATO arasında şansı olmadan topluca esir alınabilecek dar bir bölgedir burası.

Kaliningrad bölgesi de Baltık bölgesinde Rusya'dan kopuk bir diğer zayıf halkasıdır Rusya'nın.

Bunlar, Rusya'nın ileri karakolları olsa da kaybı halinde Rusya için ciddi moral ve prestij kaybı oluştururlar.


Rusya Batı ile savaşır mı?

Savaşır ama şimdi değil. Savaşsalar dahi kayıpları yüksek olacağı için doğuda aportta bekleyen Çin'e kolayca yem olacağı gerçeğinden hareketle kolay kolay Batı ile savaşmaya da istekli olmayacaktır.

Batı da bunu bildiği için daha agresif oluyor. Rusya da gücünü daha fazla göstermek istiyor. Peşrev, peşrevi getiriyor ama ortada bir ateş çıkması zor ihtimaldir.


Diyelim oldu, ola ki savaştılar, bir savaştan zaferden çıkmanın en kötü yanı, savaşmamış taze kuvvetlere sahip bir ülkenin saldırısına uğramaktır.

Putin bunu istemez, göze de almaz. Hele ki en korktuğu güç, doğudaki uyanan dev, Çin ise ki bunu tüm dünya biliyor ve Rusya da bundan çekiniyor.

Çin de Rusya'nın Urallara dek devam eden bölgelerine sahip olmayı, kendi stratejik devamlılığı için gerekli görüyor ki bu kanıya nasıl vardığımız ayrı bir yazı konusudur.


Durum bu gibi ihtimalleri barındırırken her ne olursa olsun Rusya ile Batı'nın birbirine gireceği gibi bir ihtimal şu anda söz konusu değil.

Ukraynalı yetkililerin eğri oturup doğru karar almaları gerek ancak mevcut şartlarda bu çok zor.

Ukrayna halkının büyük çoğunluğunun umurunda bile değil savaş ve böyle bir şeyi olası görmüyorlar.

Kabullenilmiş bir cephe savaşı, kaybedilmiş Kırım, eldeki huzuru bozmamak için yeteri kadar makul bedeller gibi görülüyor.


Deyimi yerinde ise Ukrayna'da aslında her şey sütliman ve ülke Batı tarafından kışkırtılıyor.

Ukrayna'nın kendi savaşını kazanması da zor; çünkü mevcut filmin kurgusunda Ukrayna, başrolde değil.

Kazanmak derken de neye göre kazanmak?

Hiçbir futbol karşılaşmasında Ukrayna bayrağını sallamamış olan bölgelerin ülkeye katılması mıdır kazanmak?

Yoksa ülkenin kaybedilmesi muhtemel orta kesiminin doğusunu ve Odessa gibi yeni bölgeleri de kaybetmesi ihtimalinin bertaraf edilmesi mi?

Ukrayna için zaferin tanımı da net değil.

Ukrayna'nın coğrafi açıdan büyük kısmının alçak düzlükler ve hafif dalgacıklı ovalar halinde olması da ülkeyi klasik bir tank savaşı arenasına çeviriyor ki bu da günümüz şartlarında çok cüretkar bir ihtimal olurdu ve II. Dünya Savaşı'ndaki Kursk Tank muharebesinin tekrarı demek.

Bu coğrafi şartlarda ancak bu tür bir savaş olur diyerekten Ukrayna'ya Javelin tanksavarları yollayan ABD'nin bunun dışında ne tür sofistike silahlar getirirse getirsin Ukrayna'ya yapacağı en olumlu etki, ülkenin batı yarısının yutulmasını engellemek olacaktır.

Bu yarısı zaten yüksek ve savunmaya elverişli. Ukrayna ruhu ile dolu insanların yaşadığı Batı Ukrayna, eninde sonunda kesin olarak Ukrayna'ya kalacak en garanti bölgedir.

Türklerin İç Anadolu'su, hayati anlarda örgütlenme ve gücü toplama merkezi olarak ne ise Ukrayna'nın Batısı da Ukraynalılar için odur.


ABD, ülkenin diğer yarısının kaybedilmesine ise engel olamaz. Şu ana dek kaybedilen Doğu Ukrayna'daki Donetsk ve Lugansk bölgeleri yanında Kırım'ı da geri getiremez.

Kırım, Rusya'nın var olmak isteyeceği en değerli yeri haline getirildi. Rus Karadeniz filosunun hep merkeziydi ve de merkezi olarak kalacak gibi.

Kırım'ı Ruslardan alacak kadar güçlü bir orduyu ise NATO'nun mevcut şartlarda yığması en az 6 ay alır ki bu sürede Rusların da eli armut toplamıyor.


Sahada ciddi bir peşrev çekiliyor ve bu peşrevin uzaması, aradaki ülkelerin "ya bizdensin ya onlardan" noktasına çekilmesi için bir tür politika gibi. Birbirlerine hırlayan, diş gösteren iki güç de (Ukrayna bu saydıklarım arasında yok) henüz savaşı oluşturacak yukarıdaki 6 belirtiden 4. belirtiye dahi geçemedi.

Bu arada mevcut durumdan şunu da çıkarmamız faydalı olacaktır ki bugün Ukrayna'yı Rusya'ya karşı yüreklendiren, donatan Batı blokunun yarın bir gün Yunanistan'ı da Türkiye'ye karşı donatıp yüreklendirip kışkırtması son derece olasıdır.

Her savaş bir diğer savaşın provası ve benzeridir ama hiçbir zafer, diğer bir zafere benzemez.

Benzer savaşları farklı mağlubiyetlerle tatmış, sürpriz zaferlerle karşılamış bir ülke olarak bu kışkırtma kılıcının yarın bir gün Türkiye'yi de hedef alacağını şimdiden öngörebiliriz.


Rusya-Ukrayna meselesi ile başladık, öyle de bitirelim.

Rusya-Ukrayna savaşı belki, ama Rus-NATO savaşı ufukta pek görülmüyor.

Tarihte Rusya'ya kışın saldıran hiçbir ordu da iflah olmadı. NATO da bunu biliyor.

Rusya ile savaşmak için en yenilmez ve büyük Rus generalleri olan General Kış, General Don, General Enerji, General Çamur ve General Mesafe'ye karşı da galip gelmeniz gerekiyor.

Bunları göze almayan her çapta bir yığınak, birer peşrevdir. Hatta deyimi yerinde ise milyonlarca askeri Polonya sınırına dizmeden yapılacak bir peşrev de, cılız pehlivan peşrevidir.


Özetle, sahada bol peşrev var ancak ortada hala güreş yok.

Uzunca bir müddet daha izliyoruz. İzlemek için izleri görmek gerekli. Sahada herkes izini gizlerken bu izleri görmek de ayrı bir hüner.

Eksik gördüğümüz kısımlar mutlaka vardır ama coğrafya şimdilik bunları gösteriyor. Bizler kahin değil, coğrafyanın sakinleri ve okuyucularıyız.

Bu sebepten kesin konuşmak yerine sahanın genel parametrelerini ortaya koyduk.

Sahayı yani coğrafyayı okuyan, tarihi bir süreci en başından kestirebilir. Çünkü Tarih, coğrafya üzerinde ve onu iyi bilenlerce yazılır.

Devletler için tarih sadece bir tecrübeler dersidir. Ancak coğrafya bilinmeden hiçbir dersten geçmek mümkün değildir.

Zira her ders, her şey coğrafya üzerinde yaşanır, siyaset, sosyoloji ve ekonomi yönetimi ile tarihi süreçler şekillenir.

Bunlar da coğrafyayı ve siyaseti etkiler. Siyasi Coğrafyada zaman asla yoktur.

Yaşanan an, sınırlar, coğrafi şartlar, beşeriyet ve onun siyasi ve ekonomik kuralları vardır. Son sözü de coğrafya söyler.


Onun kuralları ve gerçekleri kati ve etkileri belirleyici ve bağlayıcıdır. Coğrafya, yaratıcının insanları üzerine indirdiği ana dekoru, dinamik bir sahnesidir.

Coğrafya bilmek, yönetmek, yaşamak, doymak, çoğalmak, savaşmak, gelişmek, hayatta kalmak ve yaşam savaşı için bir zorunluluktur.

Belki de Yves Lacoste'un dediği gibi;

Coğrafya, savaşmak içindir.


Selam ve saygılarımla...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU