CHP, Kılıçdaroğlu ve "Sevgili Halkım" söylemi

Onur Alp Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

CHP, AK Parti devletlû hâle geldikçe AK Parti'nin stratejisiyle onu köşeye sıkıştırmaya başladı. Bu strateji, başlı başına popülizmdir.

Elbette AK Parti'nin popülizmiyle CHP'nin kurguladığı popülizm arasında farklar vardır. Zaten popülizmin farklı suretlerde belirmesi, onun alametifarikasındandır.

Popülizm, kısıtlı morfolojik yapısı dolayısıyla diğer ideolojilerle iç içe geçmiş bir suretle ortaya çıkar.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İdeolojinin içeriklerinden ziyade, iktidara yürüme ve kalma stratejisi olarak popülizm, İslamcı, sosyal demokrat, sosyalist vb. hangi suretle doğarsa doğsun, uzlaşılan nokta rejimin elitlerini teşhir etme ve "mağdur, ezilmiş, saf" halkın karşısına yozlaşmış elitleri koyma diskurunda ortaklaşmaktadır.

Nitekim AK Parti de kurguladığı popülist söyleminde "Boğazda viski içen"ler, "monşer"ler ve "Beyaz Türkler" gibi kime işaret ettiği çok da belli olmayan "boş gösteren"in karşısına yine muğlak "sayılmayan milyonlar", "yıllarca göbeğini kaşıyan adam denilerek dışlananlar"ı koymuş ve "yozlaşmışlar"ın karşısına koyduğu bu katıksız, katışıksız "halk" ile ahlaki bir ilişki kurgulamıştır. 


CHP ise halkın yoksulluğunun istatistiksel görüntüden de azade gözle görülebilir bir noktaya evrildiği 2018 yazını takip eden günlerde, başta belediye seçimleri olmak üzere söyleminin mihverine popülizmi yerleştirmiştir.

Bu söylemin en açık görüntüsü, İstanbul seçimleri esnasında İmamoğlu'nun "bir avuç insan"ın karşısına sıklıkla koyduğu "16 milyon İstanbullu" olmuştur.

İmamoğlu, bu yolla, kendi çıkarından başka hiçbir şey düşünmeyen, kamu kaynaklarının kendileri için seferber edilmesini sürdürülebilir kılmayı hedefleyen "yozlaşmış" elitlerin karşısına koyduğu "16 milyon İstanbullu" AK Parti'ninki kadar büyük bir boş gösteren olmamakla beraber, "israf" söylemi üzerine oturması, elitlerin yozlaşmış yanını teşhir eden yapısı dolayısıyla popülist izler taşımıştır.

Sonuçta İmamoğlu'nun bu söylemi de kitlelerle ilkesel değil, ahlaki bir ilişki kurgulamaya odaklanmıştır:

Yozlaşmış "bir avuç insan"dan yana mısın, yoksa kaynakları israf edilen 16 milyon İstanbulludan mı? 


Son dönemde iktidar, hata üstüne hata yaptıkça Kılıçdaroğlu bu söylemi bir üst perdeye taşıyarak "saray ve şürekası", "saray sosyetesi" gibi yozlaşmış elitleri "saray rejimi"yle özdeş hâle getiren bir popülist diskura sabitlendi.

Dolayısıyla baştan kokan bu balığın en büyük sorumlusu "saray ve şürekası" ve onun bir sonucu olan "tek adam rejimi" olarak ortaya konulurken, sorunun kişiler değil, sistem olduğu ve bir "ucube" olan "müesses nizam" olduğu sürekli olarak tekrar edilmektedir.

Yozlaşmışlığı "ucube" kavramıyla ifade edilen bu nizamın mustaribi olanlara "Sevgili halkım" gibi bir boş gösterenle seslenmeyi tercih eden Kılıçdaroğlu, bu saf, temiz, ari halkın her vesileyle mağdur edildiğini ve bu kitle için kullanılması gereken kaynakların "beşli" müteahhit "çetesi" için seferber edildiğinin altını çizmektedir.

Kılıçdaroğlu'nun bu popülist söylemini güçlendiren ve tonunu arttıran tavırlar ise iktidarın seçkinci tavrıdır.

Seçkincilikten kasıt, iktidarın her sorunu reddederken o sorunun muhataplarını sahtekârlıkla suçlayan, doğrunun ve gerçekliğin sınırını kendi ahlaki sınırına göre şekillendiren yapısıdır.

Dolayısıyla iktidarın bu reddiyeci tavrı, Kılıçdaroğlu'nun boş gösterenler aracılığıyla "Garibanın babası" rolüne bürünmüş ve halkın sırtına binen tefecilerin ve çetelerin temsilcisi olduğunu söylediği Erdoğan'la arasına ahlaki açıdan bir set çekmiştir.

Erdoğan'ın "Bay Kemal anlamaz bu işlerden" söylemine sarılma çabası ekonomik veriler tarafından desteklenmediği için muhatap bulamazken, Kılıçdaroğlu ve CHP, halkı nesiller boyu borçlandıran projeleri kamulaştırma söylemine sarılarak da popülist söylemleriyle harmanlanmış bir biçimde sosyal demokrat kimliklerinin gereğini ortaya koymaktalardır.

Yine iktidarın yetersiz bir görüntü çizdiği pandemi ve afetler süreçlerinde CHP, belediyeler vasıtasıyla kaynakları yoksul yurttaşlar için seferber ederek de yine sosyal demokrasinin devlete biçtiği rolü oynamışlardır.

Dolayısıyla halkla popülist diskuruyla ahlaki bir ilişki kuran CHP ve Kılıçdaroğlu, icraatlar ve yardımlar vasıtasıyla da halkla durumsal ilişkiler kurmayı başarmıştır.

Ayrıca Kılıçdaroğlu'nun bu stratejisi, onun muhalif siyasette oynadığı "oyun kurucu" rolü de ahlaki olarak desteklemektedir.

Çünkü bu stratejide ayrım, "yozlaşmış elitler"in iktidarının mı, yoksa geleceğin "halk" iktidarının mı yanında olunacağıyla ilgili bir noktaya getirilmiştir. 


Bu strateji başarılı olmakla beraber CHP, her zaman yozlaşmış elitleri teşhir edip kitlelerin siyasetten dışlandığı iddiasıyla ortaya çıkması dolayısıyla demokrasiyi destekleyen, ancak bugüne kadar görülen örneklerin ekseriyetinde zamanla otoriter bir yönetim kurmanın aracı hâline geldiği için de demokrasiyi yıkıcı bir etkisi bulunan popülizme dayanarak bir iktidar kurgulaması durumunda, popülizmin bu makus kaderini de yenebilir.

Yani CHP, hem tarihten getirdiği Türkiye'yi daha demokratik bir ülke yapma misyonunu "dostları"yla beraber başarıp kültürkampları üzerinden kurgulanan kutuplaşma siyasetini giderirken hem de popülizmin kaçınılmaz olarak bir otoriterleşme yaratmadığını gösterebilir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU