Struga ve Ohrid

İbrahim Beyazoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraflar: İbrahim Beyazoğlu / Kolaj: Independent Türkçe

Birkaç gün Üsküp'te kaldıktan sonra sabah Struga'ya gitmek için otobüs terminaline gidiyorum. Hava yağmurlu. Taksi beni terminale bırakıyor ve fazla beklemeden saat 8.30'da yola çıkıyoruz. Bilet için terminalde 880 Denar ödedim. Neden bilmem ama Struga'dan Üsküp'e dönüş bileti 650 Denar'dı. Struga'ya gidip oradan da Ohrid Gölü'nü ziyaret etmek niyetindeyim. Bazı Türkçe kaynaklarda ve Makedonya halkı arasında Ohrid, "Ohri" olarak da anılır. Yolculuk yaklaşık 3 buçuk saat sürüyor. Molalarla neredeyse 4 saat.

*

Dilerseniz doğrudan Ohrid'e uçabilirsiniz. Ohrid St. Paul the Apostle Havalimanı, diğer adıyla Ohrid Havalimanı, Ohrid'in 9 kilometre kuzeybatısında faal gösteren bir uluslararası havalimanıdır. Bu nispeten küçük havalimanının amaçlarından biri de galiba Üsküp Havalimanı'nın yükünü hafifletmek.
 

Struga yolu. Sis çökmüş. Neredeyse göz gözü görmüyor
Struga yolu. Sis çökmüş. Neredeyse göz gözü görmüyor / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Minibüste -şoför hariç- 5 kişiyiz. Yolculardan biri İsviçreli dev gibi bir adam. İri yarı İsviçreli paralı askerleri andırıyor. Kalan yolcular yerli. Güzergâhın önemli bir kısmı dağlık, kadim ve yüce dağlar. Hava sisli ve yağmurlu. Yollar bazen dolambaçlı, yağmur yüzünden kaygan ve yer yer uçurum kenarı. Bir ara yakınlara yıldırım düşüyor. Ben irkiliyorum. İsviçreli adam gülümsüyor ve gergin olduğumu söylüyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Maalesef burada da güzelim dağların bazı yerlerini oymuşlar. Arada dağlık bölgenin kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinde ufak ve hüzünlü bir mezarlık görüyorum. En az Ivan Turgenyev'in Babalar ve Oğullar romanın sonundaki mezarlık betimlemesi kadar hüzünlü. Belki de daha hüzünlü. Trafik sağdan akıyor. Bir ara, abartmadan söylüyorum, görüş tamamen kapanıyor. Her yer bembeyaz. Göz gözü görmüyor. Bizim kaptansa hem telefonla konuşuyor hem minibüs sürüyor. Yerel halk "normal, Balkanlar böyle" diye gülüyor ve bir önceki yazıda bahsettiğim oryantalizm illetinin tuzağına düşüyorlar. Sonra sis azalır gibi oluyor. Dağlardaki sarı, turuncu, yeşil ve kahverenginin iç içe geçtiği doğal doku pek tanıdık diyemem. Sadece kavak ve huş ağaçlarına aşinayım. Ve Struga'ya yaklaşırken Karaorman Dağları'ndan geçiyoruz. Bu bölgeni adı sanırım Türkçe kökenli bir toponomi. Büyük ihtimalle Osmanlı döneminden kalma bir yer adı.
 

*

Karaorman'ın kişisel çağrışımları

Karaorman denince aklıma nedense sadece Cermen lider Arminius'un Roma lejyonunu yok ettiği Karaorman (Teutoburg Ormanı Muharebesi) geliyor. Bu Roma tarihindeki en travmatik askeri yenilgilerden biridir. M.S. 9 yılında Cermen topraklarında gerçekleşen bu muharebede, Çeruski kabilesinin başı Arminius, Varus komutasındaki lejyonları pusuya düşürür ve neredeyse hiçbiri bu kıyımdan sağ kurtulamaz. Bunda Arminius'un bölgeyi iyi bilmesinin rolü büyüktür tabii. Arminius, aslında bir süre Roma'da yaşamış ve Roma ordusunun taktiklerini ve zayıf noktalarını ilk elden deneyimlemiş bir Cermen olarak Romalıları -saklandığı ormanın dar yolları, bataklıkları ve yoğun ağaçlık alanını arkasına alarak-  pusuya düşürüyor. Nereden nereye! Burada da kuzey imgesi peşimi bırakmıyor. Bir de Almanların Karaorman pastası! 
 

Arabanın camından bakınca Ohrid Gölü manzarası. Etkileyici.
Arabanın camından bakınca Ohrid Gölü manzarası. Etkileyici / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Âdettendir. Ziyaret ettiğim yerleri benden önce Vikingler ya da öteki kuzeyli halklar ziyaret etti mi diye çok merak ederim. 

Burada önce kısa bir parantez açayım. Bazen ziyaret ettiğim şehirlerin yerel kitabevlerinden Vikingler ya da kuzeylilere dair kitaplar alırım. Bir ara Üsküp'teyken Akademiska Kniga'dan 3 ya da 4 Viking kitabı alıyorum. Son gün ise Normanların 1066'da İngiltere'yi istilalarını anlatan, fevkalade sürükleyici bir kitap daha alıp Shakespeare kafede kitabı okumaya başlıyorum. İşte bu "tuhaf" huyumdan dolayı, yine abartıp, Ohrid'deki Prosveta Dooel adında bir kırtasiye-kitabevinde daha önce görmediğim bir Beowulf baskı görünce onu da alacağım tutuyor. Tam benden beklenecek bir davranış. Seamus Heaney'in Beowulf çevirisi açık ara en iyisi tabii bence. Saygı ve hayranlık duyduğum mücevher gibi bir çeviri ama başka versiyonlarla karşılaşınca onları da edinmekten kendimi alamıyorum. Bazı kimseler bir türlü ders almazlar. Ben de onlardanım. Neyse parantezi kapatalım.
 

Futbol stadyumu. İnsanlar bana Makedonya milli takımının maçlarını burada oynadığını söylediler
Futbol stadyumu. İnsanlar bana Makedonya milli takımının maçlarını burada oynadığını söylediler / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Nerede kalmıştık? Makedonya'ya Vikingler gelmiş olabilir mi? Bilmiyorum. Okuduklarımdan aklımda böyle bir bilgi kırıntısı kalmadı. Kısıtlı zamanda yaptığım yüzeysel araştırmada da dişe dokunur bir bilgiye ve çalışmaya denk gelemiyorum. Bildiğiniz gibi bu "Vikingler, İskandinavya'dan Bizans'a kadar uzanan ve ‘Vareglerden Yunanlılara' kadar birçok halkın yaşadığı yol boyunca istihkam edilmiş ticaret kolonileri oluşturdular". 1  
 

Bu fotoğraf da futbolseverler için
Bu fotoğraf da futbolseverler için / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Sonra kendi kendime buralara gelse gelse Vareg Muhafızları, hani şu Bizans İmparatorluğu'nun en seçkin ve güvenilir birlikleri gelmiş olabilir diyorum. Cesur, sadık ve disiplinli olan bu askerler özellikle İskandinav ve ilerleyen zamanlarda Anglo-Sakson kökenli savaşçılardan oluşuyordu. 10'uncu yüzyılın sonlarından itibaren "taşı toprağı altın" İstanbul'a ayakları alışmaya başlayan Varegler çoğunlukla İmparator'un kişisel korumaları olarak iş buldular. Vareglerin en kaotik dönemlerde bile sarsılmaz bir sadakat gösterdikleri tartışılmazdı ve savaşta Basileus'u asla yalnız bırakmazlardı. Çünkü onurları ve görev anlayışları bunu gerektirirdi. Tabii bu sadakatin ve gözü kapalı itaatin düzenli maaş ve hazinenin sağladığı güvenceyle desteklendiğini de eklemek gerekir. Fiziksel olarak dikkat çekici olan bu savaşçılar uzun boylu ve güçlü yapılarıyla öne çıkarlardı. Çoğunlukla saray törenlerinde ve protokollerde görünseler de zırhlı ve büyük baltalı Varegler gerektiğinde savaşta etkileyici bir güç sergileyebiliyorlardı. Rivayetlere göre bu Kuzeyli paralı askerlerin özellikle kapıları kırma ve ön safları yarma görevleri düşmanın üzerinde –eski bir İskandinav savaş geleneği olan– Berserker pratiğini hatırlatan bir etki bırakıyordu. Vareglerin vahşi ve kanlı Berserker ritüelinden (ya da uygulamasından) farkı ise bu efsanevi şiddeti belli bir rasyonalite, ekonomi ve disiplin içerisinde uygulamalarıydı. İskandinav diasporası mensubu bazı Varegler ise hizmet süreleri sonunda edindikleri maddi birikim ve prestijle ülkelerine dönerek yerel siyasete etki ederlerdi. Vareg efsanesi o zamanlar bile bütün hakikatiyle yaşanıyor olmalıydı çünkü İstanbul halkı zaman zaman geceleyin karanlık saray koridorlarında Vareg siluetlerinin baltalarıyla dolaştığını ve şehri koruduğunu iddia ederdi. Unutkanlığın yoğun tozu henüz bu Kuzeylilerin mirasını tam olarak örtmemiş demek ki. İşte bu kuzeyli savaşçıların Balkan seferlerinde imparatora eşlik edip onunla Makedonya topraklarında bulunmuş olmaları, hatta bir süre burada kalmış olmaları bile kuvvetle muhtemeldir. 
 

Ohrid sokakları
Ohrid sokakları / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Struga, Ohrid ve Agim

İki gün Struga'da kaldım. Ve ki gün boyunca durmadan yağmur yağdı. Şemsiye bu küçük şehri gezerken neredeyse doğal bir uzvum haline geldi. Normalde yağmuru pek sevmem. Sanki derim su geçiriyor! Keyfim kaçıyor. Keşke daha Kıbrıs'tayken beni uyaran arkadaşı dinleyip yağmurlukla gelseydim. Ama bereket versin fırtına yok. 
 

Ohrid'in turistik caddesi
Ohrid'in turistik caddesi / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Hava saat 4'ü biraz geçince her tarafa kış karanlığı çöküyor. Kuzey Makedonya KKTC'den bir saat geri. Bu karanlık ve ağır atmosfer insanın moralini bozuyor ve yolculuk planlarını etkiliyor. İnsan yabancı bir şehirde, yağmur yüzünden kısıtlı seçeneklerle kalınca kendini gri bir melankolinin içinde buluyor. Biraz da Nick Cave'in neden olduğu melankoli yüzünden kafamdan Graham Greene'in İstanbul Treni romanındaki şairane ifadesi geçiyor: "Islak bir kışın sonu gelmez yağmurları gibi." 2 Hava raporu tahminlerine bakıyorum tekrar. Yağmur sadece 2 gün sürecekti, ama şimdi 5-6 gün yağacak diyor.
 

Ohrid'in evleri
Ohrid'in evleri / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Ertesi sabah saat 7'de uyanıp gün ışığından daha fazla istifade etmeye çalışıyorum ama her yer ıslak, şehre kara bulutlar çökmüş ve yağmur yağmaya devam ediyor. Bütün umutlarım suya batmış marshmallow gibi eriyip kayboluyor bir anda ve moralim bozuluyor. Planları boşa çıkaran yağmur ve huzur bozucu bir keder. Deneyimler geliyor bir yerde okuduklarınla iç içe geçiyor bir kez daha (Hoş, ikisinin ayrı oldukları söylenemez zaten) ve kafamdan, duygusal bir şair olan Rainer Maria Rilke'nin lirizmi dökülmeye başlıyor gayriihtiyari:

Yalnızlık bir yağmura benzer 
(...)
erselik saatlerde yağar yere
yüzlerini sabaha dönünce sokaklar,
umduğunu bulamamış, üzgün, yaslı. 
3

*

Şehirde taksi hizmeti olsa da Struga yürüyerek rahatça dolaşılacak kompakt ve yaya dostu bir kent. Ama yağmur yüzünden polar ceketim ıslanıyor ve bu ceketi her kafede çıkarıp klimanın altında kurutmaktan bıktım ve utandım. Artık iki adımlık mesafe için bile taksi tutmak zorunda kalıyorum. Bazı taksiciler kısa mesafe için yolcu almakta tereddüt ediyor. Keşke yağmurluk giyseydim. Ah eşek kafam! Bu kadarını tahmin edemedim.
 

 

İlk gün neredeyse Struga'yı görmeden Ohrid'e gidiyorum hemen. Ohrid, Struga'ya yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta. Struga'da Agim adında bir taksiciyle tanıştım. Agim'i terminalde ilk gördüğümde ne yalan söyleyeyim biraz çekindim. Haşin bir adama benziyor. Ama korkum yersiz çıktı. Ohrid ve Struga'da geçirdiğim zaman boyunca Agim bana bana çok yardımda bulunda ve hep cüzi miktarda taksi ücreti talep etti. İngilizcesi ve Türkçesi az. Yine de çat pat anlaşabildik. Agim'le konuşurken İngilizce ve Makedonca ile başlayıp Türkçe biten cümlelerimiz yüzünden kendimi, Umberto Eco'nun Gülün Adı adlı romanındaki Salvatore Quasimodo karakteri gibi hissettim. Agim yolda bana ikide bir "cuzel cuzel" diyerek beni Ohrid'e götürdü. Akşam saat 6 gibi gelip beni Ohrid'den aldı. Bütün günü Ohrid'de yağmur altında, elimde şemsiyeyle dolaşarak geçirdim.

Turistik bir şehir ve fiyatlar Üsküp ile Struga'ya kıyasla biraz daha yüksek. Ama Mağusa'dan ucuz. Nedense Ohrid sokakları bana biraz İngiltere'deki Whitby'yi andırdı. Buranın insanları ve peyzajı hoş.
 

Struga ve Ohrid Gölü’nün huzur veren kıyısı
Struga ve Ohrid Gölü’nün huzur veren kıyısı / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Ohrid Gölü

Hem Ohrid hem Struga, Ohrid Gölü'nün kıyısındaki yerleşim yerleri. Hatta Arnavutluk'un Ohrid Gölü'ne kıyısı var. Birçok insan Ohrid Gölü'nü anlata anlata bitiremiyor ama haklılar. Ohrid gölü bugüne dek gördüğüm bütün güzel göllerden bile daha güzel. Struga'dan Ohrid'e giderken gözümü alamadığım göl manzarası gerçekten hoştu.
 

Ohrid Gölü
Ohrid Gölü / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Gölün o açık mavi, pasta kreması şeklinde hafif dalgalı yüzeyini, Okaliptüs ağaçları ve sazlıklarını unutamam zor. Bölge halkının söylediğine göre Ohrid Gölü, Avrupa'nın en eski gölü. Hatta en az Sibirya'daki Baykal Gölü kadar eski.
 

Ohrid (Gölü) yeşili
Ohrid (Gölü) yeşili / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Bu göl genişliğinden dolayı bana deniz kenarı hissi veriyor. Uçsuz bucaksız bir göl. Gölün rengi zaman zaman turkuaz ve zümrüt yeşiline çalıyor. Aynı göl Struga'dayken açık mavi ve gri bir tona bürünüyor. Havanın bulutlu ve kapalı olması ile yağmur etkisi, suların renginin gri tonlarına kaymasına neden olmuş belki de. 
 

Yağmurlu bir günde Ohrid Gölü
Yağmurlu bir günde Ohrid Gölü / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Bu bölgede hava temiz. Kıbrıs ne yazık ki tozla kaplı. Havadaki toz bulutunu saymıyorum bile. Bizim çevre düzenlememiz kötü. Yakın zamanda iyileşeceğine dair bir emare göremiyorum. Ohrid ve Struga'da bir kez olsun bile toza karşı alerji ilaçlarımı kullanmadım!
 

Ohrid Gölü'nün martıları
Ohrid Gölü'nün martıları / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Struga'da hem nehir hem de göl olmasına rağmen sivrisineğe hiç denk gelmemek beni şaşırttı. Kış mevsiminde olsak bile bizim Mağusa'da bazı geceler bir sivrisinek gelip beni uyandırabiliyor ve ben de elimde sinek ilacıyla uyku sersemi sivrisineği bulmaya çalışıyorum.
 

Korzo Pastanesi. Ohrid’in küçük ama ünü büyük pastanesi
Korzo Pastanesi. Ohrid’in küçük ama ünü büyük pastanesi  / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Ohrid'deki Korzo Pastanesi 

"Kuzey Makedonya'nın en değerli hazinesi" olarak bilinen Ohrid'in tanınmış Korzo Pastanesi tam 65 yıldır faal. Dile kolay! 65 koca yıl! Yarım asırdan fazla. Ohrid'in en eski bu pastanesi olduğu söylenen bu mekânını, bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine merak edip görmeye gittim. Ziyaret ettiğimde, Korzo'yu Zümrüt Hanım çekip çeviriyordu. Merak edip "Korzo ne demek?" diye soruyorum; "Meydan" diyor. Kendisi aynı zamanda pastanenin sahibinin kızı. Korzo, özellikle dondurmasıyla ünlü. Bu küçük mekân, bana göre Makedonya'da karşılaştığım en iyi pasta yapan yer. Tüm bu sohbet ise Türkçe olarak gerçekleşiyor.
 

Korzo Pastanesi. Makedonya'da Şampita diye bilinen pasta
Korzo Pastanesi. Makedonya'da Şampita diye bilinen pasta / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

İçeride sadece Şampita diye beyaz kremadan yapılmış harika bir tatlı yedim. Acıbadem gözüme çarpıyor ama bizim buradaki acıbadem gibi değil. Ortasında beyaz krema var ve tadı insanın damağında kalıyor. Krempita diye sarı renkli bir başka tatlı görüyorum. Fazla abartmamak için tatmıyorum. Sonra yine nasıl olsa Üsküp'te Krempita yerim, diyorum ama hiçbir yerde bulamıyorum ve pişman oluyorum. Bir de İndianka diye Ekler'e benzeyen bir başka yerel tatlı var. Her biri birbirinden albenili. Tatlı fiyatlar bu turistik caddeye göre uygun sayılır.
 

Krempita. Korzo Pastanesi, Ohrid
Krempita. Korzo Pastanesi, Ohrid / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Pek Türk yok Ohrid'de. Ama Türk turist fazla olduğu için işletmeler ya Türk çalışan bulunduruyor ya da işletme sahipleri Türkçe öğrenmek zorunda kalıyorlar.

*

Struga'nın bir kafesinde kimseye sokulmadan bir köşede boş boş oturuyorum. Nick Cave'in Sean'e verdiği cevapları okuyorum. Son yıllarda çok az kitap bana bu kadar zevk vermiştir. Garsonlar içeride kendi aralarında Arnavutça konuşuyor, ellerinde tepsiler gidip geliyorlar. Hava yağmurlu. Yapacak fazla bir şey yok. Yan masada oturanlar kola sipariş ediyor. Önce garsonu çağırıp çocuktan bardak istiyorlar. Sonra yine garsonu çağırıp "Buz var mı" diye soruyorlar. İki dakika geçmeden bu kez garsona seslenip "tranş limon" diye tutturuyorlar. En sonunda da pipet talep ediyorlar. Bir kola içecekler diye çocuklara bu kadar da yüklenilmez ki! Dayanamayıp yan masaya nispet olsun diye kola sipariş ettim. Normalde pek içmem. Yan masanın duyacağı şekilde: "Bir şişe kola lütfen. Ama buz, bardak, limon ve pipet istemez" dedim. Garson güldü. Zeki çocuk. Yan masadakiler dönüp şöyle bir baktılar. Sonra önlerine döndüler.

Reşat Nuri Güntekin'in "Mevsim kış, hava kapalı, yağmur ince ince çiseliyor" sözleri Struga'da adeta birebir vücut buldu. Yağmur yüzünden ilk gün Struga'nın ortasından geçen ırmağın kenarında tespih tanesi gibi dizilmiş kafelerde uyuz uyuz pinekliyorum. Bu ırmak Ohrid Gölü'nden doğar. Rengi siyah. İsmi ile müstesna bir nehir bu: Kara Drim.
 

Struga’yı ikiye ayıran ve kentin simgesi sayılan nehir Kara Drim (Black Drin Crn Drim) Nehri
Struga'yı ikiye ayıran ve kentin simgesi sayılan nehir Kara Drim (Black Drin ya da yerel dilde söylendiği gibi Crn Drim) Nehri / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Yazın burada nehir boyunca uzanıp güneşlenen insanlar var. Nehrin iki köprüsü var ve yaz aylarında bazı insanlar birbirlerine meydan okuyarak bu köprülerden nehre atlıyorlarmış. Şartlar elverdiğince, ıslanmamaya çalışarak, hem Struga'yı gezmeye hem de yerel halkla konuşmaya çalışıyorum. Zaman zaman Nick Cave okumaya devam ediyorum (Hâlâ kitabı bitiremedim).
 

Üsküp’teki hoş kafelerden biri. Nefes alıp biraz soluklanmak veya iki satır okuyup zihinsel keyif almak için aurası rahatlatıcı bir kafe. Adı neydi acaba
Üsküp’teki hoş kafelerden biri. Nefes alıp biraz soluklanmak veya iki satır okuyup zihinsel keyif almak için aurası rahatlatıcı bir kafe. Adı neydi acaba?  / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Burada birçok yerli, yabancılarla iletişim kurmak için mümkün olduğunca az kelimeyle anlaşabilecekleri bir dille inşa etmiş galiba. Bazı insanlarda ne mutluluk ne de neşe var. Yoksa ben kendi melankolimi bu insanlara mı yansıtıyorum?
 

 Üsküp'ün Sanat Köprüsü. Bu Köprü, tanınmış Makedon figürlerin heykellerini barındırıyor
Üsküp'ün Sanat Köprüsü. Bu Köprü, tanınmış Makedon figürlerin heykellerini barındırıyor / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Struga'da şiir dinletileri düzenlenirmiş. Özellikle her yıl genellikle yaz aylarında düzenlenen Struga Şiir Akşamları (Struga Poetry Evenings) gibi etkinlikler oldukça ünlüymüş. Bu etkinlik, 1962 yılından bu yana, dünyanın dört bir yanından şairlerin katıldığı önemli bir şiir festivaliymiş hatta. Şiir Akşamları'nın, çeşitli uluslararası şairlerin ta Struga'ya gelip burada eserlerini sundukları ve şiirle edebiyatın kutlandığı bir platform olduğu söylendi bana. Ayrıca, her yıl şairlere "Altın Çınar" ödülü veriliyormuş. Yağmur birkaç dakika durduğunda ya da çiselediğinde Struga'da dolaşırken şehir merkezinde tamamen kitaplara hasredilmiş bir kitabevi gözüme çarpmadı. Daha çok kırtasiye tarzı yerlere denk geldim ve bu tarz işletmelerin raflardaki kitaplar da kısıtlı ve Makedoncaydı. 
 

Üsküp'ün Sanat Köprüsü. Bu Köprü, tanınmış Makedon figürlerin heykellerini barındırıyor
Üsküp'ün Sanat Köprüsü. Bu Köprü, tanınmış Makedon figürlerin heykellerini barındırıyor / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

İlk gün Ohrid dönüşü, yağmur durana kadar zaman öldürmek dışında yapabileceğim pek bir şey yok. Struga'ya dönünce, alkol satmayan bir barda birkaç bardak demli çay ve bir kola eşliğinde Birleşik Arap Emirlikleri ile Irak arasında oynanan Dünya Kupası eleme maçını izledim. Aslında bu barı bana Agim tavsiye etti ve "çay cuzel cuzel" – yani "güzel" diye beni buraya bırakıp evine gitti. Mekânın sahipleri çok iyi Türkçe konuşuyordu. İçeride bir sürü madalya ve kupa görünce bunların hangi branşa ait olduklarını merak edip sordum. Çalışan çocuk -ki kendisinin işletme sahibinin oğlu olduğunu söyledi- "yelken sporu" dedi. Maçta Irak'ı destekledim. Birleşik Arap Emirlikleri takımında Arapça konuşan oyuncu sayısı çok az. Irak, geri düştüğü maçta son dakikada attığı penaltı golüyle maçı kazanınca, hiç adetim olmamasına rağmen, o kadar abartılı bir biçimde sevindim ki insanlar "Kim bu, neden bu kadar sevindi?" der gibi bana baktı. Özür dileyince gülümsediler.
 

Struga’daki Doktor Nikola Nezlobinski Müzesi. Bölgenin doğal tarihini sergileyen önemli bir müze
Struga'daki Doktor Nikola Nezlobinski Müzesi. Bölgenin doğal tarihini sergileyen önemli bir müze / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Struga'daki zamanım yağmurdan dolayı genelde iç mekanlarda geçti. Kapalı ortamda zaman yavaşlıyor. Bari gidip Nikola Nezlobinski Müzesi'ni göreyim diyorum. Müzenin kurucusu, 1924'te sıtmayla mücadeleye yardımcı olmak üzere Struga'ya doktor olarak gelen Rus Nikola Nezlobinski. Bu doktor aynı zamanda bir doğa aşığı ve Anton Çehov gibi bir hümanistmiş. Müzede Nuh'un Gemisi gibi türlü türlü hayvan var; kuş, yılan, böcek, memeli hayvanlar vs. Ayrıca bitkiler de mevcut. İçleri doldurulmuş bu hayvanların hepsi gerçek. Müzeye girmek için ne kadar ödedim hatırlamıyorum. Ama cüzi bir miktar olmalı.
 

 

Üsküp'e dönüş

Üçüncü günün sabahı Agim gelip beni kaldığım yerden alıyor ve Üsküp'e gitmem için terminale bırakıyor. Benimle gelip terminalde bilet satan kadına önce kendisi soruyor. Sonra yanımdan ayrılmayıp şoförü buluyor ve beni ona emanet ediyor. Şoför 2 saatimiz daha, var deyince Agim "O hâlde bir kahve içelim" diyor bana. Normalde ben de Jose Saramago'nun nitelemesiyle, "vedaların hep kısa olanı iyidir" diye düşünme eğilimindeyimama Agim sevimli bir insan. Terminaldeki kafeye gidiyoruz. Agim beni oradaki Makedonlarla tanıştırıyor. Bazıları bana Kıbrıs'ı soruyor. 1 saat kadar içeride oturup konuşuyoruz. 

*

Kafeden söz açılmışken, tüm Makedonya seyahatimde en beğendiğim mekânlardan biri, Shakespeare'i saymazsam, Paladium Kafe-Bar oldu. Üsküp'teki bu yerin sarı ışıkları, yeşil tonları ve döşemeleriyle iç tasarımı gerçekten çok hoşuma gitti. Kafenin sahibi kadını tebrik ettim. Ben içeride kahve içerken kafede Fool's Garden'ın Lemon Tree ve James Brown'ın We Got to Change şarkıları çalıyordu. 

*

Struga'dan da Üsküp'e dönerken şoför dağda yol kenarında duran bir egzoz görünce duruyor. Egozu eline alıp uzun uzun bakıp duruyor, her tarafını inceliyor. Sonra telefonda birini arayıp beş dakika kadar yağmurun altında konuşuyor. Acaba egzozu almak ya da satmak için pazarlık mı yapıyor? Yolcular ise içeride sabırla şoförün işinin bitmesini bekliyor. Sonra adam otobüse biniyor ve birkaç kez hararetli biçimde voy beşe diyor, ne demekse.

Yolda minicik bir kilise görüyorum. Bu kadar küçüğünü hiç görmedim. O kadar ufak kir kişi zor ancak sığar. Ağzım açık kalıyor (Merak etmeyin kapıyorum sonra).

Derken minibüse birkaç Roman biniyor. İçlerinden biri nine herhalde ve onun torunu küçük bir kız. Çocuk durmadan öksürüyor. Cebimden boğaz pastilini çıkarıp paketi nineye veriyorum. Sonra çocuğun boğazını işaret ediyorum. O ise alıp pastillerini çantaya atıyor. Sonra teşekkür ediyor. Mola veriyoruz. Küçük Roman kız kaldırıma oturtan ninesinin arkasına geçmiş kadının saçlarını örüyor.
 

Úsküp'ün bohem Debar Maalo semti
Úsküp'ün bohem Debar Maalo semti / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Vizajlar

Makedonya seyahatimden şu görüntüler zihnimden hızlıca akıp geçiyor:

Her seyahatimde mutlaka kalbimi incecik sızlatan ya da bana içimde minik bir tel çekilmiş gibi bir sancı hissettiren manzaralara denk gelirim. Üsküp'te, şehrin en eski semtlerinden biri olan, bohem Debar Maalo'da birden önüme bir Roman çocuk çıkıyor. 10 yaşında ya var ya yok. Kucağında minicik bir kız tutuyor. Başta kucağındaki bebeği oyuncak sandım. Ama birden bebeğin hareket ettiğini fark ettim! En fazla 1 yaşında. Ayakları minicik. Onu tutan abisi bir eliyle de sigara tüttürüyor diğer eliyle kız kardeşini tutuyor. Zihnime kazındı o görüntü. Yağmur çiseliyor. Sanırım bir yanım hep buruk kalacak bu görüntü yüzünden.
 

Üsküp. Debar Maalo yakınlarında bir park
Üsküp. Debar Maalo yakınlarında bir park / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Buradaki Roman manzarası Emir Kusturica filmlerindeki mutlu Roman manzarasına pek benzemiyor. Gazetecilik etiği gereği, küçük çocukların fotoğraflarını çekmek, ahlâki açıdan hassas ve problemli bir mesele. Velilerinden izin almak gerekir. Bu yüzden, her ne kadar üzülsem de Roman kardeşlerin fotoğrafını çekmiyorum.

Bu sadece bir fotoğraf meselesi değil, aynı zamanda bir insanın kişilik hakları ve gazetecinin etik sorumluluklarıyla ilgili bir konu. Dünyayı daha iyi bir yer yapacaksa etik kaygılar ve sorumluluk duygusu yapar. Toplumun kenarındaki çatlaklarda yaşıyor birçok Roman ve onları böyle görmek, beni insanlığımdan utandırıyor.
 

Debar Maalo yakınları. Park. Seyyar kahveci
Debar Maalo yakınları. Park. Seyyar kahveci / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Üsküp'ün Tarihi Çarşı'sında Golgotha 5 dövmeli Korsikalı adam benim kolumdaki dövmelere bayılıyor. Eşini dostunu çağırıp benim dövmeleri onlara gösteriyor. Tek tek bana dövmelerin anlamını soruyor. 

Struga terminalinde beklerken Sebastian adında bir Roman'la tanıştım. Görmüş geçirmiş birine benziyor ve insanda nedense acı veren bir merhamet duygusu uyandırıyor.
 

Tarihi Çarşı
Tarihi Çarşı / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Sonra, son gün Üsküp'te, sabah 4 çocuk gördüm. En fazla 12 yaşındalar. Hepsi de elinde birer sigara tüttüre tüttüre gidiyorlar. Ama kabadayı gibiler. Alnıma çivi çakılmış gibi oldum. Normalde o saat okulda olmaları gerekiyor bu veletlerin. 
 

Solda I. Justinianus (namı diğer Büyük Justinianus) heykeli. Vardar Nehri, Kuzey Makedonya Arkeoloji Müzesi ve 15. yüzyılda Osmanlılar tarafından inşa edilen ünlü Taş Köprü
Solda I. Justinianus (namı diğer Büyük Justinianus) heykeli. Vardar Nehri, Kuzey Makedonya Arkeoloji Müzesi ve 15. yüzyılda Osmanlılar tarafından inşa edilen ünlü Taş Köprü / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Vardar Nehri üzerindeki Taş Köprü'de, küçük, kalp şeklinde kırmızı balon satan bir çocuk var. Birisi, yanından geçerken bu çocuğun kazancını sigarayla patlatıyor. Çocuk buna sinirlenip söylenmeye başlayınca üzülüp cebimdeki bozukları çocuğa veriyorum.
 

Vardar Nehri'nde balık avlayan insanlar. Arkada tarihi Taş Köprü
Vardar Nehri'nde balık avlayan insanlar. Arkada tarihi Taş Köprü / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Bir yeri gezdiğiniz ya da vaktiyle okuduğunuz bazı olayların yaşandığı bir yeri gördüğünüz zaman yazarın neyden bahsettiğini daha iyi anlarsınız. Okuduğunuz zaman ise sadece metni anlarsınız. Bu ikisi, hatta üçü –yani yazar, metin ve olgular– tabii ki birbirini dışlayan ve birbirlerinden farklı veya birbirine ters gerçeklikler değil. Ben burada görmek ile okumanın birbirinden bağımsız varlık-hayat şekilleri olduğunu düşünmüyorum. Bu iç içelik Balkanlar gibi tarih-mekân ilişkisinin parşömenleştiği bir yerde daha da anlam ya da metinsellikle düğümleniyor. 
 

Rahibe Teresa Üsküp'te doğdu. Doğum adı Agnes Gonca Boyacı. Arnavut kökenli. Hayırsever çalışmaları nedeniyle 1979'da Nobel Barış Ödülü aldı. Kalküta'da hayatını kaybetti. 2
Rahibe Teresa Üsküp'te doğdu. Doğum adı Agnes Gonca Boyacı. Arnavut kökenli. Hayırsever çalışmaları nedeniyle 1979'da Nobel Barış Ödülü aldı. Kalküta'da hayatını kaybetti. Bugün anısına Üsküp'te bir müze ve anıt evi var  / Fotoğraflar: İbrahim Beyazoğlu

 

Geri dönüş zamanı geldi. Son gün Kös kös oturup sessizce zaman geçirdiğim Shakespeare Cafe'ye –telefona indirdiğim Wizi uygulaması ile– taksi çağırıyorum. Havalimanı şehir merkezine 25 kilometre uzaklıkta. Taksi ile gitmek için 1,000 Denar ödüyorum. Bizdeki taksiciler ne kadar talep ederdi acaba?
 

Rahibe Teresa Üsküp'te doğdu. Doğum adı Agnes Gonca Boyacı. Arnavut kökenli. Hayırsever çalışmaları nedeniyle 1979'da Nobel Barış Ödülü aldı. Kalküta'da hayatını kaybetti. 1
Rahibe Teresa'nın anısına Üsküp'te bir müze ve anıt evi var. Giriş ücretsiz. Müzenin internet sayfasına göre her yıl yaklaşık 100 bin kişi burayı ziyaret ediyor / Fotoğraflar: İbrahim Beyazoğlu

 

Üsküp Havalimanı ufak, şirin, düzenli ama kitabı geçtim, dergi satılmayan bir yer. Ya da ben göremedim. Umarım vardır da benim gözümden kaçmıştır. 
 

Solda Aziz Yuhanna Kaneo Kilisesi. Ohrid Gölü’nün kıyısındaki kayalığın üzerinde yer alır ve şehrin en ikonik yapısıdır. Solda yukarıda ise Ohrid'e has evleri görebilirsiniz
Solda Aziz Yuhanna Kaneo Kilisesi. Ohrid Gölü’nün kıyısındaki kayalığın üzerinde yer alır ve şehrin en ikonik yapısıdır. Solda yukarıda ise Ohrid'e has evleri görebilirsiniz / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Wizz Air

Wizz Air ucuz bilet fiyatlarıyla bilinen bir şirket. Yine de yanınıza beklenmedik masraflar için bir kredi kartı bulundurun. Çünkü nakit kabul etmiyorlar. Aman diyeyim! Bana, bagajı biletle birlikte online satın almanın havalimanında bagaj masrafı ödemekten daha ucuza geldiğini söylediler. Mümkünse siz olun kabin çantanızın ağırlığını ve boyutunu kesin olarak ölçün. Az da olsa sınırı aşan her bagaj için ücret alınır. Ben 75 euro ödedim. 
 

Üsküp. Aziz Konstantin ve Helena Kilisesi
Üsküp. Aziz Konstantin ve Helena Kilisesi / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Kıbrıs'a dönüş

Uçak sabah 7.50'de kalkacak. Sabaha kadar gözüme bir damla uyku girmeden yola düşüyorum. Bir yandan da Kıbrıs'a döneceğimi düşündükçe daralıyorum. Tadım yok. Benim açımdan en talihsiz şeylerden biri, hoşuma gitse de gitmese de Kıbrıslı olmamdır. Bunu itiraf etmek hiç hoşuma gitmiyor bir ya da iki özgür düşünen Kıbrıslı dışında –yaradılış olarak– bizim bu ada insanıyla pek anlaşamıyorum. Zaten tatile çıkma sebebim bu. Üsküp gibi nispeten kaotik şehirlerde bu yüzden mutluyum: Ben de Edward Said gibi büyük şehirlerde "kendimi evimde hissetmemeyi" seviyorum. Zira gibi şehirlerde, Polyphemus'a can havliyle "Ben hiç kimseyim" diye nida eden Odysseus kabilinden "anonim" kalmamız mümkün. Üsküp, tıpkı diğer metropoller gibi "yüzlerce" olmasa bile birçok "kimliğin şehri. Bunların arasında gezinebilirsiniz". 6 Makedonya'da Kıbrıslılara denk gelmediğim için mutluyum. Nasıl olsa her gün burada görüyorum.
 

Üsküp. Aziz Konstantin ve Helena Kilisesi1
Üsküp. Aziz Konstantin ve Helena Kilisesi / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Adaya dönüyorum ama yarısı yenmiş elma gibiyim, enerjim yok. Yaş ilerledi ve artık yoruldum... Ama Kuzey Makedonya haletiruhiyesinden çıkabilmiş değilim.


Ukde!

Matka Kanyonu'na gidemedim. Kendi kendime "olmayınca olmuyor" diyorum. Vodna Dağı'na da çıkamadım. Ohrid'i tepeden göremedim. Alamadığım kitaplar beni üzdü. Krempita yiyemedim. Korzo'nun ünlü dondurmasını da tadamadım! Hava muhalefeti ve öncelik sıralamasındaki hatalar işte! Aksilikler olur. Saramago yine haklı çıktı: "İnsan tasarlar, ama koşullar belirler". 7  

Şartları kabullendim. Ne yaptıysam ne yapmak zorundaysam işte oydu. Artık gelecek defaya, diye kendimi avutuyorum. Ya da böyle bir savunma mekanizması geliştiren bilinçaltım benden daha akıllı! Çağdaş felsefecilerden Mark Rowlands'a kulak verip, "hayatın anlamının mutluluk ve bir hedefe sahip olma"8ya indirgenemeyeceğini görebiliriz.

Bunu seyahat ederken de denemek kötü bir fikir olmaz.

 

 

1.  Hosking, G. (2015). Rusya ve Ruslar: Erken dönemden 21. yüzyıla (K. Acar, Çev.; 2. bs.). İletişim, s. 56.
2.  Greene, G. (2019). İstanbul treni (H. Gündoğdu, Çev.; 2. basım). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 70.
3.  Rilke, R. M. (1961). Yalnızlık (B. Necatigil, Çev.). Türk Dili, (113), s. 267. 

4.  Saramago, J. (2020). Defterler (N. Akyüz, Çev.; 4. bs.). Kırmızı Kedi, s. 317
5.  Türkçeye genellikle "Kafatası" veya "Kafatası Tepesi" olarak çevrilir. Hristiyan geleneğinde Golgotha, Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği yer olarak bilinir.
6.  Ali, T. (2018). Edward W. Said ile konuşmalar (N. Aydemir, Çev.). Alfa, s. 102.
7.  Saramago, J. (2020)., s. 219.
8.  Rowlands, M. (2015). Filozof ve kurt (E. Özkaya, Çev.). Maya Kitap, s. 221. 

İbrahim Beyazoğlu Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) İletişim Fakültesi'nde öğretim görevlisi (PhD.) ve serbest gazetecidir. Daha önce Kıbrıs ve Cyprus Today gibi gazetelerde akredite gazeteci çalıştı.

Leeds Üniversitesi Tarih Bölümü'nde, aldığı bursla, iki dönem konuk araştırmacı olarak bulunmuştur. https://scholar.google.com/citations?user=JrwwtXAAAAAJ&hl=tr&oi=ao  İ[email protected]  

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU