Çağdaş bir Şeyh-ı Sen'an hikayesi ve zeyli

Vahdettin İnce Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pinterest

Müthiş bir hikayedir Feriduddin Attar'ın Farsça kaleme aldığı "Şeyh-ı Sen'an" hikayesi. Feqiyê Teyran ise bu hikayeye Kürtçe "Şêxê Sen'an" adıyla yeniden hayat vermiştir…

Bunlar hikayenin kitabi anlatımları tabi. Bir de halk arasında "çîrokbêj"lerin (masalcı) anlattıkları bir versiyonu var.

Çîrokbêj : "şêxek hebû ji sen'aniyan…" (Sen'anlılardan bir şeyh vardı) diye başlayınca cemaat pür dikkat kesilirdi. Sarsıcı, insanı kendine getirici bir etkisi vardı.

Tasavvuf kavramları üzerinden insan psikolojisinin derinlikleri anlamdan billur heykeller gibi gözlerde canlanır, beyinlerde her an ete kemiğe bürünme istidadında nurdan resimlere dönerdi. 


Malum, sembollerin en yoğun kullanıldığı alan edebiyattır. Bu hikaye de edebi kalitesi kadar her zaman ve her toplumda mutlaka şu veya bu şekilde bir örneğinin ortaya çıkması bakımından ölümsüz bir eserdir.

Bir sembol, bir metafor, her an ortaya çıkan bir gelişmeyle birlikte yeni bir anlam kazanıyorsa o artık alem (işaret, sosyolojik ve doğal ayet) vasfını kazanmış demektir.

Şêxê sen'an hikayesi her gün yeniden dirilen, hiç ölesi olmayan destanlardan biridir bu yüzden.


Mesela ben İslam aleminin, özellikle çağdaşlaşma diye yanıp tutuşan Türkiye'nin Avrupa aşkını ve Avrupa'nın durmadan şartlar ileri süren nazını duyduğum her seferinde Şêxê Sen'an'ın hikayesinin yeni ve hazin bir versiyonu ile karşı karşıya olduğumu düşünürüm.

Hikayenin bizim oralarda çîrokbêjler tarafından anlatılan versiyonu şöyledir:

"Şêxê Sen'an Bağdat dolaylarında elli kadar müridiyle etrafına, hikmet, irfan dağıtan bir velidir. Her gün irşadla ve müritlerini yetiştirmekle meşguldür.

Bir gün Hıristiyan (file) mahallesinde irşad faaliyetlerini yürütürken papazın kızını görür ve aşık olur. Kızı kaç kere istediyse de papaz kızını bir Müslümana vermeye yanaşmaz (Avrupa Birliği'nin Müslümanlığını ileri sürerek Türkiye'ye bir türlü kapıyı açmaması gibi).

Fakat şeyhin de vazgeçeceği yoktur (Osmanlı olarak Avrupa'yı irşada çıkanların Türkiye olarak Avrupa'nın 'aydınlanma' cazibesine kapılmasına ne kadar benziyor).

Papaz kızını alıp Bağdat'tan ayrılıp Ermenistan'a gider. Bir sabah uyanan şeyh, kızın Ermenistan'a gittiğini duyunca müritleri ile birlikte onların peşine düşer. Uzun hikaye (Türkiye'nin Avrupa birliğine kabul edilmesi hikayesi kadar uzun).

Şeyh'ten kurtulamayacağını anlayan papaz, kızını vermek için bazı şartlar koşar. Şarap içmek, zünnar bağlamak, Kur'an'ı yakmak ve kilisenin domuzlarına çobanlık etmek (Türkiye'nin önüne konan kriterleri çağrıştırmıyor mu sizce de)...

Şeyh şarap içmeyi ve domuz çobanlığı yapmayı kabul eder ve diğerlerini (şimdilik) kabul etmez (Türkiye'nin bazı kriterleri ağırdan almasına benziyor).

Şeyhlerinin bu kararı karşısında müritleri ayrılıp Bağdat'a geri dönerler (Türkiye'nin makas değiştirip Avrupa aşkına kapılmasına kızıp Şeyh Said'in şahsında ilişkiyi koparmaya çalışan Kürtleri andırıyor).

Kendilerine mürşitlik etmesi için Abdulkadir Geylani'nin yanına giderler. Geylani şeyhlerini kendi haline bırakan bu müritleri kabul etmez ve 'Siz de şeyhinizle birlikte zünnar bağlasaydınız bundan daha iyiydi, gidin Şeyhinizi kurtarın' der.

Tarikat adabına göre yanlış yaptıklarını anlayan müritler, şeyhlerini bulmak için yola düşerler. Papazın kızı kilisenin damında domuzlarla meşgul olan şeyhi temaşa etmektedir.

Şeyh domuz pisliğine bulanmış vaziyette ve beline bağladığı zünnarı belli olacak şekilde (belli ki üçüncü adımı atmayı kabul etmiş. Türkiye'nin Avrupa'nın önüne koyduğu yeni bir dosyayı açması gibi) hasta bir domuzun tedavisiyle meşguldür.

Şeyhlerini bu durumda gören müritlerin yüreği paralanır ve oracıkta halka tutarak erbane eşliğinde zikre girerler (Türkiye'nin Avrupa aşkı nedeniyle düştüğü durumu hazmedemeyen Kürtlerin geri dönüp Said-i Kürdi'nin şahsında uyandırıcı iman zikrini başlatmalarını andırıyor bu da).

Şeyh, erbanenin uzaktan gelen sesine dikkat kesilir. Kulağından ruhuna doğru sarsıcı, insanı kendine getirici bir meltem hisseder.

Yavaş yavaş içi kıpırdamaya başlar. Ruhunu kıskıvrak yakalayan bu cezbeye karşı koyamaz ve sesin geldiği tarafa koşar.

Önce beline bağladığı Hristiyanlık alameti zünnarı çözer, sonra üzerindeki domuz pisliğine bulanmış elbiseleri atar ve zikir halkasına katılır. Kız da şeyhin peşinden koşarak Müslüman olur."


Bu arada çîrokbêj mutlaka hikayeyi "ez qurbana dînê Mihemed bim" (Muhammed'in dinine kurban olayım) diye bitirirdi.

Dediğim gibi edebiyat semboller bütünüdür. Gerçek hayatta karşılığı olan semboller de hiçbir zaman ölmezler. Bireysel veya toplumsal ölçekte mutlaka bir karşılıkları çıkar ortaya.


Geçenlerde bir ailenin hikayesini dinledim.

Aile yıllar önce Romanya'ya gider. Hıristiyan bir toplumda çocuklarının Müslüman kalması için bilgileri çerçevesinde ellerinden geleni yaparlar.

Bazı Müslümanların açtıkları Kur'an kurslarına yazdırırlar, oradaki Müslüman cemaatlere gidip gelmelerini sağlarlar.

Gel zaman git zaman ailenin Türkiye'ye gelmesi gerekir. Ama ailenin erkek çocuğu gelmez. Hiçbir çaba fayda vermez. Romen bir kıza aşık delikanlı orada kalır.

Bildiği, öğrendiği bütün dini özelliklerden sıyrılır ve sonunda kızla evlenir. Bir müddet sonra bir çocukları olur. Çocuğa verilecek ismin dini (Hristiyanlık ve İslam) özellik taşımamasında karar kılarlar.

La dini bir Romen, bir de (Tonguç kıvamında) laik bir Türk ismi konur çocuğa (Bireysel ve toplumsal düzeyde Avrupalı aşkına kavuşmak istiyorsan atacağın ilk adım laikliktir her zaman).

Bir ara Türkiye'ye gelirler. Romen gelin çok tedirgindir. Çocuğunu (vaftiz benzeri bir şeyle) Müslüman yapmalarından endişe eder.

Aile de bir şekilde torunlarına Müslüman olduğunu hatırlatacak bir şey yapmak ister. Bir gün pikniğe giderler. Gelinin meşgul olduğu sırada çocuğu kucaklarına alıp severler.

Akşam evde ailenin fertleri birbirlerine itiraf ederler. 'Kucağımda severken kulağına ezan okudum' diye birbirlerine söyler. Hemen hemen hepsi birbirlerinden habersiz bunu yapmış meğer.

Şimdi hepsi ezanın tesirini göstermesini bekliyor büyük bir umutla.

Benim de umudum, İslam aleminin (başta Osmanlının torunu Türkiye'nin belini kırmak üzere olan) bu çağdaşlaşma zünnarından kurtulmasıdır.

Ezanın sarsıcı, insanı kendine getirici bir tesiri var.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU