Öncelikle saldırıda öldürülen Deniz Poyraz kızımıza rahmet, ailesine, sevenlerine sabır ve HDP camiasına baş sağlığı diliyorum.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Başkanlığı binasına girip Deniz Poyraz kızımızı öldüren cani teröristin etnik ve ideolojik kimliği ne olursa olsun, 'eylem fikri' ister bireysel, ister örgütsel olsun ortaya çıkan gerçek; siyasal şiddetin Türkiye'de bir zemin bulduğunu göstermektedir.
Zemini oluşturan nedenlerin başında da iktidar ve müttefiklerinin siyaset tarzlarının geldiğini düşünüyorum.
İktidar politikalarının; devamlı olarak öfke, nefret, düşmanlık, gerilim, gerginlik, meydan okuma üzerine inşa edilmiş olmasının şiddet temayülünün oluşmasında etkisinin olmaması mümkün olabilir mi?
Siyasal alandaki ayrışmaların, kutuplaşmaların, ötekileştirmenin nedeni bu dil ve üslup değil midir?
Tarafsız olması gereken bir cumhurbaşkanının partili ve bir partinin genel başkanı olması, partisinin; muhalefet partilerine ve liderlerine karşı sert ve uzlaşmaz tutumu, öfke ve tehdit içeren söylemleri bu ayrışmalarda rol oynamadığını söyleyebilir miyiz?
Rakiplerini; "vatan haini", "düşmanla işbirlikçi", "bayrak-ezan-din düşmanı", "millet-devlet düşmanı", "Terör destekçileri", "terörist seviciler", "bunlar iyi günlerinizdir", "HDP açılmamak üzere kapatılmalıdır" gibi suçlamalarla baskı altında tutmaya çalışan bir siyaset anlayışı ve siyasi dil, şiddet üretmeyecek de barış mı üretecek?
Cumhur İttifakı'nın ortak kabulü ile hayata geçirilen baskıcı, anti-demokratik ve hukuk dışı uygulamaların şiddet eğilimlerine etkisini nasıl yok sayabiliriz?
İktidar ve ortağının himayesinde olduğu iddia edilen çetelerin cirit attığı bir ülkede, hedef gösterilen kesimlere yönelik saldırıların, provokasyon ve cinayetlerin olması beklenen bir gelişmedir.
Ana muhalefet partisi CHP ve İYİ Parti liderleri saldırıya uğramadı mı? Milletvekilliği yapmış ve aktif siyaset içinde olan politikacılara, gazeteci ve aydınlara sokak ortasında, hatta karakolda saldırılmadı mı?
HDP'nin devamlı hedef gösterilmesinin, bu saldırıda ve Deniz Poyraz'ın öldürülmesinde bir katkısı olduğu düşünülemez mi?
HDP'ye yönelik saldırılar yeni değildir. HDP'nin teşkilat binalarına ve mensuplarına sayısız saldırılar yapılmıştır. Bu saldırılar karşısında iktidar ve ortaklarının siyasi tutumu hiç de müspet olmamıştır.
Aksine muhalefet tarafından teşvik ve tahrik edici olarak değerlendirilmiştir.
Yasal bir partinin bu kadar baskı altında tutulması, mağdur edilmesi, propaganda ve politik faaliyetlerine sürekli yasak ve engel konulması, çoğunluk tarafından ötekileştirilip düşmanlaştırılması, en azından adalet-ahlak-vicdan boyutuyla kabul edilemez bir yaklaşımdır.
Hukuki hiçbir dayanağı olmadan eş başkanları, milletvekili ve belediye başkanları tutuklanıp ağır mahkûmiyet cezalarına çarptırılması hangi adalet, ahlak ve vicdan ile izah edilebilir?
Ayrıca HDP'ye yönelik baskı, tehdit, hukuksuzluk, ayırımcılık çoğulcu ve demokratik siyasetin de gelişmesini engellemekte, dolayısıyla Türkiye'nin de önünü tıkamaktadır.
Elbette HDP'de tıpkı diğer partiler gibi gerilim, öfke ve düşmanlık siyasetinden beslenmektedir. Bu boyutuyla hiç de masum değildir.
Diğer partilerle aynı dili kullanmakta, kin, nefret ve düşmanlığı körüklemektedir.
Ancak HDP de CHP, İYİ Parti, AK Parti veya herhangi bir parti kadar eleştirilebilir, daha fazlasını hak etmiyor, hele şiddeti hiç hak etmiyor.
En masum boyutuyla HDP'ye yönelik dışlayıcı tutum; kin, öfke, nefret, düşmanlık ve ırkçılıktan kaynaklandığı ortadadır.
Peki, bu durumda ayırımcı, ötekileştİrici, öfke ve nefret dilini kullanan siyasetçilerin ve siyaset anlayışının sorumluluğu yok mu?
Terörle aynı cepheye konularak, kapatılmak üzere yargıya çağrıda bulunan siyasetin ve siyasetçilerin kendisi değil mi?
Anayasa Mahkemesi'nin kapatma kararı vermesi için baskı oluşturan, toplumu kışkırtan yine siyasettir.
Peki, bu tarz bir siyaset anlayışı şiddet temayülünün oluşmasına zemin hazırlamaz mı?
Bu nedenle siyasi partilerin, politikacıların, yöneticilerin dil ve üslup konusunda sorunlu oldukları ve bu dilin de siyasal şiddet zeminini oluşturduğunu ve şiddet yanlılarına cesaret verdiğini düşünüyorum.
HDP İzmir il binasına saldırının bilinçli, planlı, örgütlü bir biçimde bir siyasi partiye, bir siyasal ideolojiye, onun mensuplarına yönelik yapıldığı açıktır. Aynı saatlerde planlanmış parti toplantısının iptal edilmesi; muhtemel bir katliamı da önlemiştir.
Kişisel olarak saldırı ve cinayetin hiçbir partiyle ilişkili olduğunu düşünmüyorum. Ancak ideolojik akrabalığı ve siyasi yakınlığı olduğu da açıktır.
Çünkü şiddet dili kullananlarla şiddete başvuranlar birbirleriyle ideolojik ve politik açıdan akraba sayılırlar. Yöntemleri farklı olsa da birbirlerinden beslendikleri sosyolojik bir gerçekliktir.
Türkiye'de AKP, MHP ve HDP dahil hiçbir partinin terörü ve terör eylemlerini benimsemediği ve şiddeti bir yöntem olarak seçmediğini biliyoruz. Bu partilere yönelik asılsız suçlamaları da ciddiye almıyorum.
Saldırı ve cinayetin arkasında bir parti veya partileri (AKP-MHP) aramak gerçekleri saptırmaktır. Zemini oluşturan; siyasetin şiddet ve nefret dili olsa da saldırının arkasında partilerden bağımsız örgütlü bir yapının olduğunu göz ardı etmemeliyiz.
HDP'ye yönelik saldırının 'örgütlü ırkçı' bir terör saldırısı olduğu, caninin ifadelerinden de anlaşılmaktadır. Caninin arkasında ırkçı ve örgütlü bir yapının, en azından bir çete desteğinin olduğu kuvvetle muhtemeldir.
Kuşkusuz söz konusu örgüt veya çetenin ortaya çıkarılıp yargılanmasını sağlayacak olan iktidardır. Bu konuda en ufak bir ihmalin sorumlusu da iktidardır.
Çetelerin cirit attığı, medya-siyaset-bürokrasi iş birliğinde devlet kurumlarına dahi çöktüğü bir ülkede, bu ve benzer çetelerin herhangi bir eylemi planlaması ve uygulamaya koyması hiç de zor değildir. Çete yapılanmaları karşısında iktidarın içine düştüğü acziyet ortadadır.
Çetelerle başı dertte olan mevcut iktidarın, artık sorun çözme kabiliyetini yitirdiğini, çete faaliyetlerini durdurmasının mümkün olmadığını düşünüyorum.
Bu durumda mevcut iktidardan, HDP'ye yapılan saldırı ve işlenen cinayetin arka planını aydınlatmasını beklemenin de beyhude olduğu kanaatindeyim.
Cumhur İttifakı, Türkiye'nin artık taşıyamayacağı bir yük ve kambura dönüşmüştür.
Öfke-nefret-düşmanlık ve şiddet temayülünü artıran da çete yapılanmalarına imkân veren de demokrasi ve barış önünde en büyük engel oluşturan da Cumhur İttifakı ve çağdışı politikalarıdır.
Uyarmak isterim ki;
Şiddet dili toplumu, şiddet politikaları ise ülkeyi böler!
Yöneticilerin, özellikle de siyasetçilerin öfke-nefret-ayırımcı tutumu kutuplaştırır, düşmanlaştırır, ırkçılığı, dinciliği körükler, çatıştırır, şiddet ve terör zemini oluşturur. Türkiye tam da bu noktadadır.
İktidar ise sağduyu ile sorunlara yaklaşmak yerine toplumu kutuplaştırarak sorunları daha da derinleştirmek ve iktidarını uzatmak peşindedir.
Halklarımıza, her kesime ve bize düşen görev; birbirimize kenetlenerek bu kirli oyunlara karşı ortak bir duruş sergilemektir.
Bizim de, halklarımızın da özgürlüğü, barış ve onuru ortaya koyacağımız ortak bir tutumla ancak mümkün olabileceğini unutmayalım.
Hep birlikte, başta HDP olmak üzere hiçbir partiyi ve toplumsal kesimi dışlamadan 'hak-adalet-demokrasi' için ayırımcılığa ve şiddete karşı el-ele, gönül-gönüle verip karanlığa ışık olup ülkemizi aydınlığa çıkarmak zorundayız.
Bu bağlamda 71 ilin baro başkanlarının, Deniz Poyraz'ın öldürülmesi ve HDP İzmir İl Başkanlığı'na yönelik silahlı saldırıyı ortak bir açıklamayla kınamaları son derece önemlidir.
Bu duyarlılığı toplumun tamamına yaymak hepimizin insanlık ve yurtseverlik borcudur.
Biliyoruz ki, bu menfur terörist saldırı farklı toplumsal kesimlerin adalet, demokrasi ve özgürlük taleplerine karşı yapılmıştır.
'Hadi' artık yenilerine fırsat vermeyelim!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish