Türk-Amerikan ilişkileri açısından NATO zirvesini nasıl okumalıyız?

Dr. Eren Alper Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Zirvede ele alınan genel başlıklar

NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye'nin de katılımıyla Brüksel'de gerçekleşen ilk NATO Zirvesi'nde üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanları bir araya gelerek ekonomiden güvenliğe, sağlıktan iklim değişikliğine kadar birçok küresel meseleyi ele aldılar.

Zirve öncesinde NATO'nun geleceğe yönelik hamlelerine ve NATO dışında kalan Rusya ve Çin gibi ülkelere verilecek mesajlara kadar birçok merak edilen soru olsa da, Türk kamuoyunun en çok cevap aradığı konu ABD başkanı Joe Biden ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ikili görüşmede neler konuşulacağı ve Washington-Ankara arasındaki ilişkilerin bundan sonra ne şekilde gelişeceğiydi.

Biden'ın henüz başkan seçilmeden önce Türkiye aleyhindeki söylemlerine bir de başkan seçildikten sonra dış politikada Türkiye aleyhine attığı adımlar (1915 olaylarının tanınması, CAATSA yaptırımlarının uygulanması vs) eklenince bu zirve iki ülke arasındaki gerginliğin yumuşaması için bir dönüm noktası olarak görülmüştü.  

Fakat zirvenin Türkiye açısından pek de istenilen düzeyde olmadığı ve taraflar arasındaki ilişkilerin çözümünde netlik kazanmayan birçok nokta olduğu söylenebilir.


Yükselen güçler Çin ve Rusya'ya karşı NATO'dan gözdağı

İki taraf arasındaki görüşmelerin içeriğinden bahsetmeden önce zirvede alınan genel kararlara ve konuşmalara bakacak olursak; Çin'in davranışlarının sisteme meydan okuma olarak okunması ve ileride NATO için bir tehdit haline gelirse NATO yetkililerinin harekete geçmesi, Afganistan'da NATO'nun varlığının yeni bir çehre değişimi ile devam etmesi, Afgan güvenlik güçlerine maddi kaynak aktarılması ve havalimanları gibi altyapıların güçlendirilmesi, Ukrayna ve Gürcistan güçlerine eğitim verilmesine ve kapasite artımının sağlanmasına devam edilmesi, iklim değişikliğine karşı mücadele edilmesi ve Ukrayna'nın NATO üyesi olma yönündeki girişimlerinin dikkate alınması gibi konu başlıklarına vurgu yapıldı.  

Bildiride, NATO tarafından "Çin'in hırsları ve iddialı tavırları mevcut kurallara dayalı uluslararası düzene ve ittifakın güvenliğiyle ilgili alanlara sistematik olarak meydan okuyor" ifadesi kullanılsa da diğer NATO üyesi Almanya ve Fransa gibi ülkeler Çin ile aralarındaki ekonomik ortaklıklara dikkat çekerek bu konuda dengenin sağlanması ve hedeflerin karıştırılmaması gerektiğini vurguladılar. 

Bir diğer potansiyel tehdit Rusya konusunda NATO tarafından yapılan açıklamada, Rusya'nın uluslararası hukuk kurallarına uyma taahhüdünde bulunmasına dair güvence verene kadar Moskova ile ilişkilerin normalleşmeyeceği belirtildi.

Biden, Cenevre'de bir araya geleceği Putin'e, kendisinin de kabul etmesi halinde birlikte çalışabilecek alanların olduğunu belirteceğini fakat Putin'in geçmişteki gibi davranmaya devam etmesi durumunda, siber güvenlik ve diğer faaliyetlerle ilgili olarak benzer şekilde cevap vereceğini ekledi.  

Çin ve Rusya'ya yönelik yapılan misillemeler aslında NATO'nun (şu an için harekete geçmese de) ileride bu iki yükselen güç ile uluslararası arenada karşı karşıya gelebileceğini zira bu ülkeleri kendisine rakip olarak gördüğünü göstermiştir. 


Biden-Erdoğan görüşmesi ve zamana yayılan konular 

Biden'ın başkanlık koltuğuna oturmasının ardından ilk kez bir araya gelen Erdoğan ve Biden arasında 45 dakika süren görüşme basına kapalı gerçekleştirildi.

Daha sonra heyetler arası görüşmeye geçilerek taraflar arasındaki meseleler tartışıldı. Taraflar arasında en çok tartışılan ve gündeme gelen konu Afganistan meselesiydi.

ABD'nin Afganistan'dan çıkacağı tartışmalarının konuşulduğu şu günlerde Türkiye, Afganistan'daki askeri varlığını devam ettirmesi durumunda NATO'dan lojistik ve ekonomik destek talep etti, bunun yanı sıra Pakistan ve Macaristan'ı sürece dahil etmek istedi.

Kabil havaalanının güvenliğinin sağlanması noktasında Türkiye'nin askeri sorumluluk almak istemesi, NATO'nun Türkiye'nin müttefikliğine olan ihtiyacını bir kez daha gözler önüne serdi.

Fakat burada tartışılması gereken asıl konu, Afganistan'ın büyük kısmını kontrolü altına alan Taliban'ın ikna edilmesi ve burada kurulacak olası bir Taliban-TSK işbirliğinin sürdürülebilirliğidir.

Bu noktada Taliban, daha önceki açıklamalarında NATO güçlerinin Afganistan'dan çekilmesinin ardından Türkiye'nin Kabil Havaalanı'nın güvenliğini sağlama ve işletme teklifini kesin bir şekilde reddetti.

Bu sebeple Eylül 2021'de Afganistan'dan son askerini çekmeyi planlayan ABD, bu hamle sonrası Türkiye'yi bölgeye sürerse radikal bir örgüt olan Taliban güçlerinin Türk askerinin varlığına olan tepkisi ciddi sonuçlar doğurabilir, hatta TSK ile Taliban arasında çatışmalara mahal verebilir. 


Tüm bu olasılıklar karşısında Türkiye'nin atması gereken 2 yol vardır. Birinci yol Afganistan'ın kontrolü için NATO'ya diretmemek ve kontrolü başka güçlere bırakmaktır; fakat bu yol Afganistan'la tarihsel bağları olan ve Afgan halkı tarafından sevilen Türkiye için uzak bir ihtimaldir.

İkinci yol ise bölgeye asker yollanılacaksa bile Taliban ile anlaşma yoluna gitmektir, zira bölgesel aktörleri göz ardı ederek yalnızca NATO'nun desteğine güvenip inisiyatif almak bölgede kaos çıkarmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Emekli büyükelçi Fatih Ceylan'a göre, Türkiye'nin Afganistan'da imzalayacağı ikili bir güvenlik anlaşması, Türk askerinin bölgedeki varlığına meşru bir zemin yaratabilir.  Yine de Taliban'a güvenmek ne kadar doğrudur, orası da ayrı bir tartışma konusu.


Afganistan konusu dışında Türkiye'nin bizzat sınır güvenliğini etkileyen bazı konular da Erdoğan tarafından dile getirildi.

Örneğin, PKK/PYD örgütlerinin Türkiye tarafından terör örgütü listesinde olduğu, bu örgütlere ABD tarafından verilen silah, lojistik ve mühimmat desteğinin son verilmesi gerektiği vurgulandı, fakat Biden'ın bu konu hakkında kesin bir cevap vermemesi, sorunun yalnızca tek taraflı olarak aktarıldığını ve sorun hakkında mutabakata varılmadığını gösterdi.

ABD her fırsatta PYD/YPG' yi DAEŞ ile mücadelede bir denge unsuru olarak gördüğünü açıklasa da, Türkiye bu konuda ABD ile farklı düşündüğünü yaptığı askeri operasyonlarla sürekli hissettirmişti.

Dolayısıyla Türkiye'nin sınır güvenliğinin sağlanması bağlamında en hassas konulardan birisi olan PYD/YPG'nin varlığının son bulmasına dair tartışmalar, Türkiye'nin Zirve'deki beklentilerine yeterince cevap alamadığını gösterdi.


Görüşmede gündeme gelen bir diğer güvenlik konusu S-400 krizidir. Erdoğan, S-400 ve F-35 konusunda Türkiye'nin daha önceki görüşü neyse onu ifade etiğini söylese de, bu konuda da net bir çözüme ulaşılamadığı açıktır.

Türkiye'nin Rusya'dan 2,5 milyar dolara satın adlığı S-400 füze savunma sistemini henüz aktive etmemesi ve depoda saklaması, NATO ve ABD'yi tam anlamıyla tatmin etmemişti çünkü bu beklentiler bu sistemin tamamen Rusya'ya iade edilmesi yönündeydi.

Türkiye'nin de NATO'dan beklentisi; Yunanistan'a S-300'lerin alınması konusunda tanınan imtiyazın kendisine de tanınması ve NATO'nun askeri sırlarının Rusya ile paylaşılmasının S-400 sisteminin kullanımı ile mevzu bahis bile olmadığının ABD tarafından anlaşılmasıydı.

Fakat liderler arasındaki ikili görüşmede bu sorunun güçlü bir şekilde tartışmaya açılmaması, tarafların bu konuyu şimdilik soğutma ve unutturma yöntemine gittiklerini gösterdi.


Türkiye açısından bir diğer hassas konu ise 1915 olaylarının Biden tarafından "soykırım" olarak tanınmasıydı.

Erdoğan her ne kadar Brüksel'e yola çıkmadan önce havalimanında düzenlediği basın toplantısında Biden'ın 1915 olaylarını "soykırım" olarak kabul etmesini; Zirve'de gündeme getirmeden geçmenin doğru olmayacağını vurgulasa da, Zirve sonrasında basın mensuplarının konu ile ilgili sorularına "Hamdolsun, hiç gündeme gelmedi" yanıtı vermesi, kafalarda soru işareti bıraktı.

Bu kadar hassas bir konunun Türkiye tarafından gündeme getirilmemesi, süre sınırından mı kaynaklıdır bilinmez ama dış politikamız adına bir eksiklik olarak görülebilir.

O yıllarda Ermenilerin Rusya'nın dolduruşuna gelerek Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini iddia eden ve soykırımı reddeden Amerikan tarihçilerine referanslar verilmemesi ve arşivlerin açılmasının teklif edilmemesi, Biden'a karşı ilk görüşmede kullanılabilecek bir kozun kaçırılması anlamına gelmektedir.  

Ayrıca Türkiye'nin 1915 olaylarına tepkisinin ortaya konulmamış olması bugüne kadar soykırım iddiaları karşısında yürütülen tüm diplomatik girişimlerin ikinci plana atılması olarak algılanabilir.


İkili görüşmede direkt olarak vurgulanmasa da alınan kararlarda Türkiye'yi dolaylı olarak etkileyen bir hususa da dikkat çekmek gerekir. Zirve'de Ukrayna'nın NATO'ya girmesi tartışmaları yapıldı ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy Ukrayna'nın NATO üyesi olacağını savundu.

Böyle bir durumda NATO'nun en büyük 2. ordusu olan Türkiye'nin Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü sağlamak için bölgeye asker/muhimmat sevkiyatı yapması, Türkiye ile Rusya'nın birbirine karşı silah doğrultması ve çatışmaya girmesi anlamına gelecektir.

Türkiye'nin Rusya ile son dönemdeki ekonomik ve askeri ilişkilerinin ne kadar ivme kazandığını düşünürsek, tüm bu olumlu ilişkileri riske atmak Türkiye açısından telafisi olmayan sonuçlar doğurabilir.

Daha önceki yıllarda Rus uçağının düşürülmesi krizinde Türk turizminin ve ekonomisinin ne kadar darbe yediğine şahit olmuştuk.

Dolayısıyla Ukrayna'nın NATO üyesi olması, yeniden Türkiye'nin Rusya'yı karşısına alması ihtimalini hızlandırır. Bu noktada Türkiye'nin atması gereken en rasyonel adım, kararların oy birliği ile alındığı NATO'da, Ukrayna'nın NATO üyeliğine veto koyması ve Rusya ile tansiyonu düşürmesidir.

Ayrıca, ABD'nin Ukrayna'nın toprak bütünlüğü bahanesi ile Karadeniz'deki kalıcı varlığını yasal bir zemine oturtmak ve bu sayede Karadeniz'e istediği kadar savaş gemisi ve uçak yollayarak denizlerde hakimiyet kurmak istediği unutulmamalıdır.

Türkiye bu planın bir parçası olarak NATO'ya ve ABD'ye destek olursa, ileride Karadeniz'deki egemenlik hakları tehlikeye girebilir.  


Görüşmeler Türkiye açısından tatmin edici miydi?

Sonuç olarak Türkiye-ABD arasındaki görüşmelerin yeterince tatmin edici olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu noktada liderler arasındaki görüşmede Erdoğan ve Biden'ın açıklamalarından anladığımız kadarıyla Türkiye'nin bilhassa YPG/PYD krizi, S-400 savunma sistemi gibi ulusal güvenliğini ilgilendiren konularda somut bir çözüm arayışına gitmediğini ve bu konuları zamana yaydığı görüldü.

Ayrıca Türkiye'nin tarihsel imajını yeniden tazeleyebilmek adına 1915 olaylarını Zirve'de yeniden gündeme getirmemesi, bu konunun da halının altına süpürüldüğünü gösterdi.

Zirvede her iki taraf da bir kez daha o güne kadar savundukları doğruları ortaya koydu ve "ileride ne olacağına bakarız" mantığıyla dışişleri bakanları düzeyinde görüşmelerin devam etmesini tercih ettiler.

Fakat bardağın dolu tarafından bakmak gerekirse bu görüşme, Zirve gününe kadar aralarında soğuk rüzgârlar esen ve tansiyonun hiç düşmediği iki liderin (Erdoğan-Biden) bir araya gelip masada konuşabileceklerini, sorunları tam olarak çözemeseler de bunun için bir başlangıç yapabileceklerini göstermiş oldu.

Şunu da belirtmek gerekir ki, her ne kadar taraflar arasında yapısal sorunlar olsa da uluslararası ilişkilerde tarihsel müttefiklik ilişkileri bakidir, bu çerçevede NATO ile Türkiye arasındaki dönemsel yakınlaşmaların devam etmesi gerekmektedir.  

Bu yakınlaşmalar devam ederken, öte yandan Rusya ve Çin gibi yükselen güçlerin karşımıza alınmaması ve stratejik ittifakların bozulmaması, yani denge politikasının yürütülmesi daha rasyonel bir tutum olacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU