Nasıl bir su kanunu?

Dr. Baran Bozoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Sayın Cumhurbaşkanı'nın 1. Su Şurası'nda su kanunu hazırlanacağına dair açıklamasını oldukça önemli buluyorum.

2015'de Çevre Mühendisleri Odası Başkanı olarak ülkemizin bir su kanununa ihtiyacı olduğunu birçok platformda dile getirmiş, konunun uzmanları ile çalıştay ve toplantılar yapmıştım. Mecliste tüm parti gruplarını ziyaret ederek konunun önemini anlatmıştım.

O dönem bir taslak çalışması başlamıştı ancak üzerinden 6 yıl geçmiş olmasına rağmen böylesine hayati bir konuda somut adım atılmadı ve hazırlanan taslak meclise iletilmedi. 


Neden bir su kanununa ihtiyaç var?

Sayın Cumhurbaşkanı su kanunu hazırlığının iki amacını açıklamasında belirtmiş; "hedeflere 'daha hızlı' ulaşmak ve yetki çatışmasını gidermek"... 

"Hedeflere daha hızlı ulaşmak" için su kanunu çalışması yapmak akıllara şüphe düşürüyor. 

Neden şüphe düşürüyor akıllara? Çünkü elimizde kötü bir örnek var. "Hızla hedeflere ulaşmak" için yapılan bir düzenleme Çevre ve Orman Bakanlığı'nın kapatılıp yerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın kurulmasıydı. Sonuçlarını tüm ülke olarak yaşıyoruz.

Çevre mevzuatı ve teknolojisi konusunda yetişmiş AB üyelik sürecinde çevre faslının açılmasında özne olan liyakatli personel dağılmış, işlevsizleşmiş, umutsuzluğa sürüklenmiş durumda.

Çevre denetimleri, izin, lisans ve ÇED süreçleri bilimsel teknik temelden koptu. Plana göre proje değil, projeye göre planlama yapılmaya başlandı.

Kentlerin hali ortada… Yok edilen yaşam alanları da her gün basında konu oluyor. 

Eğer benzer şekilde, su havzalarının ve su kaynaklarının riske girmesine sebep olacak "hedeflere" hızla ulaşmak ise amaç, bu amaçtan acilen vaz geçmek gerekiyor. 


Öte yandan, hızla ulaşılmak istenen hedef suyun korunması, su kaynaklarımızdaki kirliliğin önlenmesi, verimliliğin arttırılması ise bu konuda hızlanmakta hatta ışık hızına çıkmakta yarar var; çünkü yüzey sularımızın en az yüzde 76'sı kirlendi.

Ergene, Gediz, Büyük ve Küçük Menderes, Kızılırmak, Sakarya gibi yediğimiz besinleri sulayan birçok havzamız sanayi ve evsel atıkla kirlenmiş durumda.

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine yönelik hazırladığı son ilerleme raporunda da belirtildiği üzere arıtılmış sularımızın sadece yüzde 1,5-2'sini sulamada kullanabiliyoruz.

Su kaynaklarımızın, barajlarımızın dolmasını umut ederken kentlerde şebekede kaybolan su miktarları ise yüzde 40-50'leri buluyor. Atıksularımızın sadece yüzde 36'sını doğru yöntemlerle arıtabiliyoruz. 


Diğer bir hedef ise yetki çatışmasının giderilmesi olarak ifade edilmiş. Çok net bir sorun… Birçok farklı kurum, farklı mevzuatlarla su yönetimine katılıyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı derelere verilecek su kalitesini belirlerken, Tarım ve Orman Bakanlığı derenin su kalitesini belirliyor.

Haliyle, bu iki bakanlığın belirlediği kalite standartları uyuşmadığı için derelerimiz, göllerimiz, yer altı sularımız kirlenmeye devam ediyor.

İller Bankası, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Türkiye Su Enstitüsü, Su ve Kanalizasyon İdareleri, Tarım Orman Bakanlığı, Enerji Bakanlığı gibi birçok kurumun konuya dair mevzuatı var.

Su paylaşılamıyor… Maddi ve/veya siyasi olarak güçlü olanın elinde kalıyor. Milyonlarca lira ve personel zaman ve emeği harcanıp havza planları hazırlanıyor ama bu planlara uygun şekilde kent ve sanayi planlaması yapılmıyor.

Çok değerli olan ve zor zamanlarda değerlendirilmesi, içmesuyu kaynağı olarak öncelik verilmesi gereken yer altı suyuna dair kaçak kuyuların sayısı milyonlarla ifade ediliyor…

Denetime gelince, kurumlar elini taşın altına koymuyor…


Peki nasıl bir su kanunu?

Bir kanun hazırlamak çok da zor değil. Önemli olan kanunun diğer mevzuatlarla ilişkisini planlamak, en başında, kanun hazırlanırken, ilgili tüm diğer mevzuatların da değişikliğini belirlemek, kurumsal yapıları yeniden ele almak ve en önemlisi uygulamaya geçirebilecek bir kanun yapmak gerekiyor.

Ne yazık ki birçok kanun ve yönetmelik değişikliği diğer mevzuatlarla ilişki kurulmadan yapılıyor ve ardından uygulama tarihi sürekli ertelenmek zorunda kalınıyor.

Özetle, su kanunu çalışması ülkemizdeki tüm suya dair mevzuatı da ele alarak, kurumsal yapıları yeniden şekillendirerek yapılmalı.

Su ve Kanalizasyon İdarelerinin çalışmalarını belirleyen İSKİ Kanunu'ndan, Su Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği'ne, Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliği'ne kadar birçok yönetmelik su kanunu çalışmasında birlikte değerlendirilmeli, aynı anda düzenlemeler hayata geçirilmeli. 

Su kanunu, mutlaka ama mutlaka kentte, kırda, sanayide, tarımda, evde, enerjide suyun nasıl paylaşılması gerektiğini, öncelikleri belirlemeli.

Öncelik hiç kuşkusuz, doğanın ve insanın olmalı. İçme ve kullanma suyunun korunması öncelikli halde tutulmalı.

Sanayi, tarım ve enerji sektörlerinin de ihtiyaçları, yerel düzeyde değerlendirilerek belirlenmeli.

Bu konuda, göç de mutlaka ele alınmalı. Nüfusu kontrolsüzce artan bir kentin, sanayi ve kentsel su ihtiyacını planlamak oldukça zor. 

İklim krizine uyum Su Kanunu'nun ana hedeflerinden olmalı. Dünya iklim rejiminin en temel anlaşmalarından olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris İklim Anlaşması su kanununun içeriğini belirleyen metinler arasında yer almalı.

Bu vesileyle, Paris İklim Anlaşması'nı onaylamayan Eritre, Irak gibi geri kalmış 3-5 ülke arasında artık yer almamak, Paris Anlaşması'nı TBMM'de kabul etmek de su kanunu sürecinin parçası olmalı. 

Örneğin, Ergene'deki kirliliğin çözümünü hızlandıran bir Su Kanunu oluşturulmalı. Atıksu arıtma tesisleri çıkış sularının kalitesinin iyileştirilmesine ve arıtılmış atıksuyun tarımda kullanımını zorunlu halet getiren, bunun bürokratik engellerini aşan bir Su Kanunu oluşturulmalı.

Doğrudan vatandaşa hizmet eden su ve kanalizasyon idarelerine güç katan, işleyişini hızlandıran bir Su Kanunu oluşturulmalı.

Su kaynaklarımızı koruyan, 3-5 yılı değil, 50 yılı, 100 yılı hedefleyen bir Su Kanunu olmalı… 


Mümkün mü?

Kesinlikle mümkün. Bütün mümkünlerin kıyısında olmalıyız. Ülkemizin su yönetiminde yetişmiş uzmanları, akademisyenleri, bürokratları, özel sektör temsilcileri var.

Bütün bu paydaşlar uzun süredir bu konuyu bir ihtiyaç olarak dile getiriyor. Hızlı bir iletişim mümkün.

Ancak, bu süreç 1. Su Şurası'nın yürütüldüğü gibi yürütülmemeli. Çünkü bu önemli şuranın katılımcılığı konusunda şüpheler var.

Su, çevre ve iklim alanında çalışan kişi ve kurumların yeterince sürece katılmadığını görüyoruz. Ne kadar geniş bir alanda konu tartışılırsa o kadar "bizim" kanunumuz olur. 

Çünkü su kimsenin tekelinde olamaz. 1 su molekülü 98 yılını okyanuslarda, 20 ayını buzullarda, 3-4 haftasını dere ve göllerde, birkaç haftasını atmosferde geçiriyor.

Su tarihtir, su hepimizin tarihidir, su hafızadır… 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU