Tarih makarasını geçmişe, 10-11 Aralık 2020 tarihinde yapılan AB Ülkeleri Devlet Başkanları Zirvesi'ne saralım...
O zirvede Türkiye'ye dönük ambargo tehditlerinin pek karşılığı olmadığı ortaya çıkmıştı.
Nitekim Türkiye'nin Doğu Akdeniz faaliyetlerine dönük olarak yapılan yaptırımlar şirket ve kişilerle sınırlı kalmıştı.
Zirveye giderken AB ülkelerinin üst düzey yetkililerinden gelen tehditler ise son derece sertti.
Sonra daha iyi anlaşıldığı üzere ambargo konusunda AB ülkelerinde öncelikle amaç birliği yoktu.
Her şey bir yana bir tek ülke ambargoyu kabul etmediğinde işleyiş gereği karar çıkmıyordu.
Polonya ve Macaristan başından itibaren ambargoya karşıydı.
Almanya ve İtalya ise açık çıkar ilişkileri nedeniyle ambargo kararlarının çıkmamasında asıl etki sahibi ülkelerdi.
Geriye Fransa, Avusturya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs kalıyordu ki Başkan Macron'un onca iddialı söylemine karşın Fransa da geri çekilecekti.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in zirvenin sonlarına doğru "farklı yaklaşımların olduğu yeni NATO konseptinin tartışılması" minvalindeki açıklaması Fransa'nın geri çekilmesini sağlamıştı.
Sadece ambargo konusunda değil, yeni Nato konseptinin tartışılmasıyla ilgili de farklı yaklaşımlar vardı.
O dönemde ambargo ve benzeri kararların "NATO'nun askeri ve politik geleceğine dair stratejik vizyonunun onaylanacağı" 25-26 Mart'ta yapılacak NATO Liderler Zirvesi toplantısında konuşulacağı açıklanmıştı.
Bu toplantıda Biden'in başkanlığı ve görüşleri göz önüne alınarak, Amerika ve AB ülkelerinin NATO içindeki ilişkilerinin onarılması da konuşulacaktı.
10-11 Aralık 2020 AB Liderler Zirvesi'nde hazırlanan bildirgede, "NATO'da kararların nitelikli çoğunlukla alınması, NATO'nun sadece askeri değil aynı zamanda politik stratejiler belirleyerek uygulaması ve AB bünyesinde oluşturulacak ordunun NATO ile tam ittifak içerisinde çalışması" gibi kararların değerlendirmesi 25-26 Mart'ta yapılacak liderler zirvesinde yapılacaktı.
Çok farklı bir gelişme ve bir sürpriz olmazsa bunun beklenen sonucu NATO kararlarının alınmasında oybirliği sisteminin yerine 'nitelikli çoğunluk' sisteminin ikame edilmesi olacaktı.
Bütün bunlardan çıkarılabilecek sonuç AB ülkelerinin, 25-26 Mart'ta yapılacak Liderler Zirvesi'ne kadar olan süre içinde Biden yönetimi ile ortak hareket etme konseptinde anlaşma amacında olduğu idi.
AB içinde Almanya…
10-11 Aralık 2020 AB Liderler Zirvesi sürecinde ortaya çıkan bir sonuç, aslında Almanya'nın Mart 25-26'da yapılacak NATO Liderler Zirvesi'nde de farklı bir tutum takınmayacağı idi.
Bu onun Türkiye ile "açık siyaset" ve "müzakere siyaseti" ile süreci götüreceği anlamına geliyordu.
Bunun somut ifadesi başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri Türkiye'ye karşı tam üyelik siyasetini değil de, 'yararlı ayrıcalık' ya da "imtiyazlı ortaklık" gibi ekonomik çıkar ilişkilerini gözeten pragmatist siyaset izleyeceği, haklar ve özgürlükler siyasetinin gündemin alt sıralarına düşeceği idi.
Hep böyle yapılmamış mıydı zaten?
Bunun nedenlerine gelince ...
'Almanya'da 1,9 milyonu Alman vatandaşı olmuş, 3,2 milyon Türkiyeli yaşıyordu. Bunun 1,6 milyonu Türkiye'ye geliş-gidiş ve ayrıca göç hareketi içindeydi. Bu rakamın önemli bir kesimi de muhafazakâr -İslamcı ve milliyetçi çevrelere mensuptu.
Bu kesimler, Türkiye'de, AK Parti ve MHP'li olmalarına rağmen ekonomik, sosyal konumlarını kaybetmemek için Almanya'da daha çok sosyal demokrat partilere oy veriyordu. Bu durum Alman sol, sosyal demokrat partilerin AK Parti ve Erdoğan siyasetine karşı ilgisiz kalamamasına ve bu büyük oy potansiyelini merkez partilere kaptırmamasına dönük politikalar izlemesini gerektiriyordu.
En önemlisi mülteci meselesi vardı. Türklerin ve diğer yabancı halkların varlığını istismar eden otoriter, popülist, İslamofobik, faşizan politikalar güden neo faşist hareketlere, merkez partiler eklemlenince… ve 82 milyon nüfusa sahip Türkiye'nin büyük pazar hacmi bu bütünlük içinde düşünülürse Almanya'nın tavrı anlaşılırdı.'
Biden, AB siyasetinin neresinde?
Hatırlanırsa Türkiye'de kimi demokrat, hatta kimi sol kesimler bile 'Biden ile birlikte dünyada yeni bir sürecin başlayacağını' iddia ediyordu. Tabi doğrudan Biden ile açıklamıyorlardı bunu, onun başkanlık seçimi sürecini aşağıdan gelen toplumsal dalgayla ilişkisini kuruyor ve buradan Latin Amerika ve Avrupa'ya kadar yayılacak yeni ve güçlü bir toplumsal dalganın yükseleceğini' dair ciddi ciddi öngörülerde bulunuyorlardı.
Tabii ki bu o koşullarda da ifade edip yazdığımız gibi bu saptamalar, bugünün ilişki ve çelişkilerinin koşullarını ve zamanın ruhunu anlamaktan uzak 'abartılı' bir yaklaşımdan başka bir şey değildi.
'Bunun bir yanılgı olduğunu göreceğimiz günler pek uzak olmasa gerekti.'
Biden'in Türkiye'ye çok daha geniş bir düzlemde bakacağı da muhakkaktı.
Amerika'nın Çin'i ve Rusya'yı çevreleme politikalarının, Türkiye politikalarının ne olacağı ile ilgili doğrudan ilişkisi vardı.
Biden, Rusya'ya karşı Türkiye'yi kazanmak için ağırlığını koyacaktı.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de ve Ortadoğu'da izlediği yayılma politikasını AB ve dost Ortadoğu ülkelerinin hazmedebileceği bir çizgiye çekerken, ağırlıkla Rusya-Türkiye çelişkisi üzerinden Türkiye'yi kontrol altına alma politikası izleyecekti.'
Amerika'nın yeni zamanlarda izleyeceği Türkiye siyaseti muhtemelen bu perspektiften doğru gelişme eğilimi gösteriyordu… Bu bakımdan Almanya'nın Türkiye ile 'açık siyaset' yürütme ve 'müzakere siyaseti' ile süreci götürme yönlü siyasetini dışlayan ya da ona çok aykırı siyaset değildi… Meselenin özü bu idi ama hacım olarak çok daha dünya ve Ortadoğu ölçekliydi…
Ancak Biden'ın seçildiğinden beri Cumhurbaşkanına telefon etmemesi de manidardı.
Rusya'yı çevreleme siyasetinde Türkiye'nin jeopolitik konumunun sağlayacağı olanaklar çok önemliydi ama bunu sağlama konumundaki siyasi şahsiyete telefon bile edilmiyordu.
Öte yandan AB ülkeleri, başta Almanya olmak üzere, Türkiye ile olan sorunlarını beklentileri çerçevesinde çözüyorlardı.
Bu sorunlardan başlıcası olan Doğu Akdeniz'den Türkiye çekiliyor, Libya'dan çekilme eğilimi gösteriyor, Kıbrıs'ın çevresindeki doğal gaz aramaları için bir hal yolu aranıyor, Yunanistan ile inkişafi görüşmeler sürüyordu.
Bütün bunlar olurken Biden Türkiye'nin iç işlerine karışmama görüntüsü veriyordu. Yukarıda duruyor, müzakere ve yönlendirme gücünü arttırmanın hesabını yapıyor olmalıydı. Halen de öyle…
Bu arada Cumhurbaşkanı bir vesile ile araya 'Montrö Sözleşmesi'ni sıkıştırıyordu ama bu duyulmuyor(!) bile.
Türkiye'nin sıkışmışlığını ama özellikle ekonominin iflas aşamasına geldiğini ve iktidarın toplumsal desteğinin düşüşünü gören Amerika ve AB ülkeleri beraber kendilerince Türkiye'ye, pardon Cumhurbaşkanı'na "ayar" veriyorlar.
'Ayar' esprisi, Yeni Osmanlıcılık örtüsü altında "tarihsel hak" iddiası ile girilen bütün bölgelerden çekilme öncelikli idi.
Ancak İstanbul Sözleşmesi'nin yok sayılması, AİHM kararlarının uygulanmaması, İnfaz Yasası'ndaki çifte standart, HDP'nin kapatılması girişimi, Boğaziçi Üniversitesi'nde olduğu gibi üniversitelere seçimsiz rektör atanması, KHK'lilerin haklarının iade edilmemesi ve benzeri hukuksuzluklar adeta 'demesinler' belasına alt sıralara itilmiş.
25-26 Mart NATO Liderler zirvesi'nin, Türkiye'de Cumhurbaşkanı, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel'in yaptıkları toplantının kamuoyuna yansıyan sonuçlarına da bakarak, Türkiye'ye dönük siyaseti ile ilgili şöyle diyelim...
Cumhurbaşkanı'nın zımnen "diktatör" olduğunu kabul ettiklerinden hak ve özgürlükler siyasetini altlara iten bir yerden, yeri ve zamanı gelince yine kullanmak için ambargo kararları kenara alınmış, öncelikle kendi çıkarlarını koruma tercih edilmiş…
Sözün özü:
Emperyalizm ve kapitalizm böyle bir şey. En demokratik olanları bile çıkarları söz konusu olduğunda çirkinliklerini örten 'incir yaprağını' fırlatır atarlar…
Onların dengelerini zorlamak ve iç çatlakları üzerinden hareket sahası elde etmek başka bir şey, çözümü emperyalist karar merkezlerinde aramak başka bir şey…
Çözüm arayışı, mavi ve beyaz yakalı işçilerde emekçilerde, devrimci-demokratik toplum ve devrimci halk güçlerinin birleşik hareketinde, ittifaklarında, güç ve eylem birliklerinde...
Kaynak:
*Ertelenen AB yaptırımları, Biden ve Türkiye (15 Aralık 2020, İndependent Türkçe, CC)
(Devamı var)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish