Trump'ın Ortadoğu tasavvuru!

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Trump: "İran nükleer silaha sahip olamaz. Tahran'da herkes tahliye edilmeli" / Fotoğraf: Fotoğraf AA

Ortadoğu ve uluslararası alanda "sıratı müstakim", yani "doğru yol" henüz bulunamadı.

Büyük (ABD, İngiltere, Rusya, Fransa) ve orta ölçekli (İsrail, İran, Türkiye, S. Arabistan) devletlerin amansız jeopolitik kavgası, hegemonya mücadelesi, yayılmacı politikası sürüp gidiyor; dış dinamikler Ortadoğu'nun feleğini şaşırtıyor.

ABD Başkanı Donald Trump'ın siyasi bir yorumcu ve strateji uzmanı olmadığını artık çocuklar bile biliyor.

Buna rağmen acil kararlar alıyor ve aynı hızla bu kararları düzeltme yoluna gidiyor. Yani doğru yolu bulmakta zorlanıyor; Sırat Köprüsü'nden geçmeyi bir türlü başaramıyor.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da benzer durumda.

Yolsuzluk ve ihmal nedeniyle Gazze'de Hamas tarafından gerçekleştirilen 7 Ekim 2023 baskınına yol açması nedeniyle yargılanmaktan kaçınmak için elinden geleni yapıyor.

Bu yüzden çılgın bir boğa gibi Lübnan, Filistin, Suriye ve İran'a saldırıyor. 

Ölümle kalım arasında hayatta kalma mücadelesi veren Filistin halkı adına "Ya herro ya merro!" yani "Ölümden öte köy yok!" anlayışıyla ulusalcı ve solcu güçlerle aynı mevzide İsrail işgaline direnen Hamas, bu noktada isabetli bir karar almıştı.

Ancak "İsrail belasından halkı nasıl koruyacağım, onları savunacağım?" hesabını yapamamıştı. 

Geldiğimiz noktada Hamas da Sıratı Müstakimi bulamamış; 55 bin Filistinli öldürülmüş, 150 bin kadarı yaralanmıştır.

Filistin halkı toptan yurdunu toptan terk etme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.

Anlaşılan o ki feleği şaşanlar, başkalarının feleğini de şaşırtarak bölgenin çok ihtiyaç duyduğu doğru yolun bulunmasını engelleyip çözümü imkânsız kılmaktadır.
 


Trump çizgisi: Liberal gerçekçi pragmatizm!

Yine de soru şudur:

Dünyanın bir numaralı saldırgan emperyalist ve militarist devleti sayılan ABD'nin başkanı Trump'ın Ortadoğu planı veya tasavvuru nedir?

Londra merkezli Suudi Arabistan dergisi El Mecelle'nin 13 Haziran 2025 tarihli nüshasında Robert Ford (iç savaş öncesi Suriye'deki ABD Büyükelçisi) imzasıyla çıkan bir değerlendirmede sorunun ipuçlarını bulabiliyoruz.

Şöyle ki: 14 Mayıs 2025'te S. Arabistan başkenti Riyad'da konuşan Trump, bölgeye ilişkin tasavvuruna derinlik kazandıran bir açıklama yaptı: İlkeli/İlkesel gerçeklik!

Aslında bu şiar, 2017 yılında yine aynı başkentte dile getirilen yeni Amerikan politikasının da çerçevesini çiziyordu. 

Barrack Obama ile Joe Biden ikilisi gibi Trump da Ortadoğu'daki (Afganistan, Irak ve Suriye) Amerikan askeri varlığını azaltma yoluna gitti.

Çünkü vergi veren Amerikan kamuoyu bu tür askeri müdahalelerin sonuçlarından ve getirisinden (can ve mal kaybı) hoşnut değillerdi.

Trump'ın diğer ikisinden farkı liberal ideolojinin sınır ve kalıbını zorlayan konuşma tarzıydı.

ABD Başkanı, 2017 yılında şöyle diyordu: 

Ortadoğu hakkındaki Amerikan stratejisi, istikrarın sağlamlaştırılması yoluyla güvenliği gerçekleştirmeyi amaçlıyor. Biz, rejim değişiklikleri sonucu doğabilecek köklü huzursuzluklara yol açan sürpriz müdahalelerden ve savaşlardan kaçınacağız. Önceki başkanlar ne siyasi ve askeri gücü kullanarak yabancı ülke liderlerini cezalandırmak suretiyle adil olmaya zorlayacaklarını sanmakla yanlış yaptılar.


Mayıs 2025'te yine S. Arabistan başkentinde konuşan Trump, "Müdahale yanlısı uzmanlarla siyasetçileri" eleştiren bir açıklama yaptı: 

Bölgedeki toplumları tanımayan, siyasi rejimlerin niteliğini kavramayan ve dinamik ekonomisinin özelliğini bilmeyen sözde müdahale yanlıları, zorbalık ve şiddet kullanarak demokrat devletler inşa edilebileceğini zannediyorlar. 
Bize gelince… Yönetimimiz donuk ve dogmatik liberal ideolojinin kalıpları içinde sıkışmaktan kaçınacaktır. İlkeye yapışıp kalmış düşünce kalıbından çıkarak tecrübeye dayalı sonuç alıcı yöntemlere ağırlık verecektir.
 

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Senato'da dış politika perspektifini açıklamıştı
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Senato'da dış politika perspektifini açıklamıştı

 

2025 yılında Trump ile Marco Robiu, gerek Dışişleri Bakanlığı gerekse Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı (United States Agency for International Development -USAID) bünyesindeki devasa bürokratik yapıyı ortadan kaldırdılar. Demokratik kurumları inşa etme konusunda danışmanlık hizmeti veren şirketlerin feshedilmesini sağladılar. 

"Kademeli reformların zora dayalı köklü değişimlerden daha iyi olduğunu" savunan ABD Başkanı, örnek olarak Körfez ülkelerindeki (S. Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri-BAE ve Katar gibi) açılımları gösteriyordu. 

Gerçekten de bahsedilen ülkelerde daha güvenilir, güvenli ve bireysel özgürlük alanının genişlediği toplumsal bir ortam doğmuştu.

İlginçtir, bu dönüşüm Amerikan yönlendirmesiyle değil, kendi iç dinamikleriyle gerçekleşmiştir. 


Suriye'de pragmatizm ve realizm: Şam, Colani'ye emanet!

Pragmatizm (çıkarcılık-faydacılık) ve realizm (gerçekçilik) anlayışını Trump'ın Esad sonrası Suriye yönetimine yaklaşımında da görebiliyoruz.

2017 yılındaki ilk yönetimi devrinde Trump, Suriye'deki iç savaş sırasında aşırı müdahaleci bir tavırla faaliyet gösteren dış istihbarat teşkilatı CIA'nın "Özgür Suriye Ordusu" unsurlarını silahlandırıp eğitmesini öngören EĞİT-DONAT planını durdurmuştu.

Zira bu unsurlar arasında çok sayıda cihatçı bulunuyordu ve Colani komutasındaki "Cephet'ül Nusra"ya eğilimliydiler.

Nitekim bu eğitim ve silahlardan faydalanan Colani, Özgür Suriye Ordusu denetimindeki bölgeleri ele geçirip İdlib vilayetinde taht kurmuştu.

2017 yılında Trump yönetimi ABD'nin Suriye'deki başarısızlığını kabul etmek zorunda kalmıştı.

Mayıs 2025'te ise Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman aracılığıyla Colani (Ahmed Şera) ile Riyad'da görüşen Trump, muhatabının "çok iyi bir komutan, genç ve dayanıklı savaşçı" olduğunu belirtiyordu.

Niteliğini bir türlü anlayamadığı savaşlara giren ve ne oldukları hakkında teknik-istihbarat bilgisi dışında bir fikri olmayan Amerikan yönetimleri; pragmatik jeopolitik yöntemleri sayesinde daha önce Irak'ta tutukladıkları El Kaide mensubu Ebu Muhammed El Colani (Ahmed Şera) ile Trump'ın ikinci iktidar döneminde yeni bir sayfa açtılar.

Böylelikle Beyaz Saray, Suriye'nin geleceğini Colani yönetimine bırakıyor ve ona destek vermeyi vadediyordu.

Ancak Riyad buluşması sırasında Colani'ye birkaç şart dayattılar:

  1. IŞİD ve HTŞ bünyesindeki bazı cihatçılara karşı mücadele.
  2. Orta Asya ve Kafkasya kökenli cihatçıların üst düzey idari-askeri makamlara getirilmemesi.
  3. Azınlıklara (Kürtler, Dürziler, Hıristiyanlar, Aleviler, İsmaililer vs) dokunulmaması vs.

Ayrıca iki tarafın pazarlığı sonucu Trump, Türkistan İslam Partisi üyesi cihatçıların yeni Suriye ordusu saflarına katılmasına da ikna oldu.

Böylelikle yeni Suriye ordusunun inşası ve eğitim projesinin bir kısmını da ABD yönetimi üstlenmiş oldu.

Anlaşılan o ki Trump doğrudan askeri müdahale yerine dolaylı biçimdeki dayatmalarla Suriye'yi Colani'ye emanet etmeyi yeğlemiştir.

Dolaylı kontrolün yumuşak yöntemi bu olsa gerek!

Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun, Aralık 20024'te ABD Senatosu Dış ilişkiler Komitesindeki konuşması "Pragmatist (çıkarcı) olduğu kadar realist" Amerikan tutumunun bir göstergesi gibiydi.

Mesela şöyle dedi:

Suriye'ye yönelik ambargo ve yaptırımları ABD'nin hedeflerine ulaşmasının bir güvencesi olarak kullanmalıyız. Bu bağlamda Kürtlerle diğer Suriyeli azınlıkların korunmasını da sağlamalıyız.


M. Rubio, 23 Ocak 20025'teki telefon konuşmasında Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'a Şam'daki iktidarın daha kapsayıcı olması için Ahmed Şera'nın teşvik edilmesi gereğinden de söz etmişti.

Bu aynı zamanda Biden döneminin Suriye'de azınlık ve kadın haklarının Colani yönetimince güvence altına alınmasına yönelik siyasetinin bir devamı sayılmaktaydı. 


İnsanlar hakları yerine güvenlik ve ticaret merkezli siyaset

Rubio Trump'ın "Suriye'ye yönelik yaptırımların hafifletilmesi ve bazı alanlarda muaf tutulması gerekliliğini" savunuyor.

Temel gerekçesi şöyle:

Yaptırımlar kaldırılmazsa zaten istikrarsız ve sallantıda olan Şam'daki iktidar düşebilir ve iç savaş yeniden başlayabilir.


Bu gerekçe aynı zamanda Trump idaresinin "azınlıkların siyasi hukuku ve insan hakları" gibi demokratik, insani ve vicdani hususlara fazla ağırlık vermeden güvenlik sorununa öncelik tanıması anlamına gelmektedir.

ABD'nin dayatması sonucu Colani yönetimi Suriye'deki Filistinli örgütlerin askeri kamplarını kapatıp silahlarını elinden almış; iç savaş sırasında Esad yönetiminin yanında cihatçılarla savaşan bazı örgütleri Suriye'den çıkarmıştır. 

İstikrarsızlık sonucu doğan iktidar boşluğunu doldurmak üzere IŞİD yeniden devreye girince de Amerika, IŞİD militanlarını tutuklamak ve çatışmak üzere Colani cihatçılarını harekete geçirmiş; böylelikle SDG ile HTŞ kolluk birimlerinin IŞİD'e karşı ortak operasyon yapmalarının zemini hazırlanmıştır. 

Trump'ın büyükelçi olarak Türkiye'ye gönderdiği iş adamı Thomas Barrack, Beyaz Saray'ın bölgeye ilişkin politikasına dair ipucu veriyor:

Ortadoğu'daki radikal hareketleri (bilhassa IŞİD ve HTŞ bünyesindeki bazı militanları) birlikte durdurmak ve istikrarı sağlamak!


ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack, enerji santrallarının açılışında şunları söyledi:

ABD yönetiminin tüm çabaları yeni Suriye hükümetinin çıkarınadır. Başkan Donald Trump, 13 Mayıs'ta Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırma yönünde cesur bir karar aldı. Başkan Trump'ın selamlarını iletiyorum ve Suriye hükümetini destekleme konusundaki kararlılığını yeniden teyit ediyorum. Dört ülkenin bayrağının yan yana dalgalanıyor olması bizim için çok kıymetlidir.

 
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara'nın huzurunda, Suriye Enerji Bakanlığı ile Türkiye'den Kalyon Holding ve Cengiz Holding, Katar'dan UCC ve ABD'den Power International şirketleri arasında 7 milyar dolarlık stratejik işbirliği anlaşması imzalandı.

Anlaşma kapsamında, Kalyon Holding'in de aralarında bulunduğu konsorsiyum tarafından Suriye'nin Treyfi, Zeyzun, Deyrizor ve Mıharde bölgelerinde toplam 4 bin megavat kurulu güce sahip doğalgaz çevrim santralleri ile Vidyan el-Rabii bölgesinde 1000 megavat kurulu güce sahip güneş enerjisi santrali inşa edilecek.

Onca yardımdan (!) sonra ABD idaresinin bir ricası (yahut şartı) daha vardı: Colani hükümetinin İsrail hükümetiyle uzlaşması ve diğer Arap ülkeleri gibi "İbrahim Anlaşmaları"na katılmak suretiyle bölgedeki ticari sözleşmelerin kapsamını genişletmesi!


İran politikası: Önce konuş sonra vur!

Trump'ın Ortadoğu'ya ilişkin stratejik tasavvuru İran hakkındaki Mayıs 2025'teki konuşmasında somutlaşıyor.

Muhafazakâr birçok Amerikalı uzman ve politikacının aksine, onun sürekli bir düşmanı veya dostu bulunmuyor.

Mesela İran rejimini devirmeye eğilimli görünmüyor. İran'ın şu yahut bu şekilde hizaya gelmesini/diz çöküp başta Amerikan çıkarları ile İsrail'in güvenliği hususunda beklenen tavizi vermesini tercih ediyor. 

Bu da Trump'ın deyimiyle İran'ın "başarılı bir devlet" olması anlamına geliyor.

Böyle bir devletle müzakere masasına oturulup "derin ihtilafların" çözümünde mutabakatın yolunu açacaktır.

ABD Başkanının, Tahran'ın Washington ile müttefiklerini terör yoluyla tehdit etmemesi ve nükleer saldırı yapmaması şartıyla İran'ın nükleer silaha sahip olmasını bile kabullenebilirmiş gibi görünüyor. 

Beyaz Saray, Tahran yönetimiyle masaya oturup tamamlanmak üzere olan nükleer program konusunda pazarlık yapabileceğini de açıklıyor. Bu arada gözdağı vermekten de geri durmuyor.

Örneğin, Tahran'ın beklenen şartlara uymaması halinde devreye girerek Amerika'nın devasa askeri gücünü harekete geçirerek programı zorla durdurma yoluna gidebileceğini de dillendiriyor. 

Lakin şimdilik bu yola başvurmayıp, askeri gücü kullanmaktan şimdilik kaçınacağına ek olarak İran'a yönelik ekonomik ambargo ve yaptırımların daha da ağırlaştırılacağına, mesela İran ihracat hacminin sıfıra indirilebileceğine de işaret ediyor. 

Trump'ın Riyad'daki bu açıklamaları, "İran'a karşı kendini dizginleme" gerçekliği olarak tanımlanıyor. 
 

İsrail'den Tahran'a yeni bir saldırı görüntüsü

 

13 Haziran 20025 tarihli Reuters haber ajansına göre Başkan Trump, İran ile müzakereler sürdükçe İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun İran'daki nükleer tesis ve merkezleri vurmaması uyarısında bulunmuş. 

Her durumda Trump ile Netanyahu, şu anda İran'ın geçen yıla oranla daha zayıf vaziyette olduğu noktasında aynı fikirdeler.

Ayrıldıkları nokta ise Trump'ın müzakereye (veya farklı baskı yöntemlerine) öncelik tanıması, Netanyahu'nun ise askeri güç kullanmasıdır.

Dışişleri Bakanı Marco Rubio, İsrail saldırısının geçekleştiği 12 Haziran'da "Netanyahu'nun ABD'den onay almadan harekete geçtiğini ve Amerika'nın bu saldırıda direkt rolü olmadığını" söyleyerek iki devlet arasındaki görüş ayrılığını ortaya koymuştur. 

İsrail'e yönelik muhtemel İran saldırısını engelleyeceğini beyan etmesine rağmen "ABD'nin bu savaşta tarafsız kaldığını" açıklaması, Başkan Trump'ın "Önce Amerika" kuralına ve realist politikasına bağlantılı olduğunu gösteriyor. 

Bu aynı zamanda şu demektir:

Amerikan müttefikleri (İsrail, Avrupa ülkeleri vs) Beyaz Saray'a sırtlarını vererek herhangi bir çatışmaya girmemeli ve stratejik tehlike karşısında herkes kendi başının çaresine bakmalı! 
 

İran, İsrail'deki Mossad merkezini balistik füzeyle vurdu
İran, İsrail'deki Mossad merkezini balistik füzeyle vurdu

 

Yeri gelmişken belirtilmeliyiz:

Kimi yorumculara bakılırsa Netanyahu-Trump arasındaki ihtilaf gerçek değildir, sadece bir rol dağılımıdır.

Trump İran'ı masaya davet edip birkaç oturumluk görüşme yaparken Netanyahu bütün hazırlıklarını İran'ı vurmak için yapmaktaydı.

Esasen gerek Netanyahu gerekse Trump, şu konuda mutabıktırlar: İran, müzakerelerde gereken tavizi vermezse tekrar tekrar vurulup masaya gelmesi sağlanacak ve Amerikan-İsrail'in dayattığı tavizleri vermeye zorlanacaktır.

Nitekim Trump İsrail-İran füze savaşının 5'inci gününde İsrail Tahran ve diğer şehirlerini havadan bombalarken şu açıklamayı yaptı:

İranlılar masaya oturmak istiyorlarsa bana nasıl ulaşacaklarını biliyorlar!

Bu taktik tutmadığı takdirde İran yeniden vurulup sertlik yanlısı yönetim yerine Batı ve İsrail ile uzlaşmayı kabul edebilecek daha ılımlı-reformcu İranlı yetkililerin gelmesinin yolu açılacak. 

Sonuç alınmazsa bu sefer de her yeri bombalanacak olan İran'da büyük kaos yaratılıp zaten halklarıyla barışık olmayan Tahran yönetimine karşı kitlesel ayaklanmalar için uygun bir ortam hazırlanacaktır. 
 

İran'ın ruhani lidire Ayetullah Hamaney; "İsrail büyük bir hata yaptı" dedi
İran'ın ruhani lidire Ayetullah Hamaney; "İsrail büyük bir hata yaptı" dedi

 

Richard "Nixon doktrini" benzeri bir siyaset 

Trump'ın bu kuralı, 1969-1974 yılları arasında ABD bakanlığı yapmış olan Richard Nixon'un doktrinine benzetiliyor.

O devirde Nixon Güneydoğu Asya'da yürütülen savaşlarda (Vietnam, Kamboçya, Laos) Çin ile uzlaşma yolunu denemiş; karşılıklı ziyaretler sonucunda iki ülke arasında teknoloji, ekonomi, ticaret vs gibi alanlarda anlaşmalar imzalanmıştı.

Mayıs 2025 ortalarında başta Suudi Arabistan olmak üzere petrol/doğalgaz zengini Arap yetkililerle buluşan Trump, yaklaşık 5 trilyon hacminde silah, ticaret ve enerji anlaşmaları yapmıştı. 

Bu arada Türkiye'ye hususi bir ihtimam göstermiş; bölgedeki ilgili devlet başkanlarıyla görüşmesinden sonra Suriye'ye ambargo veya destek konusunda kararını değiştirmişti. 

Nixon doktrinini örnek alan mevcut ABD Başkanı da benzer yolu izliyor görüntüsü veriyor.

Çünkü Nixon ile dünyaca ünlü müsteşarı (sonradan Dışişleri Bakanı olan Henry Kissinger ki 20. yüzyılın Metternich'i diye yüceltilmişti) gerek 1973 İsrail-Arap savaşı gerekse başka çatışmalı alanlarda meşhur "Mekik Diplomasisi" yöntemini kullanarak Mısır ile İsrail'i barıştırmış; Suriye ile İsrail arasında ateşkes ve mütareke anlaşmasını gerçekleştirmişti. 

Ek olarak ABD'nin iki güçlü müttefiki İran ile S. Arabistan arasındaki ihtilafları da o çözmüştü.

Nixon, ezeli rakibi sayılan Sovyetler Birliği'nin varlığını Ortadoğu coğrafyasındaki ülkeler için en büyük tehlike olarak görerek, bölge ülkelerini bu düşmana karşı korumayı esas politikası haline getirmişti.

Bu çerçevede birçok "ortak savunma bloku" oluşturulmuştu. 

Boynuz kulağı geçer misali, Trump daha da ileri giderek silah satışını ve ticari anlaşmaları Amerikan milli çıkarları açısından daha önemli görmektedir. 

Değindiğimiz Trump politikalarını genelleştirmemek adına iki önemli olguyu birbirinden ayırmak lazım:

Bir: ABD'nin zengin Körfez ülkeleriyle ticari-askeri-siyasi anlaşmalar temelindeki politikası ile orta ölçekli (Türkiye, Suudi Arabistan, İran ve İsrail gibi) geri kalan ülkeleri aynılaştırmak yanlıştır. Zira Körfez ülkeleri son derece zengindir. İsrail askeri ve teknolojik bakımdan üstündür. İran askeri ve mezhepsel açıdan etkindir ancak son savaşla birlikte bölgedeki nüfuzu giderek gerilemektedir.

Türkiye siyasi-ideolojik-askeri bakımdan dikkate alınması gereken bir ülkedir. Dolayısıyla bu ülkeleri müzminleşmiş çok yanlı krizden mustarip Libya, Sudan, Irak, Lübnan ve Suriye ile karıştırmak yanlış olur. Trump'ın bu ülkelere ilişkin tasavvuru henüz billurlaşıp kesinleşmiş değildir.

İki: Trump'ın İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin planı sayılan İbrahim Anlaşmaları ve Filistinlilerin başka ülkelere tehciri tarzında projelendirilip bir kısmı hayata geçirilmiş olsa bile, henüz Filistin halkı ilgili Arap ülkeleri tarafından genel kabul görmemiştir.

ABD Başkanı Filistin meselesi konusunda adım atabilmek için Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan yetkililerinin görüşünü almakla birlikte ortada elle tutulur bir plan-proje, yol-yöntem bulunmamaktadır.

İşin tuhafı şudur: Beyaz Saray'da istihdam edilmiş resmi uzmanlarla analistlerin önerileri de yine Trump tarafından küçümsenip dikkate alınmamaktadır. Bu arada Filistin halkının görüşüne başvuran da bulunmuyor. Olup olansa Hamas ile İsrail arasındaki rehine takası ve Gazze'nin geleceğiyle sınırlıdır.

Kaldı ki Gazze sonrası için Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin yönetimi halk tarafından beğenilmiyor. Çapsız ve güçsüz olan bu yönetim, Arap ve uluslararası yetkililer tarafından da kabul görmüyor, ciddiye de alınmıyor. 
 

Trump, "İran bu savaşı kazanamıyor. Geç olmadan masaya oturmalı" dedi
Trump, "İran bu savaşı kazanamıyor. Geç olmadan masaya oturmalı" dedi

 

Haritaları değiştirmek barış getirir mi?

24 Mart 2025 tarihli Şark'ul Avsat gazetesinde çıkan Memnun Fendi imzalı makale, bölgedeki kaos ve değişimin çerçevesini çizmesi açısından önemlidir:

Değinmek istediğim iki ana noktadan ilki şudur: Haritalardaki değişim çok yavaş gerçekleşir ve bir asır önce çizilen sınırların büyük kısmı, bütün savaşlara ve devrimlere rağmen hâlâ ayaktadır. Ortadoğu'da sınırların yeniden çizildiği değil, içsel dönüşümlerin yaşandığı bir dönem yaşanmaktadır.

İkincisi, barış haritaların değiştirilmesiyle gelmez. Filistin'in bölünmesi barış getirmedi; Güney Sudan'ın ayrılması istikrarı sağlamadı; aksine bu bölgelerin kendi içlerinde yeni çatışmalara yol açtı.

Ortadoğu'daki çatışmalar devletler arasında ve içinde çeşitli biçimlerde devam edebilir. İran'ın dört Arap ülkesinde yaptığı ve İsrail'in de aynısını yaptığı gibi, ülkeler nüfuzlarını genişletmeye çalışabilir. Ancak Ortadoğu'nun çehresini değiştirme veya Netanyahu'nun öncülük ettiği haritaları yeniden çizme fikrinin gerçekleşmesi hâlâ çok uzak, hatta imkânsız görünmekte.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU