Yakın dünya tarihinin en dikkat çekici ve kafa karıştırıcı gelişmelerinden biri, "sosyalist" blok içerisinde vuku bulan Sino-Sovyet Ayrılığı (İng. Sino-Soviet Split, Çin. Zhōngsū jiāoè, Rus. Sovyetsko-kitayskiy raskol) olmuştur.
Bu ayrışmanın dallanıp budaklanıp şiddetli bir boşanmayla sonuçlanmasıysa "Kızıl Bayrak"ın esiş yönünü ciddi ölçüde etkilemiş, kapitalist değerlerin "aslanın ini" (İngilizce: the lion's den) olarak tabir edilebilecek Pekin-Moskova hattının kök hücrelerine kadar sirayet etmesine ortam hazırlamıştır.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen Rusya ve Çin, kimi "sıkıntılı" günlerde birbirlerinin yanında olmayı başarabilmiş, küllerinden yeniden doğurdukları stratejik iş birlikleriyle eski "ihtişamlı" günlerine tekrar ulaşma yolunda önemli kazanımlar elde etmiştir.
İşte tam da bu noktada, bu haftaki yazımın amacı, Rusya-Çin ilişkilerinin pek de "yoldaşça" olmayan "inişli çıkışlı" hikayesini ve yukarıda bahsi geçen "zor gün dostluğunun" bugünlerde zuhur eden İsrail-İran çatışmasını çözme ve Ortadoğu'nun "madun" ülkelerini müreffeh kılma yolunda oynadığı "kilit" rolü anlatmak olacaktır.
Öyleyse başlayabiliriz.
Bölüm I: Sino-Sovyet geriliminin tarihsel arka plânı
Mingjiang Li'nin "Mao's China and The Sino-Soviet Split: Ideological Dilemma" adlı eserinde de çeşitli şekillerde vurguladığı üzere, 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulması ve SSCB'yi bir rol model olarak addetmesi; Sovyetlerin, Berlin'i zapturapt altına almasının hemen sonrasında kazandığı en büyük başarılardan biri olarak tanımlanmış ve Maoizm düşüncesi, Stalinizm ideolojisine alternatif bir "kardeş" ideoloji olarak Marksist düşünce tarihinin pantheon'una adını altın harflerle yazdırmıştır.
1950 yılında imzalanan "Çin-Sovyet Dostluk, İttifak ve Karşılıklı Yardımlaşma Antlaşması" ise bu dostluğun resmiyete döküldüğü ve iki ülke arasında karşılıklı iyi niyetin şahikaya ulaştığı tarihsel bir mihenk taşı olarak hatırlanmaya 2020'li yıllarda bile devam etmektedir.
Bu anlaşmanın böylesine "destansı" şekilde anılmasının ardındaki neden de son derece basittir: Mezkûr dönemde Sovyetler, Çin'e Garp dünyasının "sinsi" saldırılarına karşı "her türlü zorluğa göğüs geren" bir güç olma yolunda teknik ve taktiksel altyapı desteği sağlamış, Çin de bir iyi niyet göstergesi olarak SSCB'li "yoldaşlarının" bir dediğini iki etmeyerek Stalinist ekonomik kalkınma modelini kendi sistemlerine eklemlemeye çalışmış ve kısa süreliğine de olsa birtakım "müktesebatlar" elde etmiştir.
Fakat tıpkı tropikal bir bitkinin, sert-karasal bir iklimde yetişemeyeceği gerçeği gibi, Rus Devrimi'nin "ithal" tohumları da Çin Halk Cumhuriyeti'nin çetin habitatında arzu edildiği ölçüde yeşerememiş; Stalinist doktrinler Maocu kadroların nezdinde adeta bir ayrık otu olarak tasnif edilmeye başlanmıştır.
Bir diğer deyişle ve ünlü Çinli sosyolog Li Peilin'in ifadesiyle, Çin'in toplumsal yapılanması Sovyetlerden her daim farklı olmuştur. Çünkü Çin, sanayi bakımından gerek Doğulu gerekse de Batılı mevkidaşlarına göre oldukça geri bir düzeydeydi ve "kader ortakları" SSCB gibi klasik anlamda "hazır ol duruşunda bekleyen" efektif bir sanayi proletarya rezervine sahip değildi.
Bu varoluşsal problemlerin sorunsuz bir biçimde çözülmesi adına Mao, köy kökenli kalkınma modelini Çin devriminin "itici gücü" olarak tanımlamış, Marksist-Leninist çizgiyi kendi koşullarına akort etme yolunda önemli adımlar atmaya başlamıştır.
Bu durum köylülüğü, tam anlamıyla komünist bir devlet olma yolunda "tali" bir unsur daha doğrusu bir "ayak bağı" olarak gören Moskavalı nomenklaturaların kulağına su kaçırmış; Pekin kanadı da Rus mevkidaşlarının bu "hoşnutsuzluğunu" direşken bir şekilde tenkit etmiştir.
Bölüm II: Stalin'in ölümü sonrası hizipleşme ve boşanmaya giden yol
1953 yılına gelindiğindeyse Stalin'in ölümünden kısa bir süre sonra Moskova'nın ideolojik "kıblesinde" ciddi ölçüde sapmalar gerçekleşmiş; Nikita Krusçev önderliğinde başlatılan "destalinizasyon" (ya da Stalin ideolojisinden arınma) süreci, Pekinli politik çevrelerde adeta psikolojik bir travmaya yol açmıştır.
Özellikle Stalin'in eski bir yoldaşı olan halefi tarafından sistematik bir biçimde "hunharca" aşağılanması, Mao nezdinde sosyalist hareketin "dosta güven düşmana korku veren" imajına zarar veren bir zayıflık belirtisi olarak algılanmıştır.
Kruşçev liderliğindeki SSCB'nin ÇHC (Çin Halk Cumhuriyeti) karşısında "el yükseltip" Tayvan konusunda Çin'in "agresif" politikalarını "üst perdeden" eleştirmesi de bardağı taşıran son damla olmuş; Mao'nun zaten şüphe ile baktığı Krusçev'i bir "hain" olarak yaftalamasına sebebiyet vermiştir.
Bu olumsuz gelişmelere sert bir tepki olarak Sovyetler Birliği, Çin'e yolladığı teknikerlerini geri çekerek Çin'in nükleer silah geliştirme projelerini sekteye uğratmış ve iki ülke arasında "güven" krizini aşılması zor bir evreye getirmiştir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
1962 yılı içerisinde de Çin-Hindistan Savaşı sırasında Sovyetler Birliği'nin Hindistan'a "aşırı" dostane bir tutum sergilemesi ve Küba Füze Krizi'nde ABD'li rakiplerine "haddini bildirme" yolunda çekimser kalması, Pekinli siyasetçileri oldukça hiddetlendirmiştir.
John Wilson Lewis ve Xue Litai'nin "China Builds the Bomb" (Ve Çin Bombayı Yaptı) adlı eserlerinde de okuyucuya kronolojik bir biçimde aktardıkları üzere, böylesi bir "ihanet" karşısında sinirlerine hâkim olamayan Çin, SSCB'ye meydan okurcasına ilk nükleer denemesini 1964'te gerçekleştirerek eski dostlarına oldukça sert bir gözdağı vermiştir.
Tüm bu söylenenlerin haricinde, 1969'da Damansky Adası (Zhenbao) çevresinde yaşanan Çin-Sovyet sınır çatışması da iki "ilerici" ülke arasındaki anlaşmazlığın şiddetli bir "boşanmaya" dönüştüğünün tarihsel bir sembolü haline gelmiştir.
Bölüm II: "Emperyalistlerle" yakınlaşma ve Sovyetlerin sürklase edilişi
Yukarıda bahsi geçen "boşanma"ya nazire yaparcasına, Çin devleti, dış politikasında önemli bir yön değişikliğine gitmiş; tıpkı eski dostları Krusçev'in geçmiş senelerde yaptığı gibi ABD ile olan ilişkilerini normalleştirme yolunda gözle görülür adımlar atmıştır.
1971 yılında başlayan ve uluslararası ilişkiler literatürüne "Pinpon Diplomasisi" (İng. Ping Pong Diplomacy, Çin. Pīngpāng wàijiāo) olarak geçen bu süreç, Çin'in küresel sistemle eskisinden daha iyi bir şekilde entegre olmasının da müjdeleyicisi olmuştur.
Henry Kissinger'ın "Çin Üzerine" adlı kitabında altını çizdiği üzere, Richard Nixon'un 1972'deki Pekin ziyareti de salt sembolik bir yakınlaşma değil aynı zamanda Çin'in Sovyet "zincirlerinden" emansipasyonu anlamına gelmiştir. Aynı periyotta Çin'in Tayvan yerine BM Güvenlik Konseyi daimî üyeliğine seçilmesi, Pekin'in dünya kamuoyundaki prestijini arttırmıştır.
Çin devlet aklı, bu yeni dönemde ezilen dünya halkları ile olan ilişkilerini de yeniden biçimlendirmiş; özellikle Afrika ve Asya kıtasındaki bağımsızlık hareketlerine verdiği desteklerle adından çokça söz ettirmiştir.
Deng Xiaoping'in liderliğinde izlenen ve kimi uzmanlar tarafından "kızıl kapitalizm" olarak tanımlanan Çin komünizmini modern piyasa ekonomisinin "liberal" değerleriyle tanıştırma stratejisi, Çin'i sosyalist bir devletten çok, devlet kapitalizmi uygulayan bir uluslararası ilişkiler aktörüne dönüştürmüştür.
Bu da ultra merkeziyetçi bir anlayışla yönetilen SSCB'nin hızla değişen küresel dengelere ayak uydurmasını daha da zorlaştırmıştır.
Bölüm IV: 1991 sonrası yeni bir Rus-Çin ittifakı
Sovyetler Birliği'nin 1991'deki ani çözülmesiyle birlikte Çin, ideolojik bir referans noktasını kaybetmiş ancak aynı anda Batı'nın "ben merkezci" tahakkümüne karşı yeni stratejik ittifaklara yönelme ihtiyacını da hissetmiştir.
2000'li yıllarda eski bir KGB görevlisi olan "karizmatik" lider Vladimir Putin'in önderliğinde Rusya'nın yönünü yeniden Uzak Doğu'ya çevirmesiyse Çin-Rusya ilişkilerini ideolojiden arındırılmış fakat stratejik derinliğe sahip pragmatik bir zemine oturtmuştur.
Bu dönemde BRICS ve Şanghay İş birliği Örgütü gibi kapsayıcı platformlar, iki ülke arasındaki çok katmanlı iş birliğinin diplomatik çerçevesini şekillendirmiş; enerji, güvenlik, dijital altyapı ve savunma alanlarında da "simbiyotik" ortaklıklar kurulmasına zemin hazırlamıştır.
Bu yeni eksen, Batı'nın normatif dış politikasına karşılık "egemenliğe saygı" ve "iç işlerine müdahale etmeme" ilkeleriyle meşruiyet devşirmiştir.
Özellikle Orta Asya, Afrika ve Ortadoğu'daki güç boşluklarında iki aktör de Batı'ya alternatif modeller sunma gayretine girmiştir.
2025 itibarıyla Çin, Rusya'nın en büyük ticaret ortağı konumuna yerleşmiştir.
İkili ticaret hacmi 240 milyar doları aşarken bu ilişkilerin önemli bir kısmı enerji ve ham madde alışverişine dayanmaktadır.
Çin, Rusya'dan petrol, doğal gaz ve kömür ithal ederken Rusya, Çin'den makine, elektronik ürünler ve altyapı yatırımları almaktadır.
Bölüm V: İsrail-İran geriliminde Çin-Rusya faktörü
Son olarak, Çin ve Rusya'nın son yıllardaki stratejik yakınlaşması Ortadoğu'nun jeopolitik sahnesinde giderek daha görünür bir boyut kazanmıştır.
Çin'in İran ile 25 yıllık Stratejik İş Birliği Antlaşması çerçevesinde yürüttüğü iş birlikleri, yalnızca enerji arz güvenliğini sağlamaya yönelik bir çaba değil; aynı zamanda Amerikan etkisinin sınırlandırılması doğrultusunda şekillenen daha geniş bir jeostratejik vizyonun parçasıdır.
Rusya ise Ocak 2025'te imzaladığı Kapsamlı Stratejik Ortaklık Antlaşması ve Tahran ile kurduğu diğer çok katmanlı ilişkiler aracılığıyla, Batı'nın "müdahaleci" güvenlik anlayışına karşı alternatif bir "mimari yapı" önermektedir.
Özellikle "Küresel Güney"in gözünde bu hamleler, yalnızca alternatif bir güvenlik ittifakı değil; aynı zamanda Batı merkezli kalkınma modellerine karşı bir meydan okuma olarak da algılanmaktadır.
Ne var ki eylemlerle söylemler birbirleri ile örtüşmemektedir.
Pekin yönetimi, Tahran ile geliştirdiği stratejik ortaklığa rağmen, İsrail ile yürüttüğü geniş ölçekli ticaret ilişkileri nedeniyle hassas bir denge politikası izlemektedir.
İsrail, Çin açısından yalnızca bölgesel bir aktör değil; yapay zekâ, siber güvenlik, tarım teknolojisi gibi stratejik sektörlerde "değerli" bir iş ortağıdır.
Hayfa Limanı'nın hatırı sayılır bir bölümünün Çinli bir şirket tarafından işletilmesi gibi gelişmeler, Pekin'in Tel Aviv ile ilişkilerinde ekonomik ve diplomatik dengeyi gözetmesini zorunlu kılmaktadır.
Bu çerçevede Çin, İran'a doğrudan askerî ya da siyasi destek vermekten kaçınmakta, daha çok arabuluculuk rolü üstlenerek bölgesel istikrarsızlıktan doğrudan etkilenmemeye çalışmaktadır.
Çin'in bu temkinli tutumunun ardında yalnızca ekonomik çıkarları değil, aynı zamanda bölgesel çatışmaların Kuşak ve Yol Girişimi üzerindeki potansiyel yansımalarına dair stratejik kaygılar da yatmaktadır.
Bu nedenle Çin, İran'a yönelik destek politikasını "maliyet-fayda analizi hesaplamaları" çerçevesinde sınırlı tutmakta; olası bir krizde tarafsızlık ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalmaktadır.
Rusya açısından ise tablo daha da kırılgandır.
Önceki haftalarda "Slav Taşkınlığı ya da Rus Yayılmacılığının Tarihsel bir Anatomisi" başlıklı yazımda bahsetmiş olduğum üzere, Ukrayna'daki savaş, Moskova'nın askeri kapasitesini ve diplomatik esnekliğini büyük ölçüde tüketmiştir.
remlin'in dikkatini neredeyse tamamen Doğu Avrupa cephesine yoğunlaştırmış olması, İran'la olan ilişkilerde sembolik bir yakınlık görüntüsünün ötesine geçilmesini zorlaştırmaktadır.
Bu koşullarda İran, "geleneksel" müttefiklerinin desteğinden tam anlamıyla yararlanamamakta; İsrail karşısındaki "burnundan kıl aldırmayan" konumunu çeşitli "kelime oyunlarıyla" (İngilizce: wordplay) sürdürülebilir kılmaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak uluslararası ilişkiler düşüncesi, hayallerin değil; mümkün olanın elde edilmesi sanatıdır.
Dolayısıyla, her siyasal strateji, gerçekliğin sınırlarında biçimlenir. Herkese, dünyanın dört bir yanında barışla uyanılan sabahlar dilerim.
* Dr. Batuhan Yıldız, Nottingham Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisansını İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, Doktorasını ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nde tamamlamıştır. Toplumsal yapı araştırmaları, gündelik hayatın sosyolojisi, Çin, Orta Doğu ve Post-Sovyet ülkelerinin içtimai tarihi uzmanlık alanları arasındadır. Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde doktor öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish