Rusya, Montrö konusunda ne düşünüyor?

Mayis Alizade Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Sayın Mustafa Şentop'un "Montrö de değiştirebilir" sözleri önceden hazırlanmış bir planın dışavurumu muydu? Bir planın parçası olarak sarf edilen bir söz olduğuna inanmıyorum.

Ülke içerisinden gelecek eleştiriler zaten herkesin gözünün önünde, ama dışarıya yansımasını ise Sayın Şentop'un tahmin edemeyeceğinden kesinlikle eminim.

Örneğin Rusya'nın en etkili gazetesi Kommersant'ın Türkiye, Kafkasya, Ortadoğu ve Arap dünyası uzmanları Marianna Belenkaya ve Kirill Krivoşeyev'in 6 Nisan tarihli yazısının başlığının "Cumhurbaşkanı Erdoğan emeklilerin kumpasının üstünü açtı" şeklinde olacağını nereden bilecekti ki? 

12 Haziran 2011'de yapılan seçimler öncesinde gündeme gelen Kanal İstanbul'la ilgili dostum Aleksandr Reutov ile Kommersant'a yazdığımız bir yazıyı daha hatırladım.

O zaman bu girişimi 'seçim yatırımı' olarak değerlendirmiştik, Rusya da o şekilde değerlendirmişti; üzerinden 10 sene geçtikten sonra tartışmaların birkaç boyutta sürmesine rağmen Rusya yine temkinini korumaktadır. Çünkü...

2003 yılı Mayıs ayı sonunda İstanbul'da yapılan enerji alanında işbirliği konulu toplantının açılışında Başkan Bush'un Hazar Özel Temsilcisi Steve Mann'in yanı sıra LDP lideri Vladimir Jinirnovski ve Devlet Başkanı Putin'in Hazar Denizi ve Karadeniz Özel Temsilcisi, Dışişleri Bakan Yardımcısı Viktor Kalyujnıy da birer konuşma yapmışlardı.

Ara verilince Viktor Kalyujnıy'ın oteldeki odasında bir araya gelmiş ve ağırlıklı olarak Montrö Antlaşması üzerine konuşmuştuk. 

"Antlaşmaya değişiklikler önermeyi mi düşünüyorsunuz?" diye sorduğumda Rusya'nın en etkili diplomatlarından biri olan (Sergey Lavrov henüz dışişleri bakanı olarak görevlendirilmemişti) Kalyujnıy, "Hayır, gayet iyi bir antlaşma, değişmesini hiçbir zaman istemeyiz, bir şeylere ihtiyaç olursa, Türkiye ile birlikte oturur değerlendirmeler yaparız" yanıtını vermişti.

Kuşkusuz, bu durumu (yani Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki egemenliği konusunda Montrö'nün rolünü ve Rusya'yla tam konsensüs olmadan değiştirilemeyeceğini veya antlaşmadan tek taraflı çıkılmanın Rusya tarafından asla kabul edilmeyeceğini), Cumhurbaşkanı Erdoğan da çok iyi şekilde bilecek kadar siyaset ve devlet yönetimi tecrübesine sahiptir.

Ve bu husustan dolayı da TBMM başkanı açıklamasını öncelikle Sayın Erdoğan'ın devlet yönetimi ve siyaset deneyimi ışığında ele almak gerekir.

Jirinovskiy'i mi sordunuz? Ertesi gün bir araya geldiğim Vladimir Jirinovski'nin Türkiye'den tek talebi ise para, para, para olmuştu :

Türkiye'de 17 gün hapis yattım, gününe 1 milyon dolardan 17 milyon dolar eder, 33 senenin faizi olarak da 8 milyon dolar ekleyip 25 milyon dolar versinler, Türkiye-Rusya ilişkilerini zirveye çıkarayım, bunu benden başka kimse yapamaz...


Kanal İstanbul'a ilişkin tartışmalar, iktidar tarafından konu 2019 yılı sonlarında Türkiye'nin gündemine kararlı biçimde getirilince haliyle Rusya'da da hızlandı.

İşin masaya yatırılan iki boyutundan biri ticari, ötekisi ise jeostratejik ve bunun devamı olarak jeopolitikti.

Ne ilginçtir ki, günümüzde TBMM Başkanı'nın bu kadar açık söylemine rağmen Kanal İstanbul ve Montrö, Rusya gündeminde kendine beklendiği düzeyde yer bulamamaktadır.

Bunun birinci nedeni Kanal İstanbul'un ticari bir proje olarak değerlendirmesi olup "Türkiye kendi topraklarında istediği her projeyi gerçekleştirme hakkına sahiptir" tezinin artık kabul görmüş durumda olmasıdır.

Jeostratejik bakımdan ise bu proje "Son yıllarda Rusya'nın Karadeniz filosunun Akdeniz'e inmesi için Türkiye Boğazların epey kullanılmasına izin verdi, ABD bunun mukabilinde Kanal İstanbul üzerinden Karadeniz'e açılma ve gemilerini oraya yığma peşinde" değerlendirmesi ağrılık kazanmıştır.

Rus yorumcuları burada ilgilendiren esas nokta "Projenin tamamlanmasından sonra Boğazlarda uygulanan Montrö kurallarının Kanal İstanbul için uygulanıp-uygulanmayacağı" olup, 'uygulanmayacağı' şıkkının ağır basmasıdır.

Böyle bir durumda ne olacaktır; İstanbul boğazına Rusya gemilerinin girişleri yasaklanarak onlar Kanal İstanbul'a mı yönlendirilecekler? 

Sayın Şentop'un açıklamasından bu anlamı mı çıkarmak gerekir? 

Yani, salt ticari bir tabirle ifade edilirse, Rusya gemilerine "Kanal İstanbul'dan para ödeyerek geç" mi denilecek? 

Montrö'den çıkmanın bundan daha farklı anlamları hangileri olabilir? 

Bu kadar muazzam devlet geleneğini bir tarafa bırakarak böyle bir girişimde bulunmak en büyük donanmasını Karadeniz'de bulunduran Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelme anlamı taşımaz mı? (Karadeniz'deki toplam 255 gemisinin 80'i askeri gemilerdir.) 

N'olursunuz, yanlış anlamayın; bu gibi varyasyonlar 1914'te Almanların Sevastopol'u bombalayarak Osmanlı İmparatorluğu'nu dünya savaşına soktuğu dönemi göz önüne getiriyor.

İşte tüm bunları hesaba katarak Montrö Antlaşması ve Boğazlar konusunda Ankara ile Moskova arasında herhangi bir tartışma yaşanacağına ihtimal vermemek gerekir.

Moskova'nın temkinli davranmasının ve gerek Montrö gerekse Boğazlar konusunu mesele etmemesinin sebepleri bu kadar açık olduğu için medya 104 amiral vakasına yer ve vakit ayırmayı doğal olarak daha uygun görmektedir.

Çarlık Rusya'sının boğazlardan geçiş hakkı alma hamlesi Birinci Petro döneminde başlamış olup Baltık Denizi kıyılarında hakimiyetin kurulmasından sonra değiştirilen paradigmanın gereğine uygun adımlar atılmıştır.

1853-54 Kırım Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun Çarlık Rusya'sını yenmesinin (Lenin'in "Rusya için yüzkarası bir yenilgi' olarak nitelendirdiği) hemen ertesinde (1856) başkent Sankt-Petersburg'ta kurulan Devlet Denizcilik Şirketi'nin ana amacı Karadeniz'deki ticari gemilerin İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinden Avrupa'ya açılmalarını sağlamaktı.

1862'de sermaye yapısı güçlendirilen şirket 1877-78 savaşında Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgiye uğramasıyla 1880'lerde Osmanlı donanmasıyla asla kıyaslanamayacak bir güce erişmenin yanı sıra Rus gemilerinin tamamına yakını yenilendiği halde Osmanlı gemilerinin adeta tamamı zamana ayak uyduramayacak durumdaydı.

Maliye bakanı Sergey Vitte'nin kontrolünde  hayata geçirilen ekonomi projeleriyle geçtiğimiz yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun farklı noktalarında bankalar, ticaret odaları, deniz ticaret odaları kuran, demiryolu ihalelerine katılan Rusya'yla (Doğu Anadolu'nun bir kısmını işgal etmesine rağmen) ilişkiler Abdulhamid'in tahttan inmesine rağmen hep yükselen grafik çizmişti.

Dünya savaşında karşı karşıya gelinmesi bu düzeni bozsa da Sosyalist Rusya'nın, Anadolu'daki İstiklal Savaşı'na sağladığı destek, ilişkilerde yeni dönem açılmasına neden olmuş ve Türkiye'nin büyük zaferi olan Montrö Antlaşması'yla elde ettiği haklar Stalin SSCB'sini de memnun etmişti.

İkinci Dünya Savaşı'ndan zaferle çıkar çıkmaz Türk Boğazlarından geçişlerde daha fazla hak elde etmek isteyen (bunun esas sebebi dünya savaşının en başından Türkiye'nin, SSCB saflarında yer almamasıydı) Stalin SSCB'si dokuz sene önceki Montrö Antlaşması'nın herhangi bir maddesinden Türkiye'nin vazgeçmesinin imkansızlığını anlayınca, bu kez Kars ve Ardahan bölgelerini Ermenistan ve Gürcistan'a katma planını uygulama girişiminde bulunmuştu (60 bin kilometre karelik toprağın 40 bin kilometrekaresinin SSCB sınırları içindeki Sovyet Ermenistan'ına, 20 bin kilometrekaresinin ise Gürcistan'a verilmesi planlanmıştı.) 

SSCB yönetimi 1920'lerin sonları 1930'ların başlarında çoğunluğu günümüz Gürcistan topraklarında yeni Sovyet rejiminin politikalarına karşı savaştıktan sonra Türkiye'ye geçerek Kars-Ardahan bölgesine yerleşmiş ve yaptıkları mezhep propagandalarıyla da Ankara'yı rahatsız eden insanlardan ibaret bu sığınmacıların 'kendi topraklarında cinayet işlemelerini' sebep göstererek geri istemiş ve iade edilmemelerini 'casus belli' ilan edeceğini Ankara'ya iletmişti.

Dünya savaşından zaferle çıkmış bir diktatörün bu talebi önünde çaresiz kalan Türkiye Cumhuriyeti devleti uğrayacakları akıbeti bildiği halde yaklaşık 150 kişiyi karşı tarafa teslim etmek zorunda kalmıştı.

Montrö Antlaşması'nı tartışmaya açarken onun Türkiye'ye sağladığı ve feshedilmediği müddetçe sağlamaya devam edeceği, gücün yanı sıra Rusya'nın niyet ve isteklerini göz önünde bulundurmakta fayda olacaktır.

Uluslararası ilişkilerde ideolojilerin değil, herkesin nereden ve ne şekilde kendine çıkar kapısı açacağı gerçeğinin bundan sonra da değişmeyeceğini kimsenin unutmaması gerekir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU