#NecmettinErbakan

Prof. Dr. Mete Gündoğan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Ülkemizde pazara kadar her şey serbesttir. 

Lakin pazarda bir şeyler yapmaya kalkarsanız hele de pazarı yeniden tanzim etmeye çalışırsanız hapı yuttunuz.

Önce "peştamallılar"ın hışmına uğrarsınız. Hemen ikaz edilirsiniz. Uyanmazsanız, üzerinize iftira atılır. Yine de vaz geçmezseniz, yok edilirsiniz. Ölürsünüz.

Kozanoğullarından Mehmet Sabri Bey'in oğlu Necmettin Erbakan'ın hayat hikâyesi de tam buna uygun bir süreçtir.

Genç delikanlı Necmettin iyi bir aile terbiyesi almıştı. Çok zekiydi. İyi okullarda okudu. İyi hocalardan ders aldı.

Devlet de kendisine sahip çıktı. Sanayileşmenin en önemli unsuru olan motorları daha iyi öğrensin diye yurt dışına gönderdi.

Dönünce öğrendiklerini anlatsın diye de hoca yaptı ve İstanbul Teknik Üniversitesi'nde kürsü verdi. 

Ama o sadece anlatmakla kalmadı, yaptı. 

Piyasada 7 bin liraya satılan yabancı motoru, yerli motor olarak yapıp 4 bin liradan satmaya kalktı. Sen misin böyle pazara giren! 

Yabancı motorlar fiyatlarını 4 bin liraya çektiler. Necmettin Hoca hamleyi gördü ve fiyatı 3 bin 500 liraya indirdi. Vayy, demek öyle ha! Yabancılar kızdılar ve fiyatlarını 2 bin 800 liraya kadar çektiler. 

Üniversitede arkasında duran devlet, pazarda yanında yoktu. Yüzde yüz yerli motoru, bu rekabet karşısında yok oldu.

Motor yok oldu olmasına ama Necmettin Hoca yok olmadı ya. 

Artık Anadolu tüccarı da tanımıştı onu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'ne başkan yaptılar. Ama O, orada da rahat durmadı.

Başkan Hoca bu sefer kredi pazarına el attı. Kredileri Anadolu sermayesine aktarmaya kalktı.

Vayy, sen misin böyle yapan. Hemen yaka paça, itiş kakış kapı dışarı atıldı. 

Devlet mi? 

Devlet bu sefer karşısındaydı. 

Tabi bu olayla Necmettin Hocayı tanıyanların sayısı daha da arttı. Ona parti (Milli Nizam Partisi) kurdurdular. Devlet partiyi kapattı.

İnat bu ya. Hoca bir parti (Milli Selamet Partisi) daha kurdurdu. Bu sefer "seçime girsin de boyunun ölçüsünü alsın bakalım" diye serbest bıraktılar. Ama O mühendisti. Ölçü almayı iyi biliyordu. 

Ölçtü biçti ve bir anahtar çıkardı. Anahtarı kullanarak Meclis'in kapısını açtı ve içine girdi. Aynı anahtarla hükümetlerin de kapısını açıp içine girmeye başladı. 

Necmettin Hoca bu sefer ortaya bir dosya koydu. 

Bütün Türkiye'yi süratli bir şekilde kalkındırmak için ağır sanayi hamlesi dosyasıydı bu.

Dosyanın içinde neredeyse yok yoktu. Şeker, çimento, gübre, kâğıt, kumaş, bitkisel yağlar, filtreli sigara fabrikaları, et kombinaları gibi zaruri ihtiyaç maddelerinin üretilmesi için fabrikalar...

Demir çelik yatırımları, madencilik tesisleri, makine kimya endüstrisi, motor sanayi, takım tezgâhları üretimi, elektromekanik sanayi, uçak sanayi, tersaneler, makine imalatı ve ziraat makineleri sanayi, enerji santralleri…

Tank, top, roket ve savaş gemisi üretimi, ağır harp sanayi yatırımları. Elektronik ve telekomünikasyon sanayi yatırımları. Sanayi bölgeleri yapımları. 

Ayrıca, bütün bunların finansmanını temin etmek için devlet sanayi ve işçi yatırım bankasının kurulması. Projeler bütün yurda dağılmıştı. Öz kaynaklara dayanılarak finanse edileceklerdi. Kimisini yaptı kimisini yola koydu.

Necmettin Hoca eceline susamış gibiydi. Ama peştemallılar işi oraya vardırmadılar. Silahlı kuvvetlere hallettirdiler. Anahtarı elinden alıp kendisini ve arkadaşlarını hapse attırdılar. 

Bitti mi?

Yoo. Hoca bu, durur mu!

Hapisten kurtulur kurtulmaz bir parti (Refah Partisi) daha kurdurdu. Artık Meclis'in de hükümetin de yolunu biliyordu.

Ne yaptı etti yine iktidar oldu. Havuz sistemi getirdi. Devletin parasını derleyip topladı. Tüyü bitmemiş yetim hakkını çarçur ettirmedi, yemedi, yedirmedi, çaldırmadı. 

Ülke içindeki pazarın peştemallılarını tanıyordu. Onlarla uğraşarak vakit kaybetmek istemedi. Sekiz tane ülkeyi bir araya getirerek yeni bir büyük bölgesel pazar oluşturdu. 

Tabi, Necmettin hoca bu sefer çok ileri gitmişti. Bölgesel pazarlara göz dikmişti. Ülkedeki peştemallıların dışarıdaki ağalarını çok kızdırmıştı. Bunlar küresel ağalardı.

Türkiye pazarını bırakmış bir de dünya pazarını tanzim etmeye kalkmış ha! Suçu çok büyüktü, çook.

Gereği düşünüldü.

Partisi kapattırıldı. Bir parti (Fazilet Partisi) denemesi daha yaptı ama o da kapatıldı. Siyasetten uzaklaştırıldı. Ekibi dağıtıldı.

Fikirleri tahkir ve tahrif edildi. 

Bu sefer yıldı mı?

Hayır, yılmadı. 

Yeni bir parti (Saadet Partisi) daha kurdurarak yoluna devam etti. Ama yorgundu, üzgündü ve biraz da kırgındı.

Hep, anlaşılamamaktan yakındı. "Beni anlamıyorsunuz" dedi. "Yaklaşmakta olan yaklaşıyor" dedi.

"Anladığınızda ise saçınızı başınızı yolup dizinizi döveceksiniz" dedi. "Ama" dedi; "ama dövecek diz dahi bulamayacaksınız!"

Heyecanı hiç sönmese de vücut fonksiyonları çok yavaşladı. Vücudunun motoru, kalbi, 28 Şubat 2011'de sabaha karşı durdu. 

On yıldır aramızda yok. Ama aslında hep var. 

Hep, "Erbakan haklı çıktı" diye anılıyor. Daha da çok anılacağa benzer. 

Çünkü bu pazarlar böyle olduğu müddetçe Erbakan hep haklı çıkacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU