Salvini veya sağ-popülizmin merkeze yolculuğu

Sinan Baykent Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Joe Cummings/Financial Times

İtalya'da yeni kurulan Mario Draghi hükûmetinde üç bakanlıkla temsil edilen LEGA ("Lig" partisi), Matteo Salvini önderliğinde geleneksel sağ-popülist çizgiden uzaklaşma sinyalleri veriyor.

Aslında bu şaşırtıcı bir durum zira geçtiğimiz son 5-6 yıldır Salvini figürü Avrupa'da müstakil bir siyasî statüye erişen sağ-popülizmin en radikal ve en agresif temsilcilerinden olagelmişti.

Ancak Salvini değişiyor. Daha doğrusu kendisinin ve partisinin iddiası bu yönde.

Gerçekten de 2017 yılının şubat ayında Salvini o dönem Avrupa Merkez Bankası Başkanlığı görevini yürüten Draghi'ye İtalya'nın tecrübe ettiği ekonomik buhranın baş işbirlikçisi olduğu suçlamasını yöneltmekten geri durmuyordu. 

O yıllarda Draghi'ye "sosyal katliamın işbirlikçisi" şeklinde hitap eden Salvini, bugün Draghi'nin patronluğundaki iktidarın ortağı. 

Şüphesiz ki siyasetin tabiatında bu tip "U dönüşleri" vardır.

Ne var ki Salvini'nin LEGA'da estirdiği rüzgârlar basit bir siyasî manevraya yön vermenin ötesinde deyim yerindeyse "ideolojik" bir alaboraya sebebiyet verecek mahiyette seyrediyor.

Çoğu İtalyan ve uluslararası analist Salvini'nin merkeze doğru yolculuğunun başladığını düşünüyor.

Elbette bu tespitte bir haklılık payı var. Fakat meselenin çok daha derinlemesine bir tahlilihak ettiği görüşündeyim.

2 Şubat 2021 tarihinde Fikir Turu sitesi için kaleme aldığım "Sağ-popülizm: Geçmişten bir hayalet mi zamanın çocuğu mu?" başlıklı makalede sağ-popülizmi "düz, dümdüz bir hareket" olarak nitelemiş ve sağ-popülistlerle ilgili şöyle devam etmiştim:

Tehlikeli değişikliğin Avrupa'daki kolektif siyasî kültüre nispetle edindikleri nüfuz alanı olduğu kanısındayım.


Sağ-popülizme ilişkin kullandığım "dümdüz hareket" ifadesi hareketin fevkalade sığ bir medeniyet algısıyla donatılması ve iç politikaya has kılınmış bir "kültürel Haçlı sefer ruhu" dışında herhangi bir ideolojik tasavvura sahip olmaması hasebiyleydi.

Bu zaviyeden ele alındığında "ideoloji" omurgası eksik bir siyasetin daha en baştan çürümeye mahkûm edildiği zaten açıktır.

Dolayısıyla amorf bir refleksler bütünü şemsiyesi altında irdeleyebileceğimiz sağ-popülizmin er ya da geç "bir şeylere" dönüşeceği ilk günden itibaren belliydi. 

Bahsi geçen görüşü bu levhada yazmaya başladığım ilk makalelerde de serdediyordum. Sadece zamanını kestirmek güçtü ancak anlaşılan o ki bu "bir şeylere metamorfozun" artık zilleri çalıyor.

Alıntıladığım kesitteki tez ise sağ-popülistlerin sırtladıkları üstüncü ve İslâm düşmanı refleksler manzumesinin şiddetini topyekûn içinde bulundukları siyasî bağlama, dolayısıyla da siyasî kültüre yaymalarına nispetleydi.

Nitekim böylesi bir eğilimin de oldukça berraklaştığı ve pekiştiği bir tarihsel evreden geçiyoruz.

Örneğin geçtiğimiz günlerde Fransa'da İçişleri Bakanı Ulusal Birlik lideri Marine Le Pen'le katıldığı bir tartışma programında Le Pen'i "İslâmcılıkla mücadele" çerçevesinde "fazla yumuşak" bulduğunu söyledi ve Le Pen'e "sorunun İslâm'da olduğunu bile kabul etmiyorsunuz" dedi.

Yalnızca bu örnek bile benim aslında ne demek istediğimi bütün aydınlığıyla ortaya koymaya yeter de artar.

Sağ-popülizmin yıllarca Avrupa toplumlarında çekiç darbeleri misâli tatbik ettiği salt İslâm düşmanlığı eksenli iletişim stratejisi bugün öyle bir noktaya geldi ki artık sağ-popülistlerin kendileri bu noktanın gerisine düşmüş görünüyorlar.

Başka bir deyişle, siyasî kültür bu iletişimin zehirli sarmaşıklarıyla öylesine kaplanmış vaziyettedir ki artık sağ-popülizmin bizatihi kendisinin ürün mülkiyeti elinden alınmıştır.

Bu çıkarım bizi şu iki yönlü değerlendirmeyi yapmaya sevk ediyor: Bir taraftan sağ-popülizm merkeze dönüyor diğer taraftan merkez de facto sağ-popülistleşiyor.

Nitekim Salvini özelinde de aynı dizaynı saptamak pekâlâ mümkündür.

Peki, mevzubahis ikili etkileşim somutta ne anlama geliyor?

Birincisi sağ-popülizmin konjonktürel döngüleri aşkın bir planda kendi varlığını uzun soluklu eylemek adına hem entelektüel hem de ideolojik enstrümanlardan mahrum oluşu, onu en nihayetinde "yenilenmiş merkez-sağ" şablonuna oturtacaktı ki bugün yaşananları bu perspektifle izah edebiliriz.

İkincisi sağ-popülizmin gövdesi (oy oranı) şiştikçe, klâsik merkez-sağ zaten öğütülmeye yüz tuttu. Bugün Avrupa'da bazı yerel örnekler müstesna merkez-sağ neredeyse yaşayan bir kadavra mertebesine indirgenmiştir. Doğrusu, "yok" hükmündedir veya çok cılızdır ve sağ-popülizmin devamlı tehdidi altındadır.

Üçüncüsü sağ-popülizmin bağrında taşıdığı "kültürel" etkinin siyaset dilini, tarzını ve "modus operandi"sini birinci elden şekillendirmek suretiyle onları kendi çehresine uygun olarak "normalleştirmesidir"

Kısacası sağ cenahta profiller bu "kültürel" etkinin ışığında homojenleştikçe sağ-popülizm aslında kendiliğinden "yeni normal" olarak mevzilenebilmekte ve "inandırıcı", "meşru" bir muhatap olabilmektedir.

Dördüncü ve son noktada ise sağ-popülizmin bu yeni mevzie alışması veya alışmaya çalışması vardır ki, burada bir nevî "törpülenme" ihtiyacı hâsıldır ve dikkate alınmalıdır.

Salvini tam olarak bu safhadadır.

Draghi'nin hükûmetin kuruluşunu müteakip Senato'da yaptığı manifesto kıvamındaki konuşma Salvini'nin geri dönülmesi bir hayli zor (ancak henüz imkânsız değil) bir yola girdiğini mühürlemesi bakımından fevkalade manidardır.

Draghi hükûmetin Avrupa Birliği'ne (AB) tam bir sadakatle bağlı olduğunu belirterek, "bu hükûmeti desteklemek AB seçiminin geri döndürülemezliğini desteklemektir" dedi ve ekledi:

Bu hükûmeti desteklemek her zamankinden daha kaynaşmış bir AB anlayışını desteklemektir!


Almanya ve Fransa'yla iş birliğini sıkılaştırmak istediğini paylaşan Draghi hitabında Rusya'daki "insan hakları ihlallerinden" endişe duyduğunu, Türkiye'yle ise daha verimli ve erdemli bir diyalog başlatılmasından yana olduğunu dile getirdi.

Alt alta sıralandığında yukarıdaki maddelerin ayrı ayrı hepsi LEGA için "aslını inkâr" manası taşıyor.

LEGA Avrupa Parlamentosu'nda sağ-popülist ve Brüksel karşıtı Kimlik ve Demokrasi Partisi ("Identity & Democracy Party"– ID) üyesi. Partinin mevcut yönetimler bağlamında Almanya ile Fransa'ya bakışı son derece menfi. 

Rusya'yla "ayrıcalıklı" ilişki ağları olduğu bir sır değil. Hatta 2019 yılında ayyuka çıkan Moskova-merkezli "Metropolgate" skandalı tazeliğini hâlâ koruyor. 

Türkiye'ye dair bakışın ise içeriğini herkes üç aşağı beş yukarı tahmin edebilecektir.

Bunlara ve diğer bütün "çelişkilere" rağmen Salvini Draghi hükûmetine destek veriyor.

Elbette bu desteğin ardında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) koltuk değişimi ile Trump'lı yılların bitişini tescilleyen Kongre Baskını'nın Avrupa'daki sağ-popülistler nezdinde yarattığı "huzursuzluğu" bertaraf etme isteği de yatıyor.

Öyle ya da böyle Salvini yeni bir sayfa açmış oldu. 

Dahası yolun henüz çok başında. Bazı yorumcular LEGA'nın önümüzdeki süreçte ID'den ayrılıp Avrupa muhafazakârların partisi olan Avrupa Halk Partisi'ne("European People's Party – EPP) dahi geçebileceğini ima ediyorlar.

Çok yakın bir tarihe kadar "sınırlarımızı korumazsak Avrupa yakında bir İslâm Halifeliği olacak", "İslâm tehlikelidir", "İslâm bir din değildir", "beyaz ırk tehdit ediliyor" vb. söylemlere tutunan bir Salvini merkezden beklediği ilgiyi görür mü veya merkezde rahat eder mi meçhul – bunu zaman gösterecektir.

Öte yandan bazı irili-ufaklı tepkiler olsa da Avrupa sağ-popülistlerinin ezici çoğunluğu Salvini'nin bu değişimi karşısında şimdilik sessizliğini koruyor.

Öyle zannediyorum ki bu "stratejik" karakterde ve doğacak muhtemel sonuçlara nispetle "bekle-gör" minvalinde bir sessizliktir. Zira bugünden büyük konuşup yarın aynı yöntemlere başvurmak zorunda kalmak istemiyorlar.

Gerçekten de İtalya sağ-popülizm konusunda Avrupa için önemli bir laboratuvar işlevi gördü ve sanırım bu işlevi görmeyi sürdürecek.

Artık Salvini'nin önünde birkaç meydan okuma birden olacaktır.

Salvini hem merkez-sağı yeniden tanımlamaya çalışacak hem kadim merkezden kabul görmeyi umacak hem de anketlerde her geçen gün biraz daha tırmanan ulusal-muhafazakâr İtalyan Kardeşliği ("Fratelli d'Italia") lideri Giorgia Meloni'nin (kendi deyimiyle) "vatansever muhalefet"ini göğüslemeyi deneyecek.

Ne olursa olsun, Avrupa'da "sağ" hâlâ yeniden yapılanma aşamasındadır ve hâl böyleyken ittifakların da bölünmelerin de kesinlikle sonuna gelmiş sayılmayız.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU