Aleviler ve Kemalizm

Müslüm Doğan Independent Türkçe için yazdı

O yücelikte 'ben', 'biz' veya 'sen' yoktur.
'Ben', 'biz', 'sen' ve 'o' hep biriz.

Hallac


Kemalizm ve Alevilik konusuna girmeden önce günümüz meselelerinin temel kaynağı olarak görülen "ulus devlet" konusunu kısaca açıklamakta yarar var.

Ulus ortak bir dille, ortak bir toprakla, ekonomik yaşam ortaklığıyla  ve söz konusu halkın kültürünü diğer halkların kültüründen ayırt eden sosyal ruhsal bazı özellikleriyle birbirine bağlanmış uzun bir tarihsel sürecin ürünü olarak ortak bir ruhsal formasyona sahip istikrarlı bir insan topluluğudur. 

Ulusa karşı "ırksal farklılıklar insan organizmasında oluşan fizyolojik süreçlerde hiçbir asli rol oynamayan biyolojik farklılıklardır. Bunların, beyin yapısına ya da insanların düşünme ve hissetme yeteneklerine hiçbir etkileri yoktur" eleştirisi yapılarak, Museviler hariç olmak üzere, tüm dinler ulus üstünlüğünü ve ayrımını reddetmişlerdir. 

Ülkemizde ulusçuluk ve milliyetçilik kavramları Kemalizm’in ideolojik bir tercih olarak çoğu kez birbirlerinin yerine konulmaya çalışılmaktadır.

Türkiye’de Türk milliyetçiliğinin felsefi temelini atan Kürt Ziya Gökalp bu teoriye "Osmanlılara göre, ulus, Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan bütün uyrukları içine alır. Oysa bir imparatorluğun bütün uyruklarını bir tek ulus saymak, büyük bir yanılgıdır; çünkü, bu karışımın içinde bağımsız kültürleri olan türlü uluslar vardır" diyerek karşı çıkmıştır.

Kemalizm ulusçuluğu ya da ulus devleti; tekçi bir kurgu üzerinde, devlete sadakati esas alan ve kendine kayıtsız şartsız tabii olmuş, itaatkâr yurttaşların varlığını önemseyen, farklılıklar bilincini kabullenmeyen bir devlet düzenidir.

"Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır" diyen Mustafa Kemal’in milliyetçiliği ve devlet anlayışında; yaşamın her alanında başta Türkçe’nin esas dil olmak üzere eğitim kültür ve bilim dili olarak seçilmesi, diğer halklar üzerindeki egemen ulus baskısı, ulus devlet projenin ta başta hiç de masum olmadığını ortaya çıkarmaktadır.

Dünyada hiçbir ulus Kemalist ideoloji kadar egemen ulus psikolojisine sahip olmamıştır.

"Ne mutlu Türküm diyene" sözü Türk milliyetçiliğinin ulaştığı düzeydir. Türk milliyetçiliği, yani bir başka deyişle Kemalizm kapalı milliyetçilik modeli ile de ayrıca halkları bir dönem de olsa ulusal ve etnik taleplerini erteletmeyi başarmıştır. 

Sözüm ona batı uygarlığını kendisine yön olarak tayin eden Kemalist milliyetçiliğe göre, Türkiye resmi sınırları içinde hangi etnik kökenden olursa olsun, herkes Türk kabul edilir.

Bu temel esasa göre oluşturulan hukuk ve anayasal bir ulus egemenliğine dayalı homojenliğe doğru halklar üzerindeki asimilasyon projelerini kurumları ile birlikte günümüze kadar başarılı bir şekilde sürdürmüştür.

Kemalizm’e ya da ırkçı Türk milliyetçiliğine göre; herkes Türk ya da Türkçü olmak zorundadır.

Türkiye’deki Türk soyundan olmayanlar "Türkçü" değillerse, Türk milliyetçilerine göre; bölücü, hain, karşıt milliyetçilerdirler. Onlara göre vatandaşlık, "Türklük" ya da "Türkçülük" ile kaimdir.

Kemalist ulus devletinde vatandaşlığın kriteri; "Türklük" ya da "Türkçülük" ile sınırlıdır.

Bu anlayışından dolayı da "toplumdaki farklılıkların isteklerinin, egemen Türk milliyetçiliğini tahrik etmekte olduğunu" ileri sürülmekte, egemen olan, ezen, zulmeden, hak, hukuk tanımayan ırkçı şoven Türk milliyetçiliğinin karşısında, sus-pus olunmalı, ona herkes boyun eğmeli, kaderine razı olmalıdır; İbn-i Haldun’un deyimiyle coğrafyan kaderindir, ilkesine uyup susacaksın.

Ruhi şekillenmesi, bölünme ve Komünizm karşıtı ideoloji ile şekillenen Türk milliyetçiliği her defasında bir bahane bularak, özgürlüklerin, hakların taleplerinin, demokratikleşmenin önünü kesmiştir.

Kışkırtılan ırkçı şoven milliyetçilikle birlikte birçok acı süreçler yaşanmıştır. Kemalist ideolojinin devletleşme sürecini ulus devletle sınırlı tutarak kurumsallaşma çabası ülkedeki her talebin ağır bir şekilde bastırılması ile sonuçlandırılmıştır.

Koçgiri, Dersim Alevi Kürt İsyanları, katliam ile sonuçlandırılmıştır. Söz konusu bu katliamlarla ilgili sonuçlar devletin gizli dosyalarında gün ışığına çıkmayı beklemektedirler.

Bu iki katliam, bu gün dahil Aleviler üzerinde ağır toplumsal ve ruhsal etkileri söz konusudur.

Ortaçağ içindefelsefe formunda şekillenmiş, tarihsel süreçte İslam öncesi yapısı ile de önemli   aydınlanma hareketlerinin Anadolu'daki öncüsü konumunda olan Aleviler, aynı zamanda, toplumsal, hukuksal düşünsel yapısı ile de çağdaş bir yaşamı esas alan aydınlanmacı bir başkaldırı öğretisi olarak, Anadolu, Mezopotamya ve yakın coğrafyalarda, yaşayan farklı uluslardan ve milliyetlerden oluşan halkların inanç ve öğretisine dönüşürken, aynı zamanda bir yaşam felsefesi haline dönüşmüştür. 

Geçmişteki isimlendirmesi ne olursa olsun Alevilik, eşitlikçi özgür ve birleşik toplumun yaratılma özlemlerini inanç ve öğretilerinde sürekli olarak oluşum çekirdeğinde barındırmıştır.

Farklı uluslardan ve halklardan insanların, yaşam felsefesine dönüşen Alevilik felsefesine olan  tercihinin nedeni özündeki insan merkezli ve eşitlikçi yaşam özlemidir. 


Alevi -Bektaşilerin Türk milliyetçiliği

Kemalist ideolojinin kaynağı İttihatçı hareket, Türkçülüğün esasları projesi ile "Osmanlı'nın zengin dil ve kültür yapısına karşı" bir hücum başlatılmıştır.

Bu durum egemen olmayan ulus ve milliyetler üzerinde ileri tahribatların başlangıcı olmuştur.

İttihat ve Terakki Cemiyeti (ITC) içinde bir dönem yer alan, Tanzimat dönemi Osmanlı’ya karşı duyulan tepkinin bir sonucu olarak, ittihatçıların, özgürlük ve uygar dünya ile buluşma umudunu yayma çabaları, kent Alevileri yani Bektaşileri, istemeyerek de olsa Türkçülüğün savunucusu haline getirmiştir.

Ancak bu çok sınırlı ve kısa bir dönemdir.

Burada Osmanlı yönetimine karşı geliştirilen en büyük muhalefet gurubu olan ITC‘nin istibdat rejimine karşı projeleri ile Bektaşileri etkilediğini ve umut kapısı olarak algılandıklarını anlıyoruz.

Bektaşilerin kentte Sünni devlet aygıtları ile olan ticari, eğitim, askeri vb ilişkileri liberal düşünceleri nedeniyle Türkçülüğe daha hoşgörü ile yaklaşmalarına neden olmuştur.

Özellikle bazı Bektaşi ileri gelenlerinin İttihatçı örgütlenmesi içerisinde yer aldığı tarihçiler tarafından belirtilmektedir.

Ancak bu durum kırda yaşan topoğrafik olarak bozuk coğrafyalarda yaşayan Köy Alevileri için söz konusu olmamıştır.

Bunun nedeni özgün öğreti ve inançları ile iç hukuklarıyla olan güçlü bağlarıdır.

Devletlerle hiçbir hukuki bağı olmayan, geliştirdikleri iç hukuk ile sorunlarını çözen kendi dar pazarını oluşturan ve özgün inanç ve öğreti yapısını koruyan Aleviler için milliyetçilik yabancı bir kavramdır.

Bunun nedeni ise onların Rıza Şehri yaşam öğretisidir. Öğretide; ben, sen, o yoktur. Biz vardır.

Kemalist Devrim’i önemseyen ve Osmanlı’nın zulmünden kurtulacaklarını uman Bektaşiler, kent ilişkileri içindeki ruhi şekillenmenin verdiği sonuç nedeniyle Alevilere de Bektaşi dedebabalar vasıtasıyla mevcut devrimin propagandasını yapmış ve bu konuda başarılı olmuşlardır.

Kemalist Devrim’in Aleviler ile geliştirdikleri bağlar, Aleviler hakkında çeşitli süreçlerde hazırlatılan raporların sonucudur.

Osmanlı döneminden başlayıp Cumhuriyette de süren bu çalışmaların amacı; Alevi inanç ve öğretisinin güçlü ve zayıf yönlerini ortaya çıkartarak, toplumsal yapılarını bozmaya yöneliktir.

Alevi ve Bektaşiler arasında kendi kimliğini gizleyerek İTF görevlendirmesiyle alan çalışmaları yapan, İttihat Terakki üyesi, Karakol Cemiyeti kurucusu ve Teşkilat-ı Mahsusa emrinde çalışan ve Bedri Noyan tarafından "Bey Baba" isimlendirmesi yapılan Baha Said Bey çok önemli gözlemlerini rapor şeklinde hazırlamıştır.

Bu raporlar daha sonra makaleler haline getirilerek çeşitli zamanlarda yayımlanmıştır.

Baha Said, çalışmalarının amacını, "Anadolu Türklerinden, bazılarının İslam dininin mescit ve cami mihrabından başka bir iman kıblesi araması, sebeplerinin tetkiki milli Mefkûre’yi iyi anlamak ve milli hayatı iyi tasrih ve tevhit edebilmek için pek lazımdır" der.

Yine Yusuf Ziya Yörükan aynı yöntemlerle; "…inkılabımızın meydana getirdiği bu gibi içtimai ve ruhi değişiklik köylerde ve bilhassa Aleviler arasında gezmeye ve malzeme toplamaya…" Anadolu’daki Alevi yaşam alanlarını sahte "dede" kimliği ile inceler ve rapor haline getirir.

Kısaca ulus devlete giden yolda Anadolu’da yaşayan Alevi Bektaşilerin toplumsal dokuları incelenerek, asimilasyon politikaları "tevhit" ve mefkure gerekçeleriyle sistemleştirilmiştir.

Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte Osmanlı'nın Sünni devlet uygulamaları, yeni kurumlarıyla birlikte devam etmiştir.

Yağmurdan kaçarken doluya tutulan Alevi-Bektaşiler geçmişte edindikleri korunma amaçlı takiyyelere yenilerini de ekleyerek yakın sürece kadar özgün inanç ve öğretilerini korumuşlardır.

Egemen Sünni ulus devlet anlayışını egemen kılmak isteyen ve İttihatçı bir siyasetçi ve Eski Başbakan M. Şemseddin Günaltay, Hurafattan Hakikate, Hurafeler ve İslam gerçeği adlı ve 1914 yılında yayımladığı kitabında İslam karşıtı Batiniliğe ilişkin önemli değerlendirmeler bulunmuştur.

Yazarın Türk-İslam sentezini savunduğu konusunda zerre kadar kuşku yoktur. Ancak Aleviler için Kemalist ulus devletin bakışını yansıtması anlamında, düşünceleri önemlidir.

Eski ve karanlık çağlardan miras kalan kirli efsaneler Anadolu’nun saf ve asil ırkını çok derinden sarsmıştır. Geçmişe ait hurafelerin milletimiz üzerinde yaptığıtahribat, zaman geçtikçe daha da şiddetlenmiştir.


Yazar Alevi /Kızılbaş inanç ve öğretisini ve de İslam dışındaki tüm inançları "kirli efsaneler" olarak değerlendirmekte, Türklerin asil ırk olduklarının da altını çizmektedir.

Yazar konuyu o kadar dramatik hale getirir ki Alevileri de hedef yapmada sakınca görmez.

Alevi inancı ve öğretisinin diğer inançlara olan saygısını ve hoş görüsünü "Yetmiş iki millete bir gözde baktığını" Alevilerin yine "gök kubbe altında yaşayan tüm insanlar kardeştir" felsefesini görmezden gelerek, şöyle demektedir:

Bugün Bahtsız Anadolu’da Ali,Hüseyin, Hasan isminde birçok Müslüman Vardır ki Bekir, Ömer, Osman ismini taşıyan diğer Müslümanlara karşı sönmek bilmeyen bir kin beslemektedirler.

Ellerinden gelse ve fırsat bulsalar onları dişleri ile parçalamaktan çekinmezler. Rafızilerin Sünniler hakkındaki öfke ve nefretleri o dereceye varmıştır ki, devletin kendilerine herhangi bir cezayı müeyyide uygulanacağını bilseler, köylerine düşen zavallıları diri diri ateşte kızartmak gibi trajedilere yol açabilirler.


Bu ülkenin başbakanlığını yapmış ittihatçı anlayış sahibi Günaltay, Alevilik'e bakışı gerçekten ırkçılık boyutunu da aşmıştır.

Anadolu’nun en cahil huraferest cemaati bu zavallılardır. Akla, bilime ve hatta insan yakışmayacak inançlar, bu insanları hayvan seviyesine indirmiştir.


Bu değerlendirme hiçbir inanç için kabul edilemeyecek, eleştiri boyutu dışında hakaret etmek ve küçük düşürücü ötekileştirici değerlendirmedir.

Kemalist ulus devlet ideolojisinin dışa vurumundan başka bir şey değildir.

Bu örnekler çoğaltılabilir.

Darbeci general Cemal Gürsel’in Kürtlerle ilgili söylediği, "Kürt diye bir ırk yoktur. Kim ben Kürdüm diyorsa yüzüne tükürün" anlayışı da yine Kemalist ideolojinin tekçi anlayışının ulaştığı boyutu göstermektedir.

Sonuç olarak;

Alevilik ya da Kızılbaşlık; yaşadığı tüm süreçler itibarıyla ideal insana (insan-ı kamil) ulaşmada geliştirdikleri inanç ve öğreti felsefesi Alevi toplumunun esas özelliğidir.

Başka bir deyişle, kendini kültür ve inanç ortaklığında dile getiren bir tür ruhsal biçimlenme ortaklığıdır.

İslam öncesi yapısı sürecinde, bir inanç ve öğretiye dönüşen Alevilik; ilk uygarlığın beşiği olarak anılan Mezopotamya’yı da içine alan ve yüzlerce uygarlığın geçtiği Anadolu’da son şeklini alarak olgunlaşmıştır.

Bu yüzdendir ki çoğu araştırmacılar "Anadolu Aleviliği" kavramını kullanırlar.

Alevilik, olgunlaşma süreci nedeniyle de farklı uluslardan (Türk, Kürt, Arap, Arnavut, Ermeni…) ve milliyetlerden insanların inanç ve öğreti tercihi olmuştur.

Doğal / ekolojik ve kominal yaşam olarak ifade edebileceğimiz Rıza Şehri, doğal yaşama dayalı doğal ve ortak bilinç, doğal yaşam merkezli demokratik yaşam ve örgütlülüğü esas almaktadır.

Rızalık şehrinin insanları, "toplum olmadan insan var olamaz, esas olan kişisel özerklik değil toplumsal özgürlüktür" şeklinde ifadesini bulan özgün toplumculuk her zaman Alevi yaşamın vazgeçilmezidir.

Alevilik inancı ve öğretisi, ulus üstü Rıza Şehri yaşam modeliyle, ideal insana ulaşma çabası ve kaygısını sürekli olarakbilincinde taşıyan kararlı bir inanç toplumudur.

Birleşik ve kominar yaşam arzuları, ulus üstü taleplerdir. "Yârin yanağından gayri her şeyimiz ortaktır" diyen bir yaşam felsefesi, milliyetçilik ve Kemalizm ideolojisi ile birbirine ters konumdadır.

Son süreçte bu ideoloji ile yüzleşme süreci özellikle Türkmen Alevilerinin ulus devlet kazanımlarının etkisinden ve olanaklarından uzaklaşmaları, demokratik toplum, farklılıklarımızla birlikte yaşam bilinçlerinin öne çıkması umut vericidir.

Halklar ve inançlar, demokratik gelecekleri için Kemalizm’le yüzleşme sürecini tamamlamak zorundadırlar.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU