Afrika edebiyatında toplumcu gerçekçilik

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Edebiyatta toplumcu gerçekçilik, daha çok işçi sınıfının maruz kaldığı eşitsizliği gündeme taşımanın yanı sıra eşitsizliğin müsebbibi olan iktidar yapılarının acımasızlığını da tartışmayı hedefler. 

Bu açıdan bakıldığında Siyah Afrika'nın sömürgecilik tecrübesi de bu tarz eserlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. 

Sömürge sisteminin ayrıştırıcı [segregation] politikaları sonucu özellikle siyahların hareket alanı daraltılmış, mülksüzleştirilmişlerdir.

Sadece toprakların ve tebaanın himayesi değil, aynı zamanda muazzam bir iş gücü sömürüsü ondokuzuncu ve yirminci yüzyılda çıkan yasalarla perçinleşmiştir. 

Güney Afrika'da 1896 yılında yürürlüğe giren geçiş yasaları siyahların bir yerden başka yere geçişini izne tabi kılmıştı. Bir yaka kartı taşımak zorunluluğu getirilmişti. 

Güney Afrika tarihçisi Michael Savage yirminci yüzyılda Güney Afrika'da uygulanan geçiş yasalarının 1916-1984 döneminde on sekiz milyondan fazla Afrikalının geçiş yasaları ve göç kontrol düzenlemeleri kapsamında tutuklandığını ya da kovuşturulduğunu yazar.
 

Michael Savage.jpg
Michael Savage / Fotoğraf: UKZN


Rakamın boyutunun "geçiş yasalarının Afrika nüfusunun hareket özgürlüğünü kontrol etmek" ve "hem kentsel hem de kırsal alanlarda iş gücü piyasalarına erişimlerini sınırlandırmak" olduğunu söyleyen Savage, geçiş yasalarının yüzyılın ilk yarısında beyazlara iş gücü sağlamak amacıyla yürürlükte olduğuna dikkat çeker.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra ise durumun çok değiştiği görülür.
 

Christopher Heywood.jpg
Christopher Heywood / Fotoğraf: Stellenbosch


Christopher Heywood ise geçiş yasalarının siyah işçiler için köleliğin sembolü olduğunu hatırlatır.

Apartheid rejiminde yasanın kapsamı genişlese de siyahların en başından beri bu sert uygulamaya mahkûm olduğunu belirtmeliyim. 

Gençliğinde madenlerde çalışan R. R. R. Dhlomo'nun öykülerinde sınıf çatışması belirgin biçimlerde ortaya çıkar.

Madenlerde yaşanan gerginliği, trajik baskıyı aktaran Dhlomo, Afrika edebiyatında ilk kez işçi meselesini sınıfsal bir analiz gibi sunar.
 

R. R. R. Dhlomo.jpg
R. R. R. Dhlomo


Gerçekçi çizgisiyle toplumsal ve kaotik bir meseleyi konu edinen metinlerin teması, yine Güney Afrikalı Peter Abraham'ın Mine Boy [Madenci Çocuk] romanında yeniden gündeme gelir ve bu tematik çizgi Senegalli romancı, yönetmen Ousmane Sembene'nin romanlarında bilinçli Marksist bir estetik görünüm olarak devam eder.

Dhlomo'nun maden öyküleri kendi döneminin öncü metinleri olup, tarihsel ve belgesel özelliğini bugün de korumaktadır.

Dhlomo'nun en çarpıcı öyküsü "Juwawa" maden işçilerinin trajik durumunu anlatır:

Yeraltında neler olabileceğini asla söyleyemezsin. Bir dakika öncesinde bir ev kadar güvenli olan yer, sonrasında lanet olası şey kulaklarının dibinde darmadağın olur- ölmediysen, diri diri gömülürsün, her iki durumda da okkanın altına giriyorsun!


Altın madenlerinin işleyişi hakkında bize bilgiler de veren "Juwawa", "usta ve zekice" anlatı stratejisiyle de dikkate değer.

"Juwawa", Güney Afrika'da dönemin Beyaz azınlığının ırkçı söylemlerini tersyüz etmeyi başarır. 

Güney Afrikalı şair ve akademisyen, entelektüel Mbulelo Mzamane, Dhlomo'daki "sert ve acı ironik yapının sömürü ve baskıyı resmettiğini" söyler ve metnin ürettiği "sınıf bilincinin Afrika'nın kurtuluş mücadelesinin de öncüsü olduğunu" iddia eder.
 

Peter Abrahams.jpg
Peter Abrahams / Fotoğraf: Wikipedia


Peter Abrahams ise, bir süre gönüllü olarak Londra'da sürgün yaşamıştır. Dönemin Komünist gazetesi Daily Worker'de çalışan Abrahams, sosyal meseleleri, ayrımcılığı, siyasi sorunları eserlerinde yansıtır.

Siyah Güney Afrika'nın ilk modern romanı olarak anılan Mine Boy 1946 yılında yayımlandı.

Belki ilk kez kapsamlı olarak siyah bir Afrikalının tecrübesi aktarılır; maden ocağında çalışan işçilerin yüzleştiği ayrımcılık politikasını, kişisel deneyimleri gerçekçi bir bakış açısıyla aktarır Abrahams.

Mine Boy, romanın ana kişisi Xuma'nın gerek maden ocağında gerekse yaşadığı Malay Kampı'nda karşılaştığı zorluklar ve uyum mücadelesini anlatır. 
 


Kırsal kesimden Johannesburg'a çalışmaya gelen Xuma'nın "madenci çocuk" olarak çağrılmasında da yine ırkçı bir temayül vardır, zira "delikanlı, çocuk" olmak aslında statü olarak beyazların altında olmak demekti.

Xuma gelir gelmez salaş evlerden oluşan Malay Kampı bölgesine yerleşir. Yasadışı alkol satan bir kadının evinde kalmaya başlar.

Öğretmenlik yapan Eliza ile tanışır, Xuma kendisini ona yakın hissetse de Eliza onu reddeder.

Yanlış olan bir şey var bende. Beyaz insanlar gibi olmak istiyorum ve gittikleri yerlere gitmek ve yaptıkları şeyleri yapmak. Oysa ben siyahım. Yapamıyorum. İçimde siyah değilim, siyah olmak istemiyorum. Onlar gibi olmak istiyorum, anlıyor musun Xuma?


Siyahların ve melezlerin yaşadığı bölgede sürekli devriye gezen polisler, önüne geleni durdurup hesap sorabilir, çoğu zaman siyah polisleri küçük rüşvetlerle atlatır orada yaşayanlar.

Xuma'ya refakat eden Johannes, kendisini çalışacağı maden ocağına götürür. Onları karşılayan beyaz adama bilgi verir.

"Yeni birisi var!" dedi Johannes. 

"Senin ekipten." 

"Hayır, Kırmızılı için, Patron çocuğu."

"Kırmızılı henüz gelmedi."

"Benim beyaz adamın söylediği o zaman." 

"Patronunu diyorsun." 

"Benim beyaz adamım." 


Romanın başka yerinde Xuma'yı anlatırken patronu beyaz adam Paddy, "Henüz insan değil, sadece maden çocuğu. Kız arkadaşı insan ama onu anlayamaz" ifadelerini kullanır.

Xuma bir yandan yaşamını paylaştığı insanlara, çevreye alışırken öte yandan iş ortamına, şehre adapte olmaya çalışır.

Mahallede ardı ardına yaşanan cinayetlerden sonra kız arkadaşı Eliza, Xuma'yı terk eder. İzinsiz alkol satmaktan ev sahibi tutuklanınca Xuma, demoralize olur.

İşyerinde patronu Paddy, onun öfkeli halini anlamaya çalışırken, aralarındaki diyalog çok çarpıcıdır:

'Beni anladığını söylüyorsun' dedi Xuma, 'Ancak nasıl? Sen beyaz bir adamsın. Sen geçiş kartı taşımıyorsun. Nereye istersen gidiyorsun. ‘Hadi dışarı, sadece beyazlar' derken ne hissedildiğini bilmiyorsun… Johannes benim gibi siyah. Eliza'nın beni beyaz adam için terk ettiğini biliyor, ayıkken yüreğinde koca bir mutsuzluk vardır, çünkü o bunları biliyor.'

'Benim içimde de her zaman büyük mutsuzluk vardır.'

'Sen beyazsın.'

'Önce insanım. Senin de önce insan, sonra siyah olmanı istiyorum.'


Roman, madencilerin greviyle biter, Xuma'nın patron beyaz adam Paddy'in işçileri için mücadele ederken yakalanması, Xuma'ya önce insan olmanın ne demek olduğunu fark ettirir.

Romanda sınıfsal bilinç, tüm diğer ayrımcılığın üzerine çıkar; aslında Abrahams, esas davanın insani emek davası olduğunu vurgulayarak evrensel ve insancıl bir çözüm önerir.

Sınıf bilincinin oluşumu ve sınıfsal mücadelenin yer bulduğu romanda Abrahams bilinçli olarak ırkçı çekişmeyi ideolojik bir zemine çeker, tam da burada toplumcu gerçekçi algı devreye girer. 
 


Sembene Ousmane'nın 1960 yılında yayımladığı God's Bits of Wood [Tanrının Sopaları] romanı, gerçek anlamda bir işçi romanıdır; kurgusu ve betimlemeleriyle bir Elizabeth Gaskell kadar başarılıdır.

İşçi meselesi sömürgecilikle birlikte farklı bir biçim almaktadır. İşçilerin başkaldırışı, ücretlerdeki adaletsizlik, alt-üst ayrımları, patron işçi ilişkisinin ardında beyaz adamın siyaha bakışı, ırkçı yaklaşımı yatmaktadır. 

Ousmene'nın bu romanı sömürgeci sistemin işçileri nasıl sömürdüğünü anlatır. Dakar Demiryolu işçilerinin 1947-1948 tarihlerindeki grevini anlatan roman, tarihi gerçekliğin yanı sıra sömürgeci iktidarın yaklaşımlarını da anlatır.

Romanda kadının önemli rolü vardır, belki ilk kez siyah kadının da katılımcı olduğu ortak bir hareketten bahsedebiliriz.

Grev sırasındaki konuşmalar, olayın nedeninin nasıl ırkçı bir dayatmadan ileri geldiğini yeterince gösterir:

Bizler beyazlarla aynı işi yapan kişileriz. Neden onlara daha fazla maaş almalıdır? Çünkü onlar beyazlar. Hastalandıklarında neden tedavi edilmeliler ki, biz ailemizle açlığa mahkumken. Çünkü biz siyahız... Hangi durumda beyaz bir işçi siyahtan daha değerlidir. Bizlere aynı haklara sahip olduğumuzu söylerler, ancak bu bir yalan, sadece bir yalan. Ancak çalıştırdığımız makineler gerçeği söyleyebilirler.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU