Macron'un değişmeyen kolonyal refleksleri

Sare Şanlı, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un son Afrika turu, Paris’in kıtada hızla daralan nüfuz alanını toparlama çabasının yeni bir işareti oldu. Mauritius ile başlayan ve Güney Afrika’daki G20 Zirvesi’nin ardından Gabon ve Angola’ya uzanan diplomasi trafiği, Fransa’nın Afrika’da kaybettiği zemini geri kazanmak için manevra arayışında olduğunu gösteriyor. 

Macron tur boyunca, Fransa’nın Afrika ile ilişkilerini “eşit, modern ve iddialı bir ortaklık” temelinde yeniden kurmak istediği mesajını verdi. Ancak 2027’de görevi sona erecek olan Macron’un söylemleri ile izlediği pratikler arasındaki uçurum giderek büyüyor. Göreve ilk geldiği yıllarda Benin’den çalınan bazı eserleri iade etmek gibi sembolik jestlerde bulunsa da Fransa’nın kolonyal reflekslerinden uzaklaşamadı. 2017’de Burkina Faso’da gençlerle buluştuğunda “Afrikalılara ne yapmaları gerektiğini söyleyen bir jenerasyondan gelmiyorum” diyen Macron, birkaç yıl sonra Afrikalı liderlere “Fransa’ya teşekkür etmeyi unuttuklarını” hatırlatmaya başladı.

Mayotte adasını vuran kasırga sonrası yakınlarını kaybeden ada halkını ziyaretinde sarfettiği “Fransa’nın parçası olduğunuz için şükredin, yoksa durum yüz kat daha kötü olurdu” sözleri, kıtaya bakışının kendisinden önceki Fransız liderlerden farklı olmadığını ortaya koydu. Sahel’deki müdahaleler, Nijer ve Çad üzerinden yürüyen güç politikaları ve uranyum merkezli ilişkiler neokolonyalizme dair eleştirileri daha da güçlendirdi.

Madagaskar operasyonu iddiaları

En son Madagaskar’da yaşananlar, Paris’in Afrika’daki tepkilerinin aslında hiç değişmediğini gösteriyor. Mauritius ziyaretinde Macron, Madagaskar’ın demokratik “geçiş sürecine” destek verdiklerini ve Madagaskar halkının yanında olduklarını ifade etti. Fakat konuşulanlarla gerçekler arasında fark var.

Yerel kaynaklar ve bölge medyası, Fransız vatandaşı olan Rajoelina'nın bir Fransız askerî uçağıyla Antananarivo'dan çıkarıldığını aktarırken, bu operasyon Fransa tarafından kamuoyuna 'Madagaskar'ın demokratik sürecini koruma' başlığıyla sunuldu. Oysa Fransa'nın demokratik kaygılarla değil de Rajoelina'nın 'Fransa'daki yüksek düzeyli siyasetçilerle ilişkilerine dair yasadışı ödemeler ve gizli anlaşmaları ifşa edeceğim' tehdidinden duyduğu korkuyla harekete geçtiği iddiaları mevcut. Bu iddialar Paris'in 'şeffaf diplomasi' söylemleri ile kapalı kapılar ardındaki gizli müdahale pratikleri arasındaki çelişkiye dikkat çekiyor. 

Peki, Fransa'nın bu 'değişmeyen reflekslerinin' kökü nereye dayanıyor? Cevap, bağımsızlık sürecinde masa altından uzatılan anlaşmalarda ve sonrasında kurulan sistemde yatıyor.

Bağımsızlık sonrası Fransa Afrika ilişkileri

1960’lara doğru Sömürgeci Fransa, Afrika’daki kolonilerini 'ya Fransa'nın himayesinde kalırsınız ya da bir ekonomik çöküşle yüzleşirsiniz' ikilemiyle baş başa bıraktı. Çoğu ülke bu şantaj karşısında direnç gösteremeyerek Fransa'nın dayattığı anlaşmaları imzalamak zorunda kaldı.  Anlaşmalar çoğu ülkede Fransız ordusuna müdahale yetkisi, Paris’e hammaddelerin ilk alım hakkı ve fiyat belirleme, doğal kaynakların çıkarılmasında öncelik ve bankacılık ile mali denetimde üst otorite gibi ayrıcalıklar tanıyordu. Fransız yönetimi, bayrağı gönderden indirse de sistemi yerinde bırakıyordu.

Fransa'nın dayatmasına karşı çıkan ve gerçek bağımsızlık isteyen Gine'nin lideri Ahmed Sekou Touré, bu cesur talebin bedelini tam anlamıyla bir temizlik operasyonu olan “Operasyon Persil” ile ödedi. Gine’deki tüm idari dokümanlar, telefon santralleri, okul ekipmanları ve altyapılar kasıtlı olarak yok edildi veya Fransa tarafından geri çekildi; ülke ekonomik olarak çökertildi. Bu şiddetli ceza, tüm diğer sömürgelere verilmiş bir gözdağı oldu. Böylece diğer ülkeler bağımsızlıklarını ilan etse de hem ekonomik hem de askerî açıdan Fransa’ya bağlı kaldı. 

Fransa’nın kurduğu sistem, sömürgeciliği modern araçlarla sürdürmek ve Fransa’yı güçlendirmek üzerine tasarlanmıştı. 

CFA frangı ile sağlanan ekonomik bağlar bu sistemin temel taşlarından biriydi. Döviz rezervleri Paris’te tutuluyor, para politikası Fransa tarafından kontrol ediliyordu; yerel merkez bankaları sembolikti ve CFA frangının yüksek değeri yerel üretimi öldürerek Afrika ülkelerini Fransa’ya bağımlı hâle getiriyordu.

Fransa, yardımlarını piyasayı kontrol etmek ve yerel ekonomiyi Fransız sistemine bağımlı kılmak için kullanıyordu. Yardım alan ülke Fransız ürünlerini satın almaya mecbur bırakılıyor, Fransız mühendis çalıştırıyor ve Fransız teknolojisini kullanıyordu. Yerel üretici Fransız ürünleriyle rekabet edemiyor, bu da bağımlılığı pekiştiriyordu.

Foccart sistemi, siyasi ve askeri kontrol

Paris, Afrikalı elitler arasından seçtiği ve eğittiği “dost liderler” sayesinde eski kolonilerini siyasi ve askerî açıdan kontrol etmeye devam etti. Öngörülebilir ve güven veren lider dost, itiraz eden veya risk arz eden lider ise tehdit olarak tanımlandı. Bu sistemin mimarı Jacques Foccart, Afrika’yı direkt yönetmese de kimlerin yöneteceğini belirledi. Charles De Gaulle’a doğrudan bağlı Cellule Africaine(Afrika Birimi) ile istihbarat sistemini kurdu; liderlerin adım adım ne yaptığı, kimlerin darbe yapabileceği, kimlere karşı hangi kozların kullanılabileceği raporlandı. 

Fransa, çıkarlarına ters düşen liderleri darbeler ve gizli operasyonlarla devirdi; yerine Fransa yanlısı liderleri getirdi. Bu liderleri koruma ve bölgeyi denetim altında tutma gerekçesiyle, eski sömürgelerinde askeri üslerini daimî hale getirdi. Senegal'den Cibuti'ye, Fildişi Sahili'nden Çad'a uzanan bu üsler, Fransa'ya yalnızca müdahale yetkisi vermekle kalmadı, aynı zamanda iktidardaki yerel liderlere 'koruma' adı altında doğrudan bir baskı aracı olarak hizmet etti. Ayrılırken bu üsleri stratejik noktalara, kaynakların dibine veya başkanlık saraylarına yakın kurarak kontrolü bırakmadı ve başkanları yakından takip etti.

Foccart sisteminin günümüzde farklı isimlerle, eski askerler, istihbaratçılar ve şirket lobileri aracılığıyla sürdürüldüğü bu yapı, 'Françafrique' olarak adlandırılan resmi diplomasi, askeri anlaşmalar, şirket çıkarları ve yolsuzlukların iç içe geçtiği sıkı bir ağdır.

İşte bu ağ sayesinde Fransa, eski sömürgelerini siyasi, askeri ve ekonomik açıdan kontrol etti, on yıllar boyunca ucuz uranyum, kakao ve diğer hammaddelerin tadını çıkardı. Bugün ise uranyum için Nijer’e para ödemek zorunda olduğundan panik hâlinde. 

Françafrique’in kırılma noktaları Mali, Burkina Faso ve Nijer’deki darbelerle ortaya çıktı. Bu askeri müdahalelerin elbette ülke içi yönetim hataları, güvenlik zafiyetleri ve sosyo-ekonomik krizler gibi karmaşık iç dinamikleri vardı. Ancak olayların patlama noktasına ulaşması ve halk desteği bulması, temelde Fransa'nın on yıllardır desteklediği, meşruiyetini yitirmiş rejimlere ve dayattığı ekonomik-siyasi sisteme karşı biriken kitlesel öfkenin sonucuydu. 

Fransa’nın Afrika’da daralan manevra alanı

Bugün Sahel’deki eski kolonilerinde nüfuz alanını kaybeden Fransa, bu ülkelerde bilhassa Türkiye’nin hızlı ve derin bir yükseliş kaydetmesinin endişesini yaşıyor. 

Bir zamanlar Fransa’nın sarsılmaz ekonomik etkisinin sembolü olan CFA frangı bile terk ediliyor. Burkina Faso lideri İbrahim Traoré ve Senegal Devlet Başkanı Bassirou Diomaye Faye gibi isimlerin Fransa hakkındaki cesur söylemleri sosyal medyada ve sokaklarda yankı buluyor. Fransız şirketleri de halkın öfkesinden nasibini alıyor; Total Enerji gibi devler boykot ediliyor, protestoların hedefi oluyor.

Artık karşımızda, dış güçlerin ezberlerini bozan, kendi yönünü çizebilen bir Afrika var. Halklar politik açıdan bilinçli, bilgi akışı hızlı ve genç nüfus ulusalcı bir bilinçle hareket ediyor. Afrika ülkeleri tek bir büyük güç tarafından yönlendirilmiyor, yeni aktörlerin rekabet ettiği çok merkezli bir jeopolitik düzene sahne oluyor.

Dolayısıyla kıtada değişen güç dengeleri, Fransa’yı zorunlu olarak rota değiştirmeye ve eski kolonyal alanların dışına taşmaya itiyor. Bu strateji ile yıpranan imajını tamir etmeye çalışan Fransa, Nijerya, Kenya, Gana ve Angola ile ticari ilişkilerini geliştiriyor ve yatırımlarını artırıyor. 

Ancak bu ülkelere yönelik ekonomik hamleleri ticaret ve yatırımla bağımlılık zincirleri kurma çabası olarak okunuyor.

Nitekim Benin’deki askerî darbe girişiminin hemen ardından Macron’un Nijerya Başkanı Tinubu ile görüşüp “Buna kimse seyirci kalamaz” diyerek bölgesel ortaklara çağrı yapması, Paris’in hâlâ bölgeyi doğal müdahale alanı olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

Fransa bugün kıtada güç kaybetmiş olsa da çok sayıda ülkede askeri varlığı, büyük şirketleri ve milyarlarca dolarlık yatırımlarıyla önemli bir aktör. 

Paris’in asıl rahatsızlığı, bir zamanlar tartışmasız şekilde elinde bulundurduğu 19. yüzyıl gücünü artık sürdürememesi.

Çünkü Afrika eski Afrika değil. Afrikalı liderler ve halklar, Fransa'nın tüm 'eşitlikçi' söylemlere rağmen sömürgeci yaklaşımından vazgeçmediğini görecek politik olgunluğa erişti. Ellerindeki mürekkep lekelerini temizlemeden Afrika defterinde 'yeni sayfalar' açmaya çalışan Fransa bunu başarmakta zorlanıyor. Eski reflekslerini korudukça yeni çok kutuplu Afrika düzeninde manevra alanı daralıyor. 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU