Katolik Kilisesinin bahçesine binlerce çocuğu neden gizlice gömdüler?

Gürbüz Evren, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

New York Post gazetesinde önceki gün (8 Aralık 2025) çok ilginç bir haber vardı.

Haber özetle şöyle diyordu: “New York’taki Roma Katolik Kilisesi ile 1300 istismar mağduru, çocuk istismarı iddialarını çözmek amacıyla arabuluculuk sürecine giriyor. Bu durum, ABD’de bir Başpiskoposluk tarafından ödenecek en yüksek tazminatlardan biriyle sonuçlanabilir.”

Haberin içeriğini okuyunca Katolik Kilisesinin adının karıştığı birçok kötü olayı ve skandalı anımsadım.

Bunlardan biri de Kanada’da, 2021 yılında kiliselerin bahçelerinde ortaya çıkarılan ve içinde binlerce çocuğun bulunduğu toplu mezarlardı.

Mezarlara gömülü olanlar ise Kanada Kızılderililerinin çocuklarıydı. 

Bu gerçek, Kanada’ya gelen Avrupalıların, yerli kültürünü yok etmek ve Hristiyanlığı yaymak için neler yaptıklarının somut göstergesi olarak karşımızda duruyor. 

Katliamın başlangıcı, Kanada’da, 1820’de Katolik kilisesine bağlı yatılı okulların kurulmasına kadar uzanıyor. 

Bu okulların resmilik kazanması ise önce 1876, ardından da 1892 yıllarında çıkarılan iki yasa ile olmuştu. 

Dönemin Kanada Hükümeti ve Kilise vahşi, barbar, dinsiz, putperest olarak nitelendirdiği yerli kabilelerini ıslah etmenin yolunun, onların Hristiyanlığı seçmeleri ve kültürlerini unutmalarından geçtiğine inanıyordu. 

Ama asıl hedef, yerlilerin topraklarına el koymak, beyazların ilerleyişi önündeki en önemli engeli kaldırmaktı. 

Bunun için yerli çocukların ailelerinden zorla da olsa alınarak, kilisenin yatılı okullarına getirilmesi gerekiyordu. 

Okullarda hedef, “5-18 yaş aralığındaki bu çocukların içindeki Kızılderili’yi öldürmek ve beyazların çoğunlukta olduğu topluluklara entegre olabilmelerini sağlamak” şeklinde belirlenmişti. 

Dönemin Kızılderili İşleri Bakanlığı, söz konusu okulların kurulması, sayılarının hızla artması için her türlü kolaylığı sağladı. 

Bakanlığın politikası sayesinde, yaklaşık 150 bin yerli çocuğu bu okullardan geçti. 

Bunlardan yaklaşık 50 bini öldü ya da öldürüldü. 

Ölenlerin büyük bölümü de kayıtlara ‘kayıp’ ve ‘kaçak’ ibareleriyle not edildi.

Kilise okullarına yeni getirilen çocukların önce geleneksel kıyafetleri çıkartılıp beyaz elbise giydiriliyor, saçları kesiliyor, isimleri değiştirilip numara veriliyor, aralarında kendi dillerini konuşmaları yasaklanıyor, konuşmaya devam edenler de cezalandırılıyordu. 

Günün belli saatlerinde din ve dil dersi verilen çocuklar, daha sonra mandıra, bahçe ve tarla işlerinde en ağır koşullarda çalıştırılıyordu. 

Yeterince beslenemeyen, sık sık hasta olan çocuklardan bazıları bu zor şartlardan kaçmaya çalışıyordu. 

Ama yakalananlar diğerlerine örnek olsun diye en ağır şekilde cezalandırılıp, kırbaçlanıyordu. 

Yaşı büyük kimi çocuklar ise aç bırakılarak ölüme terk ediliyordu. 

Adı okul olan bu yerlerde çocuklar, kilise mensuplarının her türlü kötü muamelesine, cinsel tacize ve işkencelere maruz kalıyorlardı. Kısırlaştırma da yaygın bir şekilde uygulanıyordu. 

Kilise görevlilerinin tecavüzleri soncu hamile kalanların çocukları öldürülüyordu. 

Belgelere geçmiş şahitliklere göre, çocuklar, sadece açlıktan değil kışın ısıtılmayan yatakhanelerde uykularında donarak ölüyordu. 

Bazı çocukların da çıkan yangınlarda öldüğü kayıtlara not düşülmüştü. 

Ailelerinde ayrılmış çocukların, beyazların kültürünü, dinini ve dilini öğrenerek, kendi kökenlerinden tamamen kopması istenirken, yaşadıkları psikolojik travmalar, gelecekte kişisel bozukları olan bireylere dönüşmelerine yol açıyordu. 

Daha sonra 1920 yılında yasada yapılan bir düzeltme ile yerli çocukların senede 10 ay kilisenin yatılı okulunda kalması zorunlu kılındı, 2 ay da izinli olmasına izin verildi. 

Zaman içinde yerlilerin tepkilerinin artmasını önlemek için de 1945 yılında yeni bir yasayla, çocuklarını kilisenin yatılı okullarına göndermeyen ailelerin maddi yardımları iptal edilerek ağır bir asimilasyon baskısı kuruldu. 

Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’dan kaçan Nazi doktorların, bu okullardaki çocuklar üzerinde deneyler yapmalarına izin verildi. 

Bazı mikrop türleri bulaştırılarak, çocuklar üzerindeki etkiler araştırıldı.   

Nihayet 1960’lı yılların sonuna gelindiğinde, okullara ilişkin gerçeklerin kamuoyuna yansımasıyla birlikte tartışmalar başladı. 

Hükümet ile kilise anlaşarak, 1969 yılında bazı yatılı okulların kapatılmasına karar verdi. 

Ancak iyi eğitim sağladığı iddia edilen kimi okullar ise 1990 yılına kadar açık kaldı. 

Okulların resmi olarak kapatılması 1997 yılında alınan bir kararla gerçekleşti. 

Kilisenin yatılı okullarındaki asimilasyon katliamını ortaya çıkaran ise Katolik Rahip Kevin Daniel Annett olmuştur. 

Rahip Annett, okullarda kalmış birçok yerliyi tanıyordu ve onlardan yaşananları dinlemişti. 

Konuya ilişkin bir doktora tezi yazmaya karar veren Annett, görgü tanıklarının ifadelerini toplayarak büyük bir arşiv oluşturdu. 

Annett, 1995 yılının Nisan ayında bir basın toplantısı düzenleyerek, yerli katliamını gündeme getirdi. 

Kamuoyunda büyük etki yaratan haberin ardından, rahip Annett’in kilisedeki görevine son verildi. 

Resmi makamlar ve kilise yetkilileri bununla da kalmadı, Kevin Daniel Annett hakkında deli raporu düzenlettiler. 

Rapora imza atmak istemeyen iki doktor ise Kanada’yı terk etmeye ve İngiltere ya da Fransa’ya yerleşmeye zorlandı. 

Ailesiyle de bağları kopartılan rahip Annett, işin peşini bırakmadı ve konuya ilişkin kitaplar yazdı, belgeseller yaptı. 

Ayrıca kilisenin yatılı okullarında bulunmuş yerlilerin mahkemelere başvurup davalar açmalarına yardımcı oldu. 

Bunun için yaklaşık 15 avukattan oluşan bir adalet grubu kurdu. 

Annett’in ortaya çıktığı 1995’den 2001 yılına kadar geçen süreçte, konu tamamen Kanada kamuoyuna mal oldu. 

On binden fazla dava açıldı. 

Yaşananlara ilişkin ayrıntılar ortaya çıktıkça artan baskılara dayanamayan parlamento, olayları araştırmak için Mart 2007’de Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kurulmasına karar verdi. 

Komisyon, asimilasyon politikalarının kurbanlarını tek tek dinledi. 

Altı bin kişiyi dinlediğini, 4 bin sayfalık rapor hazırladığını ve bu okullarda hayatını kaybeden yaklaşık 50 bin çocuktan 5 bin 995’inin kimliğini tespit ettiğini duyurdu. 

Yaşananları da “Kültürel Soykırım” olarak tanımladı. 

Ortaya çıkan gerçeklere ve suçlamalara yanıt vermeye çalışan Kanada kilisesi ise hemen her açıklamasında, “Yatılı kilise okullarında yaşananlara ilişkin kendimizi savunmamıza bile izin verilmiyor. Bu okullarda çok iyi işler başarıldığı unutturuluyor” ifadelerini kullandı. 

Bu konuya devam edeceğiz. 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU