Türkiyeli Yahudilerle konuşmak (1)

Dr. Gökhan Çınkara, Independent Türkçe için yazdı

Çoğunlukla İsrail gündeminde öne çıkan siyasal gelişmeleri analiz etmeye çalışan yazılar kaleme alıyorum. Bu sefer bu durumu biraz zenginleştirmek ve hatta değiştirmek amacıyla analiz yazısından ziyade ilginizi çekecek bir röportaj gerçekleştirdim.

Esasında bu röportajları seri halde devam etmeyi düşünüyorum. Bu seriye "Türkiyeli Yahudilerle Konuşmak" ismini verdim. Büyük siyasi anlatıların gerisinde kişisel tecrübelerin, kültürel aidiyetlerin ve genel (millet) ve geniş (toplum) olana yaklaşımın önemli olduğunu düşünerek bu işe kalkıştım.

Türkiye içerisinde farklı etnik, dinsel ve kültürel geçmişleri olan insanlara ev sahipliği yapıyor. Bunlardan birisi de Türkiye Yahudi Cemaati. Ülkemizde yaşayan Yahudilerin ekseriyeti 1492 yılında İspanya'dan geldi.

İspanya'dan gelen Yahudilere Sefarad adı veriliyor. Sefaradların kendi aralarında konuştukları lisan ise Ladino veya Yahudi İspanyolcası olarak adlandırılıyor. İşte tam bu konularda çalışmaları bulunan ve Yahudi Cemaati'nin kültürel dönüşümüne kişisel tecrübeleriyle şahit olan Roz Kohen ile konuştum.

Okuyacağınız bu bölüm röportajın ilk kısmını oluşturuyor. Bu kısımda genel itibariyle Roz Kohen'in Türkiye'de 1960'lı yıllardaki Romaniyot ve Seferad Yahudisi olma deneyimini ele aldık.


- Sayın Roz Kohen, sizlerin ismini ilk kez duyacak okurlarımız için kendinizi tanıtabilir misiniz? Bunu yaparken geniş ailenizi, sizi şekillendiren toplumsal çevreyi ve zihninizi şekillendiren ilk kavramları belirtebilirseniz sevinirim.

1949 yılında İstanbul'un Şişhane semtinde dünyaya geldim. O yıllarda, Kuledibi, Şişhane, Tozkoparan, Asmalı Mescit ve Beyoğlu semtleri Türkiyeli Yahudilerin yasadığı mahallelerdi. Anne tarafım Hasköy kökenli, Baba tarafım ise Balkan Yahudilerinden olup, Osmanlı İmparatorluğu'nun Varna (Bulgaristan) ve Silivri'sinden 1900'lü yıllarda İstanbul'a gelmişler. Büyük bir ihtimalle Anadolu'nun Bizans kökenli Yahudileri (Romaniyot) olduklarını çok sonradan anladım ve bu konuyu öğrendim.

Annem ile babam 20'nci yüzyılın başlarında Osmanlı vatandaşları olarak doğmuşlardı. O sıralarda yaygın olan ve moda olan kısa bir süre Fransızca eğitim görmüşlerdi. Onlardan öğrendim ki cumhuriyetin ilanını büyük bir sevinçle karşılamışlar. Cumhuriyet öncesinde genel dış topluma (Türklere) fazlaca açılmamış olan Türkiyeli Yahudiler Balat Hasköy, Kuledibi, Kasımpaşa gibi mahallelerde birbirlerine yetecek şekilde yaşıyorlardı. Hatta ilginçtir Türkçeye bile fazla hâkim değillerdi.

Yüzyıllardır konuşulan İspanyol Yahudicesi (Ladino), Rumca, kısıtlı bir Fransızca günlük yaşantılarını yürütmelerine 1930'lu yıllara kadar yettiğini biliyorum. Annem ile babam Türkçeyi birbirleri ile tanıştıkları Atatürk döneminde kurulan Halkevi'nde öğrenmeye başlamışlar.

Şunu söylemek isterim, ailemin gelir seviyesi oldukça kısıtlıydı; fakat ona karşılık kültürel yaklaşımları çok geleceğe dönük ve açıktı. Çocukluğum evimizde 3 veya 4 lisana kulak misafiri olarak geçti: Yahudi İspanyolcası, Fransızca, Rumca, Türkçe derken okula başlayınca Musevi okulunda bu lisanlara bir miktar İbranice'de eklendi.

Hafta sonları Beyoğlu'nda yabancı film ve tiyatro seyrederek geçerdi. Radyoda Klasik Türk Müziği ve Batı Klasik Müziği dışında, Fransızca, İtalyanca İngilizce şarkılar dinlenirdi. 1950'li yıllarda oturduğumuz eski püskü apartmanda komşularımız çalışan öğretmen ve esnaflardan oluşuyordu. Annemin en büyük rüyası ben ve ablamı okutup meslek sahibi olmamızı görmekti.

İlkokul yıllarında her ne kadar ev içinde anne, baba ve aile yakınları Yahudi İspanyolcasını (Ladino) konuşmaya devam etti ise de biz genç nesil bu lisana karsı ilgimizi kaybetmeye başladık. Okul yıllarında ev içinde de Türkçe konuşmaya başladık.

İlk ve ortaokul hayatım oturduğumuz mahalle içindeki Musevi Lisesi'nde geçti. Orta okuldan sonra Robert College'a başvurdum lise öğretimine orada devam ettim.

Şişhanedeki Melek Apartmanı'ndan Arnavutköy'deki okula (Robert College) gidişimiz, alışageldiğimiz köşe başındaki okula gitmekten çok farklı bir serüvendi.

Her gün, zamanında Arnavutköy'e varabilmek için, sabah erkenden yola çıkardık. Önce Tünel'e yürür ve oradan Karaköy'e inip, Emirgan-Sirkeci veya Karaköy-Beşiktaş arkasından Sarıyer'e giden bir otobüse binmemiz gerekirdi.

Bazen de Tünel'den troleybüs veya otobüsle Okulda beyaz eldivenli İngilizce konuşan ahçıların elinden içli pilav ve kestane tatlılarını yerken; Boğaz'ın üstünde Amerikan hokeyi oynarken, akşam Melek Apartmanı'nda yorgun bacaklarını sürüyerek inen yaşlı fakir komşularımızın terlik tıkırtıları çocukluk anılarımızın bir yankısı olmaya devam ediyordu.

Yeni sınıf arkadaşlarımız, şehrin ve hatta ülkenin her bir köşesinden gelmiş, aileleri değişik kültürlerden oluşmuş çok çalışkan ve emelleriyle övünen kızlardı. Sabahları, kuş cıvıltıları dolu koruluğun içinden güvenle tepedeki okula yürür; Amerikalı öğretmenlerimizin ciddiyetle yürüttükleri sınıflara girerdik.

Artık kızınca elinde cetvelle üzerimize yürüyen ve sınıfı kontrol edemeyen yaşlı Fransızca hocalarımızın yerine yüksek dereceli, öğrenci psikolojisini çok iyi anlayan, arkadaş gördüğümüz öğretmenlerimiz vardı.

Musevi Lisesi'nde ve Kıblelizade Sokak'ta geçen yıllar, artık bizim değilmiş gibi görünür...

Bu semtlerden ayrılan Yahudiler de yavaş yavaş 60'lı yılların getirdiği değişikliklere ayak uydurmaya hazır bir nesil haline dönüşürken, bizimkiler büsbütün içlerine kapanır...

Yetişirken evde konuşulan klişe dolu Yahudi İspanyolcasını bildiğimizi hiç hatırlamıyoruz sanki. Kuledibi'ndeki Havra'ya giden tek babam kalmıştır. On beş yaşımda anneme artık Yom Kipur'da oruç tutmayacağımı, Hamursuz bayramlarında sadece hamursuz yemeyeceğimi ilan edince; annem, babama bildirmediğim sürece istediğimi yapabileceğimi söyler.
 

Roz Kohen'in gençlik yılları.jpg
Roz Kohen'in gençlik yılları

 

- Roz Hanım okuduğunuz dönemde Musevi Lisesi'nden ne gibi hatıralar zihninizde kaldı?

Musevi Lisesi'nde 1955-63 yılları arasında okudum. Özel okul olduğundan sınıflar 20 ile 40 kişi arasında idi. Okulda hem Musevi hem Müslüman öğretmenler vardı. Çoğumuz evlerimize yakın otururduk Okul binası şimdi Haliç Üniversitesi Şişhane Kampüsü oldu. Musevi Lisesi ise Ulus'a taşındı.

Okulun iyi talebelerinden idim. Müfettiş geldiği zaman her öğretmen beni tahtaya çağırırdı. Öğretmenlerin çoğu sıkı ve disiplinli idi. Cetvelle dolaşanlar, tokat-çimdik atanlar boldu. Avluda ip atlanır sek sek oynanırdı. Okul kızlı erkekli idi.


- Musevi Lisesi Yahudiliğinizi keşfetmenizde bir faktör oldu mu?

Biraz tersi gerçekleşti aslında. Zaten bir Yahudi ailesine doğmuşum. Maarifin (Milli Eğitim Bakanlığı) yönettiği bir okul olduğu için Yahudilik tam anlamıyla öğretilmiyordu. Biraz İbranice bir de çok üstünkörü din bilgisi dersleri mevcuttu. Öğrencilerin yüzde 99'u Yahudi idi. Ancak talebelerin arasında dine meraklı olanlar hafta sonları "Mahazikey Tora" (Tora'yı Güçlendirmek) adlı bir kurslara gidenler vardı ancak onlarla ilgilenmiyordum.


- Türkiye Yahudi Cemaati içerisinde toplumsal tabakalaşma mevcut muydu? Yani herhangi bir aileye ait olma veya sınıfsal pozisyon ayrıcalıklı kılıyor muydu diğerlerinden? 

Yahudi Cemaati içerisinde toplumsal tabakalaşma çok belirgindi: aileler arasında eğitim seviyesi ve gelir farkları cemaat mensupları arasında çok ayrıcalık yaratıyordu. Başta bunun sadece gelir seviyesi ilgili olduğunu değerlendirmiştim. Sonradan Bizans/Romaniyot Yahudisi ve Sefarad Yahudisi olmakla bağlantısı olduğunu düşünüyorum.

O zamanlar Asmalı Mescit veya Taksim'e doğru oturanlar Musevi Lisesi'ni beğenmeyip başka okullara gidiyordu. Genelde Musevi Lisesi'ni seçenler fakir Yahudilerdi. Bu durum ise bugün çok farklıdır. Her hâlükârda okul pek çok kıymetli öğrenci yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam etmektedir.

Özellikle o yıllarda bir de "Drahoma" olayı vardı. Geliri yüksek olmayan aileler çok dışında kalıyordu Yahudi toplumunun. Ben ve ailem de bu dışarıda kalanlardandık. Çünkü bizim gibi fakir ama eğitimsiz gördüklerimizi annem ve babam dışlıyordu. Yani parası olup kültürlü Yahudi Cemaati üyeleri bizimkileri beğenmezken, bizimkiler de kendilerini kültürsüz Yahudilere kıyasla üstün görüyorlardı.


- Roz Hanım Drahoma kavramını açar mısınız?

1960'lı yıllarda "Drahoma Olayı" zengin olmayan Yahudiler için çok stresli ve parası olmayan babalar arasinda utandırıcı bir olaydı. Babalar gelin olacak kızları için dayalı döşeli apartman katını alabilecek veya bir iş kuracak miktarda parayı (Drahoma) damat'a vermek zorunda idi. Bugünün şartlarında bu rakam 3 milyon TL'yi bulmaktadır. Bu fiyat damadın eğitimi, yakışıklılığı ve ailesinin zengiligi ile ilgili olarak artardı. 

Kimi kız babaları bu durumu önceden ilan ederdi: "yarım milyon dolar ve 2 araba 3 ev veriyorum" gibisinden taahhütlerle.

Parası olmayan bir akrabamız vardi. Kızı yüksek eğitimli ve gayet hoş birisiydi. Çıktığı damat adayı fiyatini bildirince baba utancından intihar etmişti.

Başka bir akraba gene biriyle ciddi bir ilişki yaşıyordu ama bu miktar bir parası da yoktu. Damat adayının başka biri ile evlendigini gazeteden ögrenmişti. Diğer yandan parasi olanlar durumdan çok memnundu çünkü istedikleri türden bir damat satın alabiliyorlardı.

Babam o yüzden ablamın doktor çıkmasına karşı çıkmıştı. Aklınca doktor olursa "Drahomasız" fakir ve cahil biri ile evlenmek istemeyecekti.

Sonuçta hem ben hem ablam Drahoma isteyen biri ile evlenmeyeceğimizi ifade ettik. Ben 20 yaşımda evden ayrıldım, ablam da doktor oldu ve Müslüman eniştemle evlendi. 

Bugün ise durum farklı. Kızların büyük bir kısmı eğitimli. Yanılmıyorsam ailenin iki tarafı da katkıda bulunuyor. Öyle zannediyorum. Zenginler arasında üstü kapalı da olsa birşeyler devam ediyordur. Bu konuşma ve pazarlıklar tam açığa çıkmazdı. Kulaktan kulağa duyulurdu. Parası olmayan Yahudi babalar için bu utanç verici bir durumdu.
 

Roz Kohen son çıkan kitaplarından birisinin tanıtımında.jpg
Roz Kohen, son çıkan kitaplarından birisinin tanıtımında


- Romaniyot (Bizans) veya Sefarad Yahudisi olmanın Türkiye Yahudi Cemaati'nde toplumsal tabakalaşmanın bir boyutu olduğunu ifade etmiştiniz bunu ayrıntılandırabilir misiniz?

Sefarad, İspanya'dan 1492 ve sonrası gelen Yahudiler için kullanılan bir terimdir ve Romaniyot ise Bizans ve öncesi devirlerde Anadolu'da yasayan Yahudiler için kullanılan kavramdır. Bu terimlerin konuşulmasına dair bir bilinç çocukluk hafızamda yer edinmiyor. Ancak şunu hatırlıyorum, 1992'de 500'ncü yıl kutlamaları sırasında Sefaradlar üzerine konuşuldu.

Bu konu ile de ilgilenince bizimkilerin Anadolu kökenli olduklarını anladım. Soyadları esasında bir miktar ele veriyordu. Anne tarafının soyadı "Romano" ve arkadaşlık ettikleri Yahudilerin çoğunda Rum soyadları oluşu dikkatimi çekmişti. Antikuni, Givre, Galimidi gibi. Yazdıkça da aile kültüründe bir İspanyol değil de Anadolu kalıntıları olduğu dikkatimi çekmeye başladı.

Hikayelerimde bunlara işaret ettim. Araştırmacılar Sefarad ve Romaniyotların ancak 1700'lerden sonra karıştığını yazıyor. Bu tarihten önce kültürel ve toplumsal farklılıklar yüzünden ayrı kaldıkları biliniyor. Sefaradlara gelince onlar meslek sahibi ve daha zenginlerdi.

Osmanlı yönetici elitleri ile daha haşır neşir bir ilişki kurmuşlardı. Romaniyotlar ise eğitimsiz, fakir ve özellikle İstanbul'un fethi sırasında bağlılıkları sanki yenilmiş olan Bizans'a idi. Bunları anladıkça neden fakir Yahudilerin zenginlerle tam kaynaşmadığını daha iyi anladığımı belirtmek isterim.

Atatürk'ün getirdiği toplumsal ve siyasal yenilikler bu kültürel ve sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırdı ama Drahoma sistemi ile Yahudi zenginleri statükolarını korumaya devam ettiler.


- Peki 1960'lardan 2000'lerin Türkiye'sine geldiğimiz vakit Yahudi Cemaati'ne hâkim olan temel dinsel, kültürel ve toplumsal eğilimleri nasıl değerlendirirsiniz?

Aslında Musevi Lisesi iyi eğitim vermeye devam etmektedir. Dinsel eğilime gelince uluslararası ve ABD menşeili Chabad kurumu devreye girmiştir.


- Yahudilikle alakalı sizin ve ailenizin okuduğu kitaplar nelerdi? Yahudilikle ilgili bilgileri nereden elde ediyordunuz?

Babam İbranice din kitaplarını okurdu ama bizlerle bunları paylaşmazdı. Aslında ben de bu konularla hiç ilgilenmiyordum. İsrail'de yaşadığım ilk yıllarda bir Reform Yahudiliğini merkeze alan Tora (Yahudi dini kutsal kitabı) derslerine girdim. Bu derslerde daha önce inanmaya meyilli olduğum Tora'nın esasında bir mit oluşu benim gözümde doğrulandı.

Bundan sonra sadece Yahudi tarihi ile ilgilendim, dinden kurumsal ve kültürel olarak iyice uzaklaştım. Ayrıca İsrail'de yaşadığım (1969-1975) dönemde şahit olduğum dindar Yahudi mutaassıp davranışları beni iyice bu konulardan uzaklaştırdı.


- 1960'ların Türkiyesinin İstanbulunda Yahudi olmak sizce kimlik düzeyinden bakıldığında dinsel mi yoksa etnik mi görünüyordu? Etrafta Yahudi olmaya dair milliyetçiliği veya dindarlığı besleyen yayınlarla, kurumlarla veya kişilerle karşılaşıyor muydunuz?

Kanaatimce o yıllarda kimlik etnik merkezli görünüyordu. Yahudi toplumu çok daha sonralari dışarıya açıldı ve kendini büyük topluma tanıtmak için çaba gösterdi. Etnik ve kültürel programlar hazırlanmaya başlandı. Müzeler kuruldu, Şalom gazetesi okuyucuları çoğaldı. İstanbul Yahudileri kültürlerini genel kamuoyuna anlatmaya başladı. Gençler arasında eğitimli olanlar çoğaldığından, türlü mesleklerde isimlerini duyurmaya başladılar.
 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU