Yeniden Kürtleri konuşmak zamanı...

Artık Kürtlerin adını ağıza almak çok zor, çok tehlikeli bir iş oldu, oylarını alanlar bile adlarını zoraki telaffuz ediyor. Tabii ki “Kürtler” diye aynı düşünce ve siyasal eğilimde olan tek bir kitle yok. Ama “Kürtler”, “Kürt vatandaşlarımızla derdimiz yok, onlar bizim kardeşimiz’ deyip kestirilip atılacak bir mevzu değil. Bu ülkede yaşayan Kürtlerin çoğu hangi siyasi görüşte olursa olsun, artık adlarıyla sanlarıyla anılmak istiyor. “İyi Kürtler” sınıfına girmek için yokmuş gibi sayılmaya razı olmak bu çağda olacak şey değil. Diğer taraftan, kim ne derse desin “Kötü Kürtler”in de siyasal bir ağırlığı, toplumsal bir derinliği var. Tüm bunların hepsine “Kürt meselesi” diyoruz ve hala işin içinden çıkmış değiliz. “Barış süreci” denilen umut kapısı kapandı. Sonrası malum, sonrası “dehşetengiz” bir sessizlik; “iktidar ittifakı”nın izlediği siyaset bu ama böylesi derde derman değil.

Daha kötüsü, muhalefet siyasetinin Kürtlerden bucak bucak kaçması,  muhalefetlerini sessizlerin sesi olmak değil, sessizliğin şansı üzerine kurması. Yok, haksızlık etmeyelim, bu ortam iktidar ittifakının ‘Kürtlere yakın duranı yakarım’ siyaseti üzerinden oluştu. Diğer taraftan, Kürtler adına siyaset yapanların, demokratik siyaset üretme konusundaki zaafları da bu değirmene az su taşımadı değil. Ama herkesin suçu bir diğerine atmasının kimseye faydası yok, bu ülkede Kürtler var, Kürt meselesi var ve her şeye rağmen bunu konuşmaktan imtina etmeyen bir muhalefet zeminine gerek var. Ancak bu zemini kurmanın yolu, HDP dışındaki muhalefetin katı milliyetçilik sultası ile baş edebilmesi. Bu ülkede milliyetçilik ve onun ikiz kardeşi ulusalcılık; kim Kürtlerin hak ve özgürlüklerine dair adım atarsa onu yıpratmak için sarıldıkları kolay siyaset aracı. Muhalefetin barış süreci esnasında, çorbaya tuz atmaktan kaçınmasının nedeni de bu, iktidar partisi ile ittifak etmeden önce MHP ile sıkı fıkı olmasının da izahı bu.

Tam da bu nedenle, iktidar ittifakının siyaset çizgisi değişince, muhalefettekiler “Neden barış sürecini devam ettirmiyorsunuz?” demediler, “Terörle mücadelede yanınızdayız” deyip milliyetçilikte yarış etmeye giriştiler. Milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması için oy verdiler, sonuç Kürt siyasetçilerin hapsi boylaması oldu, yine gık diyemediler. Bu arada CHP’li Muharrem İnce’nin hakkını yemeyelim, hem dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı oy kullandı, hem Başkanlık seçiminde aday olunca, onca baskıya rağmen Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde ziyarete gitti, yine de kimseye yaranamadı, CHP’nin solcusu, sağcısı kendi adayının aleyhine çalıştı, Kürt siyaseti o jestin hakkını vermedi, o da ayrı mevzu.  

Konuyu dağıtmayalım, mesele iktidar ittifakı dururken, CHP veya daha geniş bir muhalefet çevresine parmak sarmak değil, mesele Türkiye siyasetinde milliyetçilik/ulusalcılık sultasının ne kadar vahim ve önemli sonuçları olduğunu hatırlatmak. Bu sulta cesaretle sorgulanmadığı sürece sadece Kürt meselesinin çözümü değil, Türkiye’nin demokratikleşme imkanı da ufukta görünmeyecek. Unutmayalım, otoriter siyasetlerin vazgeçilmez dayanağı “dış düşman” ve “iç düşman” tehdit ve korkusudur. Aslında, otoriter siyasetlerin denklemi basittir; çoğunlukla dış düşman(lar) ile iç düşman(lar) işbirliği içinde görülür, hangi sorundan, hangi haktan, hangi özgürlükten bahsetseniz, “düşmanlar”ın ekmeğine yağ sürmekle itham edilip, yaftalanırsınız; sonuçta ya sesinizi kesersiniz, ya da başınıza bin bir bela gelir. Çıkış yolu, her şeyden önce cesaretle ve yüksek sesle “kimse beni ülkeme düşman ilan edemez” diyebilmek. Terörle, şiddetle işi olmayan “teröristlerle işbirliği” ithamından neden korkar? Hemen söyleyeyim, bu ülkede olmayan suçtan itham edilmek işten bile olmadığı için. Ama bu bir kısır döngü, bu kısır döngü değirmenini çeviren, suçlanmamak için konuşmamak. Tabii tek sorun bu değil, bir diğer sorun konuşacak meseleniz olması veya olmaması.

Halihazırda, muhalefet çevresi dediğimiz kesimde İYİ Parti’nin, Türkiye’nin geleceği konusunda iktidar ittifakı ile milliyetçilik yarıştırmanın dışında sözü yok. Diğer uçta Kürtlerin hak ve özgürlüklerine sahip çıkma iddiasında olanlar, Kürt siyasi çevresinin tabularının sınırları içinde konuşmaya azami dikkat ediyorlar. Evet, bunca baskı altında Kürt çevresini baş eleştiri konusu yapmak yakışık almaz, siyasi etiğe uymaz, ama tümüyle sorgulama dışında bırakmanın o çevreyi, ezberlerini tekrarlayıp içine kapamaktan başka sonuç vermiyor. CHP ise, tabii iki tek görüşün mutlak hakim olduğu bir muhalefet partisi değil, ama sorunu sadece iktidar bloku karşısında zora girmekten kaçınmak değil. CHP’nin hala Kürt meselesi konusunda, hatta Türkiye’nin geleceği konusunda nasıl bir tasavvura sahip olduğu belli değil. Ekonomik sorunları seslendirmek, daha önemlisi hukuk devletinin altını çizmek, kuşkusuz önemsiz değil, ama bu ülkenin, diğer pek çok sorununun temelini de oluşturan ana meselesi demokratikleşmek. CHP kendisine rağmen Türkiye siyasetinin önemli bir zemini ve bu ağırlıkta bir gelecek tasavvuru sunmak zorunda. Tabii geleceğimizi kurmak sadece o parti, bu çevre değil, bu ülkede yaşayan her birimizin cesaretine ve çabasına bağlı. 
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU