Göç anlaşmasından teşkilatlanmaya Avrupa'da Milli Görüş hareketi (2)

Aydın Enes Seydanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Milli Gazete

1972’de Brauschweig Camii adeta bir domino etkisi yaratmış ve çoğunlukla hemşerilik ilişkileri sayesinde birçok yeni cami kurulmaya başlamıştı.

Cemiyette aktif olan her bir cami cemaati, başka şehirlerde yaşayan diğer hemşerisini motive etmiş, bu durum Almanya’nın muhtelif şehirlerinde yeni camilerin kurulması noktasında önemli bir motivasyon oluşturmuştu.

Cemiyetlerin ve camilerin resmiyet kazanması için tüzükler elden ele dolaşıyor ve cami sayısı her geçen gün artıyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Her ne kadar önceki yazımızda Brauschweig Camii’nin gelecekteki Milli Görüş hareketinin ilk camisi olduğundan bahsetmiş olsak da burada bir alt paragraf açmakta fayda görüyoruz.

İlk camii olarak sembolleşen Brauschweig Camii’nin kuruluşundan önce 1967'de Berlin’de Türk Birliği çatısı altında bir cami kurulmuştu.

Kurucu başkanlığını Kayserili Ali Özdemir’in, imamlığını ise yine Kayserili Mustafa Sağlam’ın yaptığı bu cami, sonraları daha çok yankı uyandıracak Brauschweig Camii’nin kurulmasına da bir bakıma vesile olmuştu.

Zira Berlin’de kurulmuş olan bu caminin kurucu başkanı Ali Özdemir’in, Brauschweig Camii’nin tüzüğü ve caminin kurulmasının diğer aşamaları noktasında yardım ve teşviklerde bulunduğu bilinmekteydi. 
 

Necmettin Erbakan aa.jpg
Necmettin Erbakan / Fotoğraf: AA


Bu arada Türkiye'de Erbakan siyasi bir figür olarak Almanya’daki işçilerin dikkatini celp etmişti.

Ağır sanayi hamlesi, ahlak ve maneviyat diskurunun yeni kurulan bu cami cemiyetleri ve etrafında kümelenmiş insanlar için bir çekiciliği oluşmuştu.

Birbirinden bağımsız ama daima birbirleri ile iletişim halinde olan bu camilerin ilerde Milli Görüş hareketi çatısı altında birleşmesini ortaya çıkaracak önemli diğer bir etken ise Almanya'da daha o dönemde örgütlenmiş olan Süleymancılık hareketiydi.

Kurulan camiler arasında ilk olarak örgütlenen Süleymancılar… 

Erken dönemde bu birleşmenin en belirleyici faktörlerden biri Almanya'da İslam Kültür Merkezleri Derneği ismi altında örgütlenen Süleyman Hilmi Tunahan'ın taraftarları olmuştu.

Süleymancılık hareketinin hiyerarşik tarikat yapısı tabii olarak etkili bir çatı organizasyon kuran ilk kuruluş olmasını sağlamıştı.

Ancak asıl mesele, Süleymancıların hala diğer topluluklar tarafından bir tarikat, mistik bir birliktelik olarak algılanıyor olmasıydı.

Diğer bir deyişle, bütün Müslümanların bir temsilcisi olarak değil, spesifik bir manevi yönelime sahip bir grubun temsilcisi olarak kabul görmeleriydi.

Bu nedenle, her türlü gelenekten Müslümanlara açık bir dernek ihtiyacı doğmuştu.


Milli Görüş hareketi bu ilgiyi dini yönelim noktasında daha güçlü bir şekilde karşıladı.

Cami cemaatlerinin Türkiye'de bir siyasi partiye yönelmesinin iki temel sebebi vardı.

Söz konusu çatı kuruluş hem bir kimliğe bürünecek hem de bir muhataba sahip olacaktı.

Buna karşılık, Avrupa'daki kurulan ve tarikat çizgisinden farklı bir tavra sahip cemiyetlerden önemli bir grup Milli Görüş hareketine katıldı.

Siyasi bir partinin cami cemiyeti yapılarına sahip olması sadece Almanya için değil aynı zamanda Türkiye için de fenomenal bir durum ortaya çıkarmıştı.

Milli Görüş teşkilatları Eski Genel sekreteri Oğuz Üçüncü’nün de ifade ettiği gibi, siyasi bir parti nasıl olur da camilere sahip olabilir sorusu sürekli gündeme gelmekteydi.
 

Oğuz Üçüncü DW.jpg
Oğuz Üçüncü / Fotoğraf: DW


Bu dönemde Almanya’daki camilerin birbirlerinden bağımsız ve belli bir çatı altında toplanmamış olduğu vurgusuyla beraber Türkiye’den yapılan bazı ziyaretler ile farklı bir süreç içine girilmişti.

1971-1972 yılları arasında Almanya’da yaşamakta olan işçilerin belli dini konularla ilgili sorularını dönemin Diyanet İşleri Başkanı Lütfü Doğan’a göndermeye başladıkları görüldü.

Söz konusu soru-cevap ilişkisinin artmasıyla beraber Lütfü Doğan, Almanya’ya konferanslar vermek üzere davet edilmiş ve kendisinin bu cemaatlerle ilk etkileşimi başlamıştı.
 

Lütfü Doğan diyanet.jpg
Eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfü Doğan / Fotoğraf: diyanet.gov.tr


Almanya’ya bu konferanslar münasebetiyle sık sık seyahat eden Lütfü Doğan, belli bir süre sonra buradaki cemaatleri radikalleştirmek ile suçlanmış ve dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından görevden alınmıştı.

Her ne kadar görevinden alınmış olsa da Doğan’ın Almanya’daki camilerle iletişimi başlamış ve sonrasında da devam etmişti.

Lütfü Doğan sonra 1977’de MSP listesinden Erzurum senatörü, 1995’te RP’den, 1999’da FP’den Gümüşhane milletvekili seçildi.
 

Şevket Kazan aa.jpg
Şevket Kazan / Fotoğraf: AA


Öte yandan Almanya'daki bu cemiyetlerin, Milli Görüş ile ilişkisinin oluşmasının bir diğer ayağını Şevket Kazan oluşturmuştu.

1974 MSP-CHP koalisyon hükümeti döneminde Çalışma Bakanlığı yapan Şevket Kazan, Almanya’daki işçilerin sorunları ile ilgilenmek üzere Erbakan tarafından Almanya’ya gönderilmişti.

Hasan Damar ve arkadaşlarının Şevket Kazan’ı Almanya’da karşılaması ile iletişimin ikinci kanalı da bu sayede oluşmuş oldu.
 

Yavuz Çelik Karahan.jpg
Yavuz Çelik Karahan / Fotoğraf: adu.edu.tr


Söz konusu dönemde Almanya’daki camiler Türk İslam Birliği adı altında toplanmaktaydı. Milli Görüş’ün eski genel başkanlarından Yavuz Çelik Karahan’ın da aktardığı üzere bahsedilen bu ziyaretler Almanya’daki cemaatlerin Türkiye’deki Milli Görüş hareketine bağlanma sürecinin ilk filizleri idi. 

70'lerin sonuna gelindiğinde İslam dünyası büyük bir dönüşüm yaşamaktaydı.

1977 Seçimleri sonunda Pakistan iç savaşın eşiğine gelince darbeyle 5 Temmuz 1977'de Ziya Ül Hak seçimle yönetime gelen Zülfikar Ali Butto'yu devirmiş, ülkeyi şeriat hükümleri ile yönetmeye başlamıştı.

Akabinde 1979 İran İslam devrimi ve 1980 de Sovyetler Birliği'nin Afganistan'daki Marksist hükûmetin daveti üzerine Afganistan'a girerek, İslamcı mücahitlere karşı savaşma süreçleri ortaya çıkmıştı.

Milli Selamet Partisi'nin gençlik örgütü Akıncılar, özellikle İran İslam Devrimi sürecinden oldukça etkilenmiş ve bu bağlamda Türkiye’de benzer bir devrimin olabileceği fikri ortaya çıkmıştı.
 

Kudüs Mitingi.jpg
Kudüs Mitingi, 6 Eylül 1980 / Fotoğraf: Milli Gazete


İsrail parlamentosunun Kudüs'ü başkent ilan etmesi nedeniyle Konya'da 6 Eylül 1980 günü gerçekleşen Kudüs Mitingi'nde atılan sloganlar ve İstiklal Marşı okunurken katılımcıların bir kısmının yere oturması ülkede tepkilere neden olmuştu.

Mitingden 6 gün sonra 12 Eylül Askeri Darbesi gerçekleşmiş ve ordu ülke genelinde yönetime el koymuştu.
 

12 eylül aa.jpg
Fotoğraf: AA


Darbe sonrası kamu ve kuruluşlarında dönemin devlet yöneticilerinin emri ile anarşist ilan edilen 1,5 milyondan fazla kişi fişlendi, yüzbinlerce insan Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi ve onlarca insan asıldı.

Birçok kişinin işine son verildi, birçok gazeteci cezaevine girdi ve onlarca kişi işkence sırasında hayatını kaybetti.

Bütün kesimlere yapılan işkence, tutuklama ve baskılardan haliyle Müslümanlar da nasibini aldı ve bu süreçte MSP'nin gençlik örgütlenmesi Akıncılar’a mensup birçok isim Avrupa’ya kaçmak zorunda kaldı.

Türkiye’de 80 darbesi sonrası baskılar arttıkça, Almanya’da Müslümanlar daha keskin bir ideoloji benimser hale geldiler.

Darbe sonrası Almanya'ya gelen vaizlerin toplum üzerindeki etkisi büyüktü. İnsanlar daha "İslami bir hayat" benimseme adına evlerinden mobilyaları atıp, televizyonları imha etmeye başlıyorlardı.

Birçok kişi Avrupa içerisinde karizmatik hocaların salon programlarına katılabilmek için yüzlerce kilometre mesafe kat ediyordu.

Söz konusu hocaların vaaz kasetleri elden ele dolaşıyordu. Camiler artık Türk, Arap ve Afgan Müslümanlar için buluşma noktası haline dönüşmüş, ümmet bilinci pratiğe dökülmüştü. 
 

Dr. Yusuf Zeynelabidin.jpg
Dr. Yusuf Zeynel Abidin / Fotoğraf: Twitter


Dr. Yusuf Zeynel Abidin, Necmettin Erbakan tarafından teşkilatların genel başkanı olarak tavsiye edilmişti.

Dr. Yusuf Zeynel Abidin'in Avrupa'da Milli Görüş hareketinin ilk genel başkan olması altında yatan temel sebeplerden biri Arapça, Türkçe ve Almanca dillerine hâkim olması ve bununla birlikte Müslüman Kardeşler hareketi ile bağlantılı olmasıydı.

Afganistan'daki mücahitlerin liderleri Almanya'ya para toplamak üzere geldiklerinde, bu camiler onlar için uğrak bir mekan konumuna gelmişti ve Anadolu’nun kırsal bölgelerinden gelen göçmenler için, dünya siyasetindeki aktörlere de böylelikle bir araya gelme imkan ortaya çıkmıştı.
 

Dr. Yusuf Zeynel Abidin.jpg
Dr. Yusuf Zeynel Abidin / Fotoğraf: Twitter


Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Adana müftüsü olan Cemalettin Kaplan, 1977 senesinde MSP listesinden milletvekili adayı olmuş fakat seçilememişti.

1980 darbesi akabinde Kaplan, Almanya'ya geldi ve burada siyasi sığınma hakkı elde etti. 

Kaplan’ın Almanya’ya geliş sürecini biraz daha detaylandırmakta fayda var: O dönemde henüz İslam Merkezi adı altında toplanmış olan Milli Görüş Hareket’inin fetva kurulunun başında Ali Aslan bulunmaktaydı.

Ali Aslan, Hasan Damar ile olan çekişmesi ile bilinmekteydi. Daha sonraları cemaat içinde bir bölünmeye kapı aralayacak söylem ve faaliyetlerde bulunması cemaat mensuplarının Türkiye'den Cemalettin Kaplan’ın getirilmesi talebini doğurdu.
 

Cemalettin Kaplan.jpg
Cemalettin Kaplan / Fotoğraf: biyografya.com


Cemalettin Kaplan, yukarıda da belirttiğimiz gibi o dönemde Adana Müftüsü olan ve popülaritesi oldukça yüksek bir isimdi.

Ali Aslan olayını tabiri caizse bastırmak üzere geldiği Almanya’da cemaatin yeni fetva kurulu başkanı olmuştu.

İlerleyen süreçlerde yaptığı keskin yorumlar ve vermiş olduğu bazı fetvalarla gündeme gelmiş ve ön plana çıkmış bir isimdi.

Bu fetvalardan en çok bilineni ve akıllarda kalanı ise Ali Aslan'a yönelik fitne çıkaranın katlinin vacip olduğu fetvası idi.

Cemalettin Kaplan, Almanya’ya gelişinden sonraki süreçte İran İslam Devrim’inin etkilerini gözlemlemek amacı ile Hasan Damar ile İran’a seyahatler yapmaya başlamıştı.
 

Hasan Damar.jpeg
Hasan Damar / Fotoğraf: Twitter


Devrim, o dönemde dünya Müslümanları arasında büyük bir yankı uyandırmış, Amerika’ya rağmen yapılması dolayısıyla büyük sempati toplamıştı.

Öte yandan Humeyni’nin bariz bir biçimde şiacılık görüntüsü vermemesi ve  Ehl-i sünnet karşıtı söylemlerde açıkça bulunmaması bu sempatiyi daha da körüklemişti.

Tüm bu faktörlerin de bir araya gelmesiyle İran’a yaptığı ziyaretlerde oldukça hoş karşılanan Cemalettin Kaplan, bu durumdan büyük ölçüde etkilenmişti.

Bir yapılanmanın siyasi girişimlerle değil ancak tebliğ yolu ile olabileceğine kanaat getirmiş ve bunu sık sık dillendirmeye başlamıştı.

Sözün özü Kaplan, Almanya’daki o dönem İslam Merkezi (Islamisches Zentrum) adı altında toplanan cemaati içerisinde aynı etkiyi yaratabileceğine inanıyordu. 
 


Gün geçtikçe Kaplan’ın popülerliği artıyor, öyle ki, kürsü konuşmalarına takdim edilirken kendisinden “şarkın ve garbın âlimi” olarak bahsediliyordu. 

Bir dipnot olarak belirtmek gerekir ki Kaplan’ın Almanya’da kalıcı olmasını sağlayan isim Murat Bayrak olmuştu.

Hem Türkiye hem de Almanya'da kuvvetli ağı ve istihbari münasebetleri olan Bayrak, Cemalettin Kaplan’ın Almanya’da oturum almasında da etkili olduğu söylenmektedir.

Bir sonraki yazımızda Cemalettin Kaplan'ın Milli Görüş harketinden ayrılma sürecini ve kendisini 'Halife' ilan etmesi sürecini ele alacağız.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU