Aile, öjenik ve pandemi: Dünya ya kusarsa

Zeynel Karataş Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pixabay

İki ayrı dünyanın aynı zamanı yaşamasına şahitlik ediyoruz.

Kendini haklı, düne özenen, sayısal çokluğuna güvenen dünya…

Kendini güçlü, yarınlara sabırsız, niteliğin ötesine dokunan, varsılına güvenen dünya…

Boğuşarak yaşayanlar ile tadında yaşayanlar…

Bilin bakalım hangisi doğru ve siz hangi mahalledensiniz… 

Nüans farklılıkları üzerinde kurulu varlıklar âleminde “insanı” ayırmak gerekiyor.

“O” beyin/düşünce alanında ki gelişimi ile doğal hayata tam bağımlılıktan ayrışmış durumdadır.

Bu konum, insana eko-sistem içerisinde yer almasına karşın imtiyaz sağlamıştır.

İnsan, yaşam için elverişli olmayan yer ve koşullarda bile hayatına alan açabilmiştir.

“Doğal seçilimi” büyük oranda kontrolüne alarak olağan üstü bir nüfusa ulaşmıştır.

Bilinçlenen insan, nüfus artışını doğal üreme ile değil ortalama yaşam süresini uzatmayla gerçekleştirmektedir.

Yüzyıl içerisinde ortalama yaşam süresi yaklaşık yüzde 50 oranında artmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü'ne göre ortalama yaşam süresi 72 yılı aşmıştır. Bu rakam gelişmiş ülkelerde 80 yılın üzerine çıkmaktadır.  

Ortalama yaşam süresinin artması ile nüfusun ana gövdesini 40-60 yaş arası belirlemektedir.

Bu nüfusun birikim ve deneyimleri, başkalaşan sosyal bir yapının oluşmasını sağlamaktadır.

Ayrıca; iki karşı cinsin izdivacı ile oluşan aile kurumu gecikmeli ve esnek bir yapı kazanmıştır.

Türkiye’de evlenme yaşı erkeklerde 30, kadınlarda 26 yaşını geçmiştir.

İlerlemiş yaşlarda aile kuranların, katılaşmış karakterleri ile aile birliği ve paylaşımını sürdürmeleri güçleşmiştir.  

Bilinen aile normlarının esnediği hatta kalktığı birlikteliklerin artışı cemiyeti/toplumu evrime uğratacaktır.

Eleştirilen bu dönüşüm hızla kabullenilmektedir.

Birey, aile ve cemiyet gibi birçok kavramın tanımlaması revize edilmiştir.

Nüfusta sayısal çoğunluk sorunlaşmıştır. Nitelikli nüfus ise bilinçli, elit bir toplum düşlemektedir.

Yaygınlaşan küreselleşme, nicel nüfusu sorunlarıyla beraber nitelikli nüfus ile karşı karşıya getirmiştir.

Göç, mülteci, iltica, yozlaşma, salgın,  pandemi kavramları daha da duyulur olacaktır.

Ara-geçiş toplumlarda sahte/eksik bilinç ile kendini yeterli zanneden bireyler yetişmektedir.

Farkında olmak ve teknolojiyi kullanabilmek nitelikli ve bilinçli birey için yetersiz kalmaktadır.

Sosyal, kültürel, ekonomik, sağlık vb alanlarda yetersiz kalan, yaşamı her yönlü okuyamayanlar; psiko-sosyal hastalıklı fertlere dönüşmektedir.

Birey-toplum etkileşimi zayıflaşarak bireyin salt düş ve düşünce dünyasında kalması öncelenmiştir.

Zeka ve yeteneklerini kullananlar kalabalıkların arasından sıyrılarak birçok tehdit ve tehlikeden de korunacaktır.

İnsandaki kalıtsal genler, sonraki nesillere aktarılır. Ancak hayat boyu öğrenilenler, edinim ve tecrübelerin doğrudan aktarımı mümkün değildir.

Bu nedenle doğan her yeni birey kalıtsal yapısı üzerine ekleyerek kendini geliştirmektedir.  

Yoğun öğrenim sistemleri içinde bireyin kendini aşması bilinmezlerin sınırlarını aşması ile mümkün olacaktır.

Tekrara giren konuların verileri, bilgi kalabalığından öteye geçmeyecektir.

Bilindiği zannedilenler asla öğrenilmeyecek, bilinmeyenler anlaşılmadıkça sorunlar çözümsüz kalacaktır.

Sorunlu kalmayı çözüme tercih edenlerin konumuna kim nasıl karar verecek..

Dinamik bir yaşamın içinde “hayatta kalmaya çalışanlar”  ile “hayatını yaşayanlar” aynı dünyanın paydaşlarıdır.

Dünyanın yapay veya doğal tüm felaketleri “hayatta kalamaya çalışanları” daha fazla etkilemektedir.

Bu iki grup arasında fenotip (canlının genotip ve çevre etkileşimi sonucunda ortaya çıkan görüntüsü ve özellikleridir.) kazanımlarda makas aralığı genişlemektedir.

“Hayatını yaşayanların” nüfusu; ortalama yaşam sürelerinin yükselmesine bağlıyken “hayatta kalmaya” çalışanlar ise doğal nüfus artışı içinde kalmaktadır.

Bu durum refah seviyesi ve yaşam standartları arasında uçuruma neden olmaktadır.

Bir taraftan sağlıklı ve bilinçli toplumlar, öte taraftan zayıf, eksik ve yoksun insanlar…

Bu iki topluluk arasında ki sınırlar belirginleştikçe, adı konulmamış öjenik uygulamalar yaşanmaktadır.

Tarih sürecinde tartışılan ve uygulamaları da bulunan öjenik yaklaşımın günümüzde de yansımaları mevcuttur.

Bu toplumların afetlerde önemsenmeyen ölüm ve hasar oranları, savaş ve ilaç teknolojisinin saldırılarında denek olarak kullanılması öjenik anlayışın yansımalarıdır.

Kovid-19 salgınının daha çok zayıf insanları, yaşlıları ve kronik hastaları etkilemesi tam bir öjenik vaka gibi duruyor.

Adı pandemi olarak konulmamış kalp krizi, kanser, diyabet gibi milyonları öldüren hastalıkların haritaları incelenebilir.

Öte yandan ölümcül hastalıkların istatistiklerinin avam arasında yaygın/yüksek olması anlaşılır bir durumdur.  

Bu anlaşılır durumun öjenik uygulamalara hizmet ettiği görülmelidir.

Tarih; öjenik uygulamaların mağdurlarını örtmüştür.

İlk çağda Eflatun; sağlıklı ve nitelikli bir toplum artışını belli kriterler ile devletin kontrolüne vererek felsefi yönden meşrulaştırır.

İngiliz bilim adamı olan Francis Galton’nun (1822-1911) öjeni ile ilgili saptamaları batılı birçok ülkeye bilimsel açıdan kaynaklık eder.

Spartalılar ile Romalıların öjenik uygulamaları; 20'nci yüzyılda Almanya, ABD, Çin, İngiltere, Avustralya ve daha birçok ülkede farklı şekillerde devem etti.

Kendilerini sağlıklı, nitelikli ve elit gören toplumlar; yedi milyar insandan kaçına doğal veya suni öjenik uygulamaları gerekli görmektedir.

Her kategoride ki insan popülasyonunun hayatta kalma mücadelesi dünyayı bir karar noktasına getirebilir.

Sefalet ile sefanın yan yana kaldığı dünyanın midesi bulanıyor.

Ekosistem ya kusarsa…

İddia odur ki; 19'ncu yüzyıl kimyanın, 20'nci yüzyıl fiziğin, 21'nci yüzyıl ise biyoloji ve genetiğin asrı olacak.

Ekonomiyi, inançları, gelenekleri, eğitimi, sosyal yaşam tarzını günler içinde değiştirebilen salgın bir hastalık (Kovid-19), 21'nci yüzyılın nelere gebe olduğunun habercisi değil midir?

Her geçen gün aklın alt eşik sınırı yükseliyor.

Tabu ve taassubun karanlığında, düşünce eşiğin altında kalan “yoksunlar” kalıyor.

Gelenekler “yeni’yi kabullendikçe uzaklar yakınlaşıyor.  

Dünya vatandaşlığı gibi yeni kavramlar ötelere haklar veriyor.

Ortak yaşam alanında, eşit vatandaşlığın tanımını yapamayanlara ne demeli! 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU