Akıllı deli

Ömer Ömeri Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Memleketin birinde, tımarhaneye kapatılmışlar arasında o memleketin bir zamanlar, şan, şöhret ve itibar abidelerinden biri de varmış.

Narsizmin zirvelerinden hiç inmemiş bu kişi, şimdi, çöktüğü duvar dibinde, kafası avuçlarının içinde, dizlerini karnına çekmiş, dirsekleri ise karnına çektiği iki bacağı arasına sıkışmış vaziyette düşüncelere dalmışken, onu uzaktan izleyen bir diğer tımarhane misafiri deli, "Hey dostum, sana bir Tibet Hikayesi anlatmamı ister misin?" diye seslendi.

Tibet Hikayesi! 

Sanki bir dağın tepesinde anlatılınca daha bir anlamlı oluyordu kelimeler diye kendi uydurduğu hikayelere 'Tibet Hikayesi' adını vermişti “akıllı deli”

Kendi hikayelerinden birini duyacağını sandı.

Gözleri kısıldı, kafasını yavaşça adama çevirirken alaycıydı bakışları.

Ama adam ona bakmıyordu, gözlerini pencereye dikerek hikayeyi anlatmaya başladı:

İki köy varmış. Biri kuzeydeymiş biri güneyde; birinde sürekli siyah giyerlermiş birinde sürekli beyaz. Bu iki köyde yaşayanlar öyle birbirine zıtmış ki, biri toprağa inanırmış, diğeri havaya, biri güneşten kaçarmış diğeri aydan. Ve iki köy maalesef bu zıt inançları yüzünden tam bin yıldır savaştaymış. Savaşları o kadar uzun sürmüş ki iki köyün nüfusu da verdikleri kayıplar yüzünden küçülmüş de küçülmüş. Sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azaldığında nihayet uzlaşmak zorunda kalmışlar ve haklılıklarında taraf bulmak için hep birlikte o diyarın en bilge kişisini görmek için bölgenin en yüksek dağına çıkmışlar. 

40 gün süren zorlu bir tırmanıştan sonra bilge kişinin mabedine nihayet varmışlar. Bilge kişinin karşısına geçip sırayla kendi inançlarının haklılıklarını, üstünlüklerini ona anlatmışlar. Her iki tarafın da anlatacakları bittiğinde bilge kişi biraz düşünmüş ve demiş ki: 

Eski bir inanışa göre, kişi, dünyadaki yolculuğunu tamamladığında cennet ve cehennem arasında kendini bir ayna karşısında bulurmuş. Bu ayna o kişinin, dünyada geçirdiği süre boyunca, her konuda olabileceği, ulaşabileceği en yüksek potansiyeli sunarmış ona ve ruh, olabileceği o en iyi versiyonuyla, olmayı seçtiği versiyonu arasındaki farkı öyle netlikle görürmüş ki aynada, olabilecekken olmadığı şeylerin, yani doldurmadığı potansiyelinin pişmanlığı içine işlermiş.

İşte o pişmanlık ruhun cehennemiymiş... 

Kendi versiyonunu tamamlamaya yaklaşanlarsa
cennetin huzuruna kavuşurlarmış; çünkü o huzur dünyada yarattıkları iyilikten beslenenlerin onlara ettikleri dualardan toplanırmış. 

İnsanın ancak diğerine yol açınca yolu açılırmış.

İki köyün insanları birbirlerine bakmışlar, haklılıklarını bulmak için günlerce tırmandıkları bu dağda, bilge yerine koydukları bu adamın ne saçmaladığını anlamaya çalışmışlar... Ama anlayamamışlar ve aralarından biri nihayet sormuş:

İyi de bu hikayenin bizim aramızdaki husumetle ne alakası var?

Bilge kişi sakin bir tebessümle açıklamış:

Neye inanırsanız inanın, tüm inançlar, tüm felsefeler, ideolojiler, düşünceler, fikirler kişiye olabileceği en iyi versiyonu bulabilmesinde yardım etsin diye dünyaya yerleştirilmiş araçlardır. Siz olabileceğiniz en iyi halinize dönüşmeyi bir kenara bırakıp hanginizin aracı daha iyi diye kavgaya girişirseniz; bırakın potansiyelinizi doldurmayı, kişi bile olamazsınız.

Pişmanlığınız hayatınız olur ve potansiyelinizin aynasında görünmez olursunuz. Artık kavga etmeyi bırakın, en iyi araç, elindeki her ne olursa olsun daima elindekini ustaca kullanmaya çabalayanlarındır.


Hikayesi bitmişti. 

Geldiği tuhaflığa sessizce döndü arkasını gitti adam. 

O aynayı düşündü “deli”, şimdi karşısında dikilse acaba kendisine gösterilen en iyi versiyonundan ne kadar farklıydı hali?... 

Herkesin tanıdığı, alkışladığı, kıskanılan biri olmayı başarmıştı ama fark yaratmış mıydı? 

Kendisine dua eden var mıydı?..

Tanınmak, alkışlanmak, kıskanılmak başarı mıydı?..

Gözleri doldu, deli bir adamın anlattığı aptal bir hikayede kendini bulmak zordu.

Ama hayat her an, milyarlarca aracıyla, araçla bizimle konuşuyordu.

Söylediklerine kulaklarımızı tıkasak, gösterdiklerine kafamızı çevirsek, hissettirdikleriyle savaşsak... ne yaparsak yapalım düşündürdükleriyle giriyordu aklımıza eninde sonunda.

Her ihanetimizin cevabını veriyordu bize, ancak doğruda duranlar dimdik, gururla durabiliyordu o aynanın önünde. 

Bir insanın tüm dünyaya sahip olup kendi ruhunu kaybetmesinin kendi varoluşuna ne yararı var? 


Vesselam.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU