Müslümanlar Hindistan'da katledilirken dünya kınamakta geç kalıyor

Almanya'da 1938'de yaşanan Kristallnacht'la günümüz Delhi'si arasında bazı korkunç benzerlikler var

Hindu yanlısı sloganlar atan bir grup, protestolar sırasında Muhammed Zubeyr adlı 37 yaşındaki bir Müslümanı dövmüştü (Reuters)

Alman hükümeti 9-10 Kasım 1938'de kendi taraftarlarını sinagogları yakma ve Yahudi evlerini, dükkanlarını, işletmelerini ve okullarını yıkma yönünde teşvik etmişti. Kristallnacht -"Kristal Gece"- olarak bilinen olaylarda Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'in kışkırtmasıyla Nazi destekçileri en az 91 (muhtemelen daha fazla) Yahudiyi katletti. Bu, sonu toplu soykırıma çıkan yolda dönüm noktası niteliğinde bir uğrak noktasıydı.

Hindu milliyetçi güruh 23 Şubat 2020'de Delhi'de sokakları doldurarak camilerin yanı sıra Müslümanlara ait evleri, dükkanları ve işletmeleri yakıp yağmaladı. Kaçamayan Müslümanları ya öldürdüler ya da diri diri yaktılar. Kurbanların çoğu polis korumasından mahrumdu. Neredeyse tamamı Müslüman en az 37 kişi öldürüldü ve birçoğu ölesiye dövüldü. Çetelerden biri, 2 yaşında bir bebeğin kıyafetlerini çıkarıp -Müslümanların genelde yaptığı, Hinduların yapmadığı bir uygulama olan- sünnet işleminden geçirilip geçirilmediğine baktı. Bazı Müslüman kadınlarsa kaçabilmek için Hindu taklidi yaptı.

Hükümetin bu işte suç ortaklığı 82 yıl öncesinin Almanya'sındaki kadar doğrudan olmasa da Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin başında bulunduğu iktidardaki Hindistan Halk Partisi'nden (BJP) eylemcilerin Müslümanlara yapılan saldırılarda başı çektiği belirtildi. Yayımlanan bir videoda, yedikleri dayak yüzünden kanlar içinde kalan Müslüman erkeklerin polis memurları tarafından güç kullanılarak yere yatırıldığı ve bu kişilere zorla yurtsever şarkılar söyletildiği görüldü. Birkaç gün boyunca hiçbir şey söylemeyen Modi, sonrasında "barış ve kardeşlik" yönünde muğlak bir çağrıda bulundu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Hükümetin şiddete karşı gerçek tutumuysa, yönetimin ayaklanmalar sırasındaki eylemlerini eleştiren bir hakimin anında başka yere tayin edilmesiyle gözler önüne serildi. Delhi Yüksek Mahkemesi Hakimi S. Muralidhar, şiddete dair başvuruları değerlendirirken mahkemenin "bir 1984'e daha" izin veremeyeceğini söyledi. Hindistan eski Başbakanı İndira Gandi'nin 1984'te kendi Sih korumalarının düzenlediği suikast sonucu öldürülmesinin ardından aynı yıl üç bin Sih, çeteler tarafından katledilmişti. Hükümetin kaçmak zorunda kalanlara başlarını sokacak bir yer sağlaması gerektiğini belirten Muralidhar, mağdurların şikayetlerinin polis tarafından uygun biçimde kayıt altına alınıp alınmadığını da sorguladı.

Muralidhar'ın tayininin çoktan duyurulduğunu söyleyen hükümetse, bu kararın çarçabuk uygulamaya konmasının hakimin sözleriyle bir alakası olmadığını iddia ediyor.

Günümüz siyasi liderlerinin ve onların yönetimlerinin, 1930'larda ve 1940'larda Almanya, İtalya ve İspanya'daki faşist rejimlere benzer faşist davranışlar sergilediği suçlamaları öyle düşünmeden yapılmamalı. Son yıllarda ABD ve Filipinler'den Polonya ve Brezilya'ya kadar milliyetçi ve otoriter popülistlere karşı böylesi kıyaslamalarla sıkça karşılaşılır oldu. Çoğu kez iddia sahibi iddiasına inanırken, bazen de bu sadece bir hakaret ifadesi olarak kalıyor. Yine de Modi ve BJP, aşırı milliyetçiliği ve şiddete başvurmaya hazır ve nazır oluşu nedeniyle diğer sağ rejimlere nazaran geleneksel faşizme daha yakın görünüyor. Gündemlerinin merkezini, alameti farikaları olan Hindu milliyetçiliği ve Hindistan'daki 200 milyon Müslümanın ötekileştirilmesi ya da tahliye edilmesine dair insafsız arzu oluşturuyor.

Dünyanın geri kalanının Hindistan'da yaşananların vahametini kavramada geç kalmasının sebebi, Modi hükümetinin Hindistan'ın yönünü eski çoğulcu seküler devlet yapısından uzaklaştırma projelerini önemsiz göstermesiydi. Bu değişimin olumsuz etkilediği insan sayısı devasa boyutlarda: Hindistan'da azınlıktaki Müslümanların bağımsız bir devleti olsaydı, o ülke nüfus bakımından dünyanın 8. büyük devleti olurdu.

Delhi'de geçen hafta yaşanan şiddetin temelinde, Hindistan'daki Müslümanlara karşı hükümet idaresinde gerçekleşen çift taraflı kuşatmadan türeyen korku ve nefret yatıyor. Bu kuşatmalardan birini, Müslüman olmayan göçmenlerin hızla Hindistan vatandaşlığı kazandığı ama Müslümanlara bu hakkın tanınmadığı Vatandaşlık Yasası Değişikliği (CAA) teşkil ediyor. Muhtemelen birçok Hint Müslümanının vatandaşlığını kaybetmesine sebep olacak Ulusal Vatandaş Sicili (NRC) ise daha büyük bir tehdit arz ediyor. Geçen hafta milliyetçi Hindu kalabalıkları, katliama yakın olaylar tertip etmeleri yönünde kışkırtansa, bahse konu önlemlere karşı düzenlenen, şiddet içermeyen protesto ve gösterilerdi.

 

 

Modi ve BJP'nin Müslüman karşıtı kampanyalarında ne kadar ileri gidebileceği, Müslümanların çoğunlukta olduğu tek Hindistan eyaleti olan Cammu ve Keşmir'de zaten kanıtlandı. Özerkliği geçen yıl ağustos ayında alelacele kaldırılan bölge, o tarihten bu yana tecrit altında tutuluyor. Gördüklerini aktarmayı başaran az sayıda şahide göre kitlesel gözaltılar ve işkence olağan hale gelmiş durumda.

Cammu ve Keşmir'in özel statüsünün hükümet tarafından kaldırılmasını takiben 150 gün boyunca kesik olan internet, ocak ayından bu yana çok sınırlı düzeyde sağlanıyor. Güvenlik güçleri dilediklerini gözaltına alırken, perişan haldeki aileler yakınlarını bulamamaktan ya da çok fakir oldukları için yaklaşık bin 287 kilometre uzaktaki hapishanelerde tutulan akrabalarını ziyaret edememekten yakınıyor.

Hükümetin açısından bakıldığında Keşmir'in tecrit altında tutulması, bölgenin dış dünyadan soyutlanmasında büyük ölçüde işe yaradı. Peki, orada neler olup bittiğiyle ilgili daha çok bilgi sahibi olunsaydı çok fark eder miydi? Delhi'de geçen hafta yaşanan yakma ve cinayet hadiseleri gayet iyi duyurulmuş olsa da uluslararası çapta malum hoşgörüyle karşılanıyor: Modi, Hindistan'ın köhne bir demokrasi namından kurtulup, Florida için kasırgalar ve Japonya için depremler neyse Hindistan için de "toplumsal şiddetin" geleneksel olduğu ve haliyle ortada suçlanacak kimse olmadığı hissiyatı uyandırabilir.

Hindistan'da ülkenin mezhepçi olmayan geleneklerinin bozulmasına karşı, şiddetle baskı altında tutuluyor olsalar da ümit veren bir muhalefet dalgası da mevcut. Burada -Delhi'deki güruhların da bir işareti olabileceği üzere- asıl tehlike, Modi ve hükümetinin bu protestolara Hindu milliyetçiliği kartını oynayarak daha da güçlü bir karşılık vermesi.

Hükümet dışarıdan gelen eleştirilerle başa çıkarken, iç siyasi programı ne olursa olsun ekonomideki büyümeyi güçlendirdiğini söyleyebilir ve bu da diğer başarısızlıklarına bahane olur. Kendi basınlarının büyük kısmı üzerinde kontrol sahibi olan otoriter rejimler genelde bu tür iddialara sarılır, ekonomiye dair istatistikler tam aksini söylediğindeyse kolayca bir dizi yeni rakam uydurur. Hindistan ekonomisiyle ilgili yakın tarihte yapılan bir araştırma, genel ekonomik büyüme sözümona güçlü şekilde artarken, son yıllarda yatırım, kar, vergi geliri, ithalat, ihracat, sanayi üretimi ve kredi kalemlerinin hepsinde büyümenin zayıfladığına işaret etti.

Modi bir bakıma, Kristallnacht sonrası Almanya'sından daha güçlü bir konumda. Dönemin ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt tepkisini, antisemitizmi ve Almanya'daki şiddeti kınayıp ABD büyükelçisini derhal geri çekerek ortaya koymuştu. İki günlük ziyaret için Hindistan'da bulunduğu sırada oturduğu yerden sadece birkaç kilometre ötede Müslümanlar yakalanıp öldürülürken ABD Başkanı Donald Trump ise Modi'nin dini özgürlükleri tesis etmek için "gerçekten çok" çalışmasından memnun olduğunu söyledi.

 

 

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU