İdlib’de Saray-Kremlin tangosu

Doç. Dr. İkbal Durre Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Türkiye ve Türkiye’ye bağlı güçlerin sahadaki hareketleri, Moskova’nın, Şam ve İran için ne kadar güvenilebilir bir ortak olduğu sorusunu gündeme getirdi. 

Hatta içerde, Kremlin ile ilgili Ankara’nın suyunda giden politikalar izlediğine dair eleştiriler gündeme gelmeye başladı. 

Sonuçta Putin olayın böyle olmadığı gösterme kararı aldı.

Ama şu var ki, Putin’in aldığı bu karar, Türkiye’de Rusya karşıtı güçlerin ekmeğine yağ sürerek onların elini Erdoğan’a karşı güçlendiriyor.

Bu aslında Kremlin’in aleyhine bir durum.

Putin, Erdoğan’ın iç politikada zora düşmesini hiç istemez. Yani Suriye’de “kazanırken”, Türkiye’de kaybediyor; dolayısıyla bu anlamda kendisi bir çıkmazda.

İdlib’de gerilim tırmandırdıkça, Türkiye’de Moskova’yı en çok “seven, sayan” lideri köşeye sıkıştırmış oluyor ki bu Putin açısından bir paradoks.

Hem de Rusya’nın Erdoğan’sız bir Türkiye ile ilgili ciddi bir öngörü ve stratejisi yokken.

Benzer durum Erdoğan’ın Putin’e yaklaşımı için de söz konusu.

Yani Türkiye Cumhurbaşkanı, İdlib politikasıyla belki de dünyada kendisine en fazla önem veren bir lidere darbe vuruyor.

Yani durum trajikomik aslında ve şartların en güçlü politikacıları bile nasıl olayların esiri haline getirebildiğinin çarpıcı bir örneği.

Bu yüzden diyorum, taraflar aslında ortak yol bulmak istiyor diye.

Yoksa iki taraf da farkında, içinde bulunulan durum “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” hali.

Önemli bulduğum bir başka konu da Türkiye’deki Rus vatandaşlarının güvenliği.

Çekinceleri olmasa bizzat Putin bu hususu dile getirmezdi.

Daha evvel olduğu gibi ilişkilere daha fazla zarar vermek isteyen birtakım güçlerin kalıntıları provokatif bazı eylemler yapabilir; bu da Rusya’daki Türk vatandaşlarının, iş adamlarının faaliyetlerine direk yansır.

Beterin beteri olur. Her iki taraf da kaybeder.

İşin pek konuşulmayan başka bir boyutu var. O da, bütün bu yaşananlar Türkiye’nin Kürt politikası ile nasıl ilişkilendirilebilir?

Dikkat edilirse, son günlerde Türkiye’de, Fırat’ın doğusu gündemden düştü.

Bu bir tesadüf olabilir mi?

Ya da sadece olayın İdlib’de gelişmelerin gölgesinde kalmasıyla açıklanabilir mi?

Yoksa önümüzdeki süreç farklı gelişmelere mi gebe?

Sorulara bölgesel, hatta küresel bir açıdan bakarak cevap bulmaya çalışalım.

Türkiye’nin sahada kalarak masada olma stratejisinin sonuçları olması maalesef kaçınılmaz; çünkü bilindiği gibi masada olmanın bir bedeli var.

Ankara’nın Suriye’de önüne koyduğu hedefler öyle basit kayıplarla gerçekleştirilecek hedefler olmadığı aşikardı; kaldı ki bu büyük kayıplarla başarılabileceğini anlamına da gelmiyor.

Geldiğimiz noktada birçok şey netleşti. Eğer her şeye rağmen Türkiye, Suriye üzerinde bazı planları hayata geçirmek istiyorsa, bunu tek başına yapması imkansız.

Rusya ile gerçekleştirmesi zaten söz konusu olmadığı gibi Rusya’ya rağmen yapabilmesini sağlayacak güçlü bir desteğe ihtiyacı var.

Bunun da kim olduğunu tahmin etmek için çok akıllı olmaya gerek yok, bu güç Amerika.

Peki ABD, Erdoğan’ın planları ya da hayalleri için neden bunu yapsın?

Cevap net, kendi çıkarlarıyla, hayalleriyle denk düşerse yapar.

Nedir ABD’nin Ortadoğu’daki planı?

Birilerinin düşündüğü gibi "Büyük Kürdistan" falan değil.

Bu Kürt fobisinden kurtulamamış, dar görüşlü sözde derin divan yorumcularının hüsnü kuruntusu. 

Peki, nedir bu ABD planı?

Rusya’nın bölgede güçlenmesini engellemek; ama çok daha önemlisi Çin’in önünü kesmek.

Ha bu planda Kürtlere bir pay düşer mi?

Bu biraz da Kürtlere bağlı. Düşebilir, düşmesi lazım, yoksa iş bir süre sonra tekrar çıkmaza girebilir.

Peki, bu planı gerçekleştirmenin yolu nereden geçiyor?

Türkiye ile bir ortak yol bulmaktan. Başka çare yok.

Neden yok? Nedeni ne Türkiye ile ne de Kürtlerle ilgili.

Eğer yukarıda belirttiğim Rusya ve Çin faktörü olmasa durum değişebilirdi. Yani bir süre daha geldiği gibi giderdi. 

Diğer yandan ortada ciddi bir engel var; Türkiye’nin bu durumu tarihsel olarak özümsediği, Kürtler üzerindeki “hakkına” tecavüz olarak algılaması.

Ama diğer yandan çözülmemiş bir Kürt sorununun Ankara’yı, Washington-Moskova hattında gelgitlere zorlamasının yorgunluğu da artık hissediliyor.

Rusya’nın Kürt politikası tamamen başta Türkiye olmak üzere diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerine endeksli.

Kısa bir süre önce İdlib yüzünden gerginleşen ilişkilerden sonra her seferinde olduğu gibi, Rusya’da bazı çevrelerce hemen Kürtlerden söz edilmeye başlanması artık mide bulandıracak bir hal aldı.

Kısacası Rusya, ABD’den farklı olarak, jeopolitik planlarında Kürtlere, kendi açısından riskli gördüğü için bir rol biçmiyor.

Bu yüzdendir ki bu zamana kadar Ankara, Moskova’yı bu anlamda kendine daha yakın ve güvenilir gördü.

Ama son yaşanan olaylar, her ne kadar taraflar muhtemel olumsuz sonuçları en aza indirmek için ellerinden geleni yapacak olsalar da, Rusya ile bir yol ayrımına getirdi.

İşler yavaş yavaş ABD’nin istediği noktaya geliyor.

Bu tablodan hareket ederek şöyle bir sonuca varabilir miyiz?

Hem Türkiye hem Kürtler yakında son yıllarda sıkça duyduğumuz şu sözün boşuna söylenmediğini anlayacaklar:

Kaderin üstünde bir kader vardır.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU