Tuzakların gölgesinde Türkiye’nin seçimi

İsmail Hakkı Pekin Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Türkiye, Suriye’de İdlib üzerinden bir seçime zorlanıyor.

Bu seçim NATO müttefiklerinin yanı sıra, Rusya’nın da Türkiye’yi kaygan bir zeminde ve önünü göremediği bir ortamda karar almaya mecbur bırakıyor.

Türkiye uluslararası arenada yalnız bırakılmış durumda; hem NATO müttefikleri hem de stratejik işbirliği yapmaya çalıştığı Rusya tarafından.

Tabii NATO müttefikleri dediğim için ABD’yi ayrıca zikretmemin bir gereği yoktur diye değerlendiriyorum.

İçinde bulunduğumuz mevcut durumu herkes biliyor, her gün yazılı basında ve görsel medyada anlatılıyor, tartışılıyor.

Onları yeniden anlatacak değilim. Ancak karşı karşıya bulunduğumuz tehditleri ve bunları önleyecek hareket tarzlarını seçerken milli gücümüzün sınırlarını da bilmek durumundayız.   

Türkiye halen dört milyon civarında Suriyeli sığınmacıyı barındırıyor ve onlar için önemli ölçüde para harcıyor. Üstelik ekonomik şartlarının uygun olmadığı bir dönemde.

Ayrıca içeride barındırdığı Suriyeli sığınmacıların mevcudu kadar bir nüfusu Suriye tarafındaki kamplarda besliyor, barındırıyor tedavilerini üstleniyor.

Soçi Mutabakatı gereği çatışmasızlık bölgesi ilan edilen ve Türkiye’nin tesis ettiği gözlem noktaları vasıtasıyla korunan İdlib’e yönelik Rusya desteğindeki Suriye güçlerinin M4-M5 oto yolları başta olmak üzere İdlib’i ele geçirmek üzere 9 ay önce başlattığı ve son bir aydır şiddeti artan taarruzları radikal unsurlar yanında hem bölgedeki Suriye Milli Ordusu'nu (ÖSO) hem de bölgedeki Türkiye Gözlem noktalarını ve bu bölgelere takviye gönderilen takviye güçlerini hedef alması Türkiye için önemli bir güvenlik tehdidi yaratmaktadır.

Bu tehdit üç boyutlu olup birinci boyutuyla iki milyona yakın sığınmacının Türkiye sınırlarına dayanmasını, ikinci boyutuyla Türkiye’nin desteklediği ılımlı muhalif unsurları hedef almasını, üçüncü boyutuyla da radikal unsurların Türkiye’ye doğru süpürülmesini amaçlamaktadır.

İdlib bölgesindeki çatışmalar ve anlaşmazlık Türkiye’nin Kobani’den (Ayn el Arab) Akdeniz’e ulaşması planlanan terör koridorunu kesmek için iki başarılı harekatla girdiği ve emniyete aldığı Afrin ve Fırat Kalkanı Harekatı bölgesinin de güvenliğini tehdit etmektedir.

Tabii bu bölgeler Suriye toprağıdır; ancak Suriye silahlı güçlerinin bu hududu koruyacak ve terör koridorunun oluşmasını önleyecek gücü yoktur.

Türkiye bu bölgelerin güvenliğini Suriye Milli Ordusu unsurları ve onları takviye eden TSK unsurlarıyla sağlamaktadır.

Suriye’de güvenliğin sağlandığı diğer bölge ise Barış Pınarı Harekatı bölgesidir.

Bu bölgedeki harekatın amacı terör devletinin tesis edilmesini önlemek ve PKK/PYD/YPG terör örgütünün bölgeden temizlenmesidir.

Üstelik bu harekat bölgesinin doğusu ve batısı Rusya ve ABD’nin desteğindeki PKK/YPG’den temizlenememiştir.

Bu bölgenin kontrolü Suriye Milli Ordusu ve TSK unsurları tarafından sağlanmaktadır. 


ABD, PKK/PYD/YPG’yi desteklemeye devam etmekte ve silah sevkiyatına devam etmektedir.

PKK, Sincar ve Kandil’de kalmaya devam etmekte, Irak’ta Kerkük dahil anlaşmasızdık bölgelerinde kontrolü elinde bulundurmaktadır. 

Rusya, YPG ile görüşmekte ve onu Suriye silahlı kuvvetlerinin içine dahil edecek bir anlaşma zemini yaratmaya çalışmaktadır.

Rusya hava kuvvetleri ile Suriye kara birliklerini desteklemektedir. Ayrıca İran desteğindeki paramiliter güçler ve özel kuvvetler de Suriye güçleri ile birlikte harekat icra etmektedirler.

Fırat’ın batısındaki hava sahasının kontrolü Rusya, doğusundaki hava sahasının kontrolü ABD tarafından sağlanmaktadırlar.

Diğer bir ifade ile bu iki ülkenin müsaadesi olmadan Fırat’ın batısı ve doğusunda hava harekatı yapmak, uçak ve helikopter uçurmak mümkün değildir. Buna insansız hava araçlarını da dahil edebiliriz.

Diğer taraftan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırları dolayısıyla Yunanistan, GKRY, Mısır, İsrail ve Lübnan ile sorunları bulunmaktadır.

Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yapılan deniz yetki sınırlarının belirlenmesi mutabakatı bu ihtilafı daha artırmış, AB ülkelerinin de bu konuda Türkiye karşıtı bir politika izledikleri de açıktır.

Türkiye’nin Libya’da UMH desteklemesi ve silahlı unsurların bu ülkede faaliyet göstermesi ayrı bir güvenlik sorunu yaratmaktadır.

Kıbrıs sorunu, bazı adacık ve kayalıkların Yunanistan tarafından işgali, anlaşmalar gereği silahlandırılmaması gereken adaların Yunanistan tarafından silahlandırılması, Ege Denizi’nin Yunan denizi olarak görülmesi, kıta sahanlığı, kara suları, hava sahası ve FIR hattı sorunu vb. hususlar Yunanistan’ın kendi lehine halletmek için pusuda beklediği sorunlardır.

Balkanların ABD ve Almanya tarafından kontrol altına alınmasının yanında ABD’nin Karadeniz, Güney Kafkasya, Hazar Havzası, Orta Asya, BOP projelerinin her biri Türkiye açısından büyük tehditler oluşturmaktadır. 


Mevcut tehdit ortamını genel bir çerçeve içeresinde bu şekilde açıkladıktan sonra İdlib özeline geçmek istiyorum.

İdlib’de Suriye güçlerinin Soçi Mutabakatı'nda belirlenen çatışmasızlık bölgesinin sınırlarına çekilmelerini talep ediyoruz.

Bu şubat sonuna kadar yapılmadığı takdirde güç kullanarak Suriye güçlerini girdiği bölgelerden çıkaracağımızı söylüyoruz.

Böyle bir harekatı yapabilmek ve caydırmak için gereken ateş ve manevra gücünü İdlib bölgesine yığdık yani gereken yığınağı yaptık.

Bu arada Rusya hava kuvvetlerinin desteğindeki Suriye silahlı unsurları taarruzlarına devam ettiler.

Amaçları M4 ve M5 oto yollarının kontrolü, radikal unsurların imhası ve İdlib’in kontrolünün sağlanmasıdır.

Devam eden harekatın Türkiye’ye yönelik göçü tetiklememesi ve bölgedeki radikal unsurların bu göç ile Türkiye’ye sızması Türkiye için önemli bir tehdittir.

Eğer sorunumuz yukarıdaki cümlede bahsettiğim konu ise o zaman bu konuda Rusya ile anlaşma yapmak kolay olacaktır.

Ancak sorun İdlib’in tarafımızdan kontrolü ve ılımlı muhalefetin bir güvenlik kuşağı şeklinde Türkiye’ye müzahir bir Sünni bölge tesis etmekse o zaman çözüm zorlaşır. 


ABD’nin HTŞ’yi ılımlı olarak görmeye başlaması, Uluslararası Kriz Grubu’nun (ABD’ye çalıştığı bilinen bir sivil toplum kuruluşu) HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed Cevlani ile yaptığı yeni röportajda onun HTŞ’yi ılımlı olarak ifadesi kritik bir gelişmedir.

Türkiye bu konuda ABD’nin tuzağına düşmemelidir. ABD söz konusu grupları Rusya’ya karşı kullanmayı planlamaktadır.

Ayrıca bize karşı kullanmayacağını kimse garanti edemez. Çünkü ABD’nin bölgedeki politikaları ve stratejilerinin yürürlüğe konması için bu tür örgütlere ihtiyacı bulunmaktadır.

Foreign Affairs dergisinin internet sayfasında yayımlanan, Robert Ford imzalı (24 Şubat 2020) “Washington İdlib’den kaçan Suriyelileri korumalıdır, Güvenli bir bölge insani krizi önleyebilir’’ başlıklı makale Türkiye’yi bir tuzağın içine çekmeye çalışmaktadır.

Bu makaleye göre ABD, Rusya ile karşı karşıya gelmekten (dolaylı bile olsa) uzak durmalıdır.

Çözüm olarak TSK ve ateş destek unsurlarının Türkiye sınırları içine çekilmesini, sınırın Suriye tarafında 10 milden daha az bir güvenli bölge bırakılmasını ve buraya sığınmacıların yerleştirilmesini, Türkiye’nin desteklediği ılımlı muhaliflerin bu bölgede Suriye güçlerine mukavemet etmelerini ve ateş desteğinin, hava savunma desteğinin Türkiye içindeki unsurlar tarafından sağlanmasını, Rusya’nın hava kuvvetleriyle Türkiye içindeki hava savunma ve ateş destek unsurlarına müdahalesi durumunda ise NATO’nun devreye girmesini (5’nci maddenin devreye sokulması) öngörmektedir. 

Türkiye ister birliklerini İdlib içinde, isterse Türkiye içinde bulundurarak mücadele etsin, çatışsın veya savaşsın ABD dahil hiçbir NATO müttefiki Türkiye’nin yardımına gelmez ve hiçbir NATO müttefiki Türkiye için Rusya ile karşı karşıya gelmek istemez.

Bir defa bunu mutlaka aklımızda tutmamız gerekiyor. Ne yapacaksak kendi gücümüzle yapacağız. Gücümüz yeterli değilse de yapmayacağız. 

Hava sahasının kontrolü Rusya’nın elinde ise hava desteği olmadan böyle bir harekatı yapmamız mümkün olmaz. Yaparsak zayiatımız çok olur. Başarsak bile pirus zaferi olur.

Rusya ile aramızda stratejik işbirliği var ve bu her konuda gelişiyor.

Bu iş birliğini bir tarafa bırakıp İdlib konusunda çatışmanın kimseye bir yararı olacağını sanmıyorum.

Türkiye’nin birçok konuda Rusya’ya ihtiyacı olduğu gibi Rusya’nın da güneyini koruyan ve ona önemli kolaylıklar sağlayan Türkiye’ye ihtiyacı bulunmaktadır.

Bunun için Türkiye İdlib konusunu masada, diplomasi ve görüşmelerle çözmelidir. Bunun anlamı Türkiye’nin Rusya’nın her dediğini yapacağı anlamına gelmiyor. Teslimiyetçilik başka bir konu.

Türkiye, ABD ve batı için de çok önemli bir ülkedir. Bu bakımdan Türkiye’yi yönetenler bu değerin farkında olmalı ve tuzaklara çekilmemeli ve ülkeyi milli menfaatlerin gerektirdiği şekilde yönetmelidir.

İdeolojik hesaplar Türkiye’nin her zaman tuzaklara çekilmesine neden olmuştur ve de olacaktır.

Türkiye ABD ve Rusya olan ilişkilerinde daima milli menfaatlerine uygun davranmalıdır. 

Yazımı Sayın Nejat Eslen’in Oda TV'de yayımlanan 25 Şubat 2020 tarihli makalesinin son paragrafı ile bitirmek istiyorum:

Türk jeopolitiği, ABD ile ilişkilerin, Rusya ilişkilerine; Rusya ile ilişkilerin ise ABD ilişkilerine zarar vermeyecek şekilde revize edilmesini gerektirmektedir.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU