İslam ülkeleri ve siyasi kriz (1)

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Suudi Arabistan’ın Mekke kentinde düzenlenen devlet ve hükümet başkanlarının buluştuğu 14. İslam İşbirliği Teşkilatı (OIC) Zirvesi'nden bir kare / Fotoğraf: AA

Önce “İslam ülkeleri” derken neyi kastediyoruz ona açıklık getirmek lazım.

Genel bir tanımlamayla, halkının çoğunluğu Müslüman olan ve anası babası Müslüman idareciler tarafından yönetilen ülkelere “İslam ülkeleri” diyoruz. 

Bir de Hindistan ve Rusya gibi, Müslümanların ülke nüfusunun önemli bir kısmını oluşturdukları ancak azınlık oldukları ülkeler var.

“Anası, babası Müslüman tanımlaması da nereden çıktı?” derseniz; o da ayrı bir mevzu. Çoğu anası babası Müslüman kişi, fikren ve ruhen Müslüman değil. İslam ülkeleri bu tip yöneticilerle dolu.

İslam hukukundaki klasik “Dar-ül Harb”, “Dar-ül İslam” tartışmaları ise ayrı bir mevzu. Konumuz ile doğrudan ilgili değil.

Bugün Müslüman ülkelerde; Mısır'dan Yemen'e, Lübnan'dan Irak'a kadar büyük çalkantılar yaşanıyor. Halk sokaklarda ve sorunlar çözülemiyor.

İrdelemek istediğim, İslam ülkelerinin içinde bulunduğu derin ekonomik, siyasi ve kültürel krizin günümüzden geçmişe uzanan yapısal nedenleri.

Tüm bu nedenleri tek bir yazıda özetlemek mümkün olmadığından, öncelikle siyasi krizi, birkaç ana başlıkta incelemeye çalışacağım.

Karşı karşıya bulunduğumuz ve bir türlü işin içinden çıkamadığımız siyasi sorunlarımızı sıralayacak olursak;

  1. Yönetim krizi ve devlet sistemi
  2. Dini sorunlar
  3. Mezhebi sorunlar
  4. Etnik sorunlar
  5. Sınıfsal ve ekonomik sorunlar

Kuran-ı Kerim'de İslami bir toplumun yönetimi ile ilgili belli bir devlet modeli yok. 

Daha açık bir ifade ile, Kuran-ı Kerim’de devlet başkanının nasıl belirleneceği, tapu, emniyet ve nüfus müdürlükleri, dışişleri, elçilikler ile belediyeler gibi kurumların oluşum ve bürokratik işleyiş şemalarına rastlanmaz.

İnsan, toplum ve hayatla ilgili genel prensipler ve ilkelerden bahsedilir. 

Kurumlar, işin özü (illeti) ve temel ilkeler sabit kalmak şartıyla zamana, zemine ve ihtiyaçlara göre düzenlenir; bu düzenlemelerin şekli ve formatı yine zamana, zemine, ihtiyaçlara göre değişebilir; gerektiğinde yeni kurumlar oluşturulabilinir.

“El hükmü lillah” yani “Hüküm Allah'ındır” sözü özellikle Neo-Selefi, Harici, Vehhabiler tarafından sıkça tekrarlanır. İmanı kâmil hiçbir Müslüman buna itiraz etmez/edemez.

Ancak esas tartışma konusu, yeryüzünde Allah adına bu “hükümleri” kimlerin ve nasıl uygulayacakları konusundadır.

Tarih boyunca bir şekilde gücü eline geçiren padişah, sultan ve emirler kendilerini “Zıllullah-ı fil alem” yani “Yeryüzünde Allah'ın gölgesi” ilan ederek; sorgusuz sualsiz bir idare kurmuş ve tiranlaşmışlardır.

Bir sefer iş başına gelen bir daha gitmek istememiş, hesap vermemek için her yolu denemiş, yolsuzluk, hırsızlık ve zulümler ayyuka çıkmış; “Allah adına” cinayetler, katliamlar işlenmiştir.

Bir müddet sonra bu tiranlar, Orta Çağ'daki Vatikan misali Allah adına “Allahlaşmışlardır.”

İslam tarihi bu tartışmalar ve yüzlerce, binlerce isyanla doludur.


Müslümanların nasıl yönetilmeleri gerektiği, kurumların nasıl oluşturulacağı, yöneticilerin ne şekilde belirleneceği, hangi sürelerle görev yapacakları, denetim ve kontrol mekanizmalarının nasıl çalışacağı ile ilgili sorular bugün de cevap beklemektedir.

Siyasal sistemin oluşmasında ilk çözülmesi gereken sorun yöneticilerin nasıl belirleneceği sorunudur.

Bununla ilgili Kur’an ve hadislerde açık bir sistem önermesi olmadığını söylemiştik.

Şiiler, Hz. Peygamber'in, yerine Hz. Ali'yi işaret ettiğini söylerler; 

Sünniler ise Hz. Peygamber'in yerine bir halife tayin etmeden vefat ettiği inancındadırlar.

O halde halife nasıl belirlenecektir?

Halifelerin iş başına gelme şekilleri de farklı farklıdır. Üzerinde ittifak edilen bir seçim şekli yoktur.

Her halifenin seçimi ayrı bir yöntemle olmuştur.


1. Hz. Ebubekir'in seçimi: 

Hz. Ali, Hz. Abbas gibi peygamberin akrabaları; peygamberin cenazesi ile meşgulken Ensar’ın (Medineli Müslümanlar) aralarından birini halife seçmek için toplandıkları haberi gelir. 

Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve bir grup Mekkeli Müslüman, Ensar'ın toplandığı yere gider ve kısa süren bir tartışmadan sonra Hz. Ömer'in Hz. Ebubekir'i önermesi ile Hz. Ebubekir halife olarak belirlenir.

Başta Hz. Ali, Hz. Fatıma ile Mekkeli Müslümanların ve Ensar'ın bazıları işin aceleyle bir oldubittiye getirildiğini, çok az bir grubun katıldığı toplantının geçerli olmadığını ileri sürerek, Hz. Ebubekir'in seçilmesine itiraz ederler, ancak durum değişmez.

Bu tartışma ile tartışmalardan doğan ayrılıklar Müslümanlar arasında 1400 yıldır sürmekte, bugün de bütün yakıcılığı ile devam etmektedir.


2. Hz. Ömer'in seçimi: 

Hz. Ebubekir, ölmeden önce yerine Hz. Ömer'i tayin eder. 

Bazıları Hz. Ebubekir'in Hz. Ömer'e, halife seçiminde kendine verdiği desteğin karşılığı olarak bu tayini yaptığını ileri sürseler de, ciddi bir karşı koyuş ve tartışma yaşanmaz.


3. Hz. Osman'ın seçimi: 

Hz. Ömer camide bir Mecusi tarafından suikasta uğrar. 

Ölmeden önce yerine oğlu Abdullah'ı bırakmasını teklif edenlere “Bir evden, bir kurban yeter” diyerek itiraz eder ve Halife seçimi için 6 kişiyi (Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Sa'd bin Ebi Vakkas) belirleyerek; bu 6 kişinin içlerinden birini seçmesini, eşitlik halinde Abdurrahman bin Avf'ın olduğu tarafın seçilmesini söyler.

Bu 6 kişi Hz. Osman'ı seçer.

Hz. Osman döneminde Hz. Osman'ın, yöneticiliklere büyük oranda akrabalarını tayin etmesi ve akrabalarının keyfi uygulamalarla yolsuzluklara karışması büyük tepkilere neden olur.

Halkın bir bölümü isyan eder, halifenin evi kuşatılarak görevi bırakması istenir, ancak Hz. Osman halifeliğin her şart altında hayat boyu olduğunu ileri sürer.

“Bu gömleği bana Allah giydirdi, Allah çıkarır” diyerek görevi bırakmayı kabul etmez ve öldürülür.

Halifeliğin süresi, halifenin hangi hallerde görevine son verileceği, denge, denetim ve kontrolün nasıl olacağı ve mutlaka olması gerektiği Hz. Osman döneminde yaşanan olaylardan sonra en belirgin şekilde ortaya çıkmıştır.

Bugün en önemli tabuların başında tarikat, cemaat ve parti liderlerinin servetlerinin sorgulanması gelmektedir.

En son, Necmettin Erbakan'ın çocukları ile Saadet Partisi yöneticileri arasında yaşanılan miras sorunu tüm Müslümanlar için ibret vericidir.


4.Hz. Ali'nin seçimi: 

Hz. Osman'ın isyancılar tarafından öldürülmesi büyük bir kargaşaya neden olur. Halkın büyük bir kesimi Hz. Ali'ye gelerek onu halife seçtiklerini söylerler.

Hz. Ali, seçimde; Bedir Savaşı'na katılan sahabelerin mutlaka olmaları gerektiğini söyleyince; Talha, Zübeyr ve Sa'd bin Ebi Vakkas da gelerek biat ederler.

Ancak bir müddet sonra, baskı altında yaptıkları gerekçesiyle biatlerinin geçersiz olduğunu ileri sürerek cayarlar.

Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe ordu toplayarak Cemel Savaşı'nda Hz. Ali'ye karşı savaşırlar.


5. Hz. Hasan'ın seçimi: 

Hz.Ali'nin öldürülmesi üzerine Hz.Ali taraftarları Hz. Hasan'ı halife olarak seçerler, ancak Muaviye ve taraftarları bunu kabul etmez.

Yaklaşık 6 ay sonra Hz. Hasan, Muaviye ile anlaşarak, Muaviye önce ölürse tekrar kendisinin halife olması şartıyla hilafeti Muaviye'ye bırakır.

10 yıl sonra Muaviye, Hz. Hasan'ı karısına zehirleterek öldürtür ve yerine ölümünden sonra oğlu Yezid'in geçeceğini ilan ederek, halktan Yezid adına biat almaya başlar; biat etmeyenleri ise cezalandırır.


Görüldüğü gibi tüm bu seçimlerde kuralları ve şekli belirlenmiş bir seçim sistemi mevcut değildir.

Her seçim farklı bir şekilde meydana gelmiştir.  

Kimlerin oy vereceği, kişinin kendinden sonrası için yerine tayin yapıp yapamayacağı, seçimin tek veya iki dereceli olup olamayacağı ve daha cevaplandırılması gereken bir çok ayrıntı ile ilgili üzerinde ittifak edilen bir çözüm söz konusu değildir.

Müslümanların önündeki ilk sorun yönetim sorunudur.

Bu konuda bir fikir birliğine varmadan maalesef mesafe kat etmek mümkün değildir.

 

Siyasi sorunlarımızı konuşmaya devam edeceğiz...

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU