Ejderin uyanışı: Çin'in esaretten küresel egemenliğe uzanan asırlık yürüyüşü

Dr. Batuhan Yıldız Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Rebecca Zisser/Axios

Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte küresel güç dengelerini en derinden sarsan gelişmelerden biri, Çin Halk Cumhuriyeti'nin beklenmedik şahlanışı olmuştur.

Michael Pillsbury'nin "Yüzyıllık Maraton" ve Fareed Zakaria'nın "Post Amerikan Dünya" isimli kitaplarında da ısrarla tekrarlandığı üzere, bir zamanlar dışa kapalılığıyla ve ekonomik anlamda geri kalmışlığı ile meşhur olan bu ülke, neredeyse 40 yıl kadar kısa bir süre içinde dünya siyaset sahnesinin en etkili "oyun kurucularından" biri haline gelmiştir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bunlara ek olarak, Çin'in bugünkü göz kamaştırıcı konumuna ulaşması yalnızca tepeden inme bir şekilde gerçekleşen reformların sürdürülebilir kılınmasıyla gerçekleşmemiştir.

Uluslararası ilişkiler sistemindeki başkalaşımlar, Batı'daki sosyal korozyonlar ve modern piyasa ekonomisindeki yapısal dönüşümler, Çinli politikacıların ülkelerini gargantuan (devasa) bir güç yapma yolundaki çalışmalarına âdeta itici bir güç olmuştur.

İşte tam da bu noktada söz konusu gelişmeler ışığında bu haftaki yazımın amacı, Çin'in oldukça uzun süren bir "esaretten" kurtulup koşar adımlarla küresel bir güç haline gelme sürecini incelemek olacaktır.

Öyleyse başlayalım. 


Bölüm 1: "Utanç yılları" ve hızlı toparlanma

19'uncu yüzyılın öncesinde Çin, dış dünya ile olan ilişkilerini çoğu sinologa göre "ben-merkezci" bir anlayışın etrafında şekillendirmiş ve kendini dış dünya ile bile isteye sınırlı temaslar kuran "üstün" bir kültürün mirasçısı olarak tanımlamıştır.

Ancak Garp dünyasında deux ex machina (gökten zembille inen) bir biçimde gerçekleşen Endüstri Devrimi; İngiltere ve Fransa gibi bahri imparatorlukların Çin karşısında fersah fersah güçlenmesine sebep olmuş ve yeni dünyanın "acımasız" kurallarının bir zamanlar "muktedir" olan bu Uzak Asya ülkesine kaba kuvvet yoluyla dayatılmasına olanak sağlamıştır.

1839'da patlak veren Birinci Afyon Savaşı'ysa, Çin toplumunun kolektif hafızasında kendi memleketlerinin "güçsüzlüğünün" "Düvel-i Muazzama" (İng. Great Powers, Fr. Grande Puissance) tarafından tescillendiği, "küçük düşürücü" bir kırılma anı olarak yer etmiştir.  

Mark Simner'ın da "The Lion and The Dragon: Britain's Opium Wars With China 1839-1860" (Aslan ve Ejderha: İngilizlerin Çin ile Olan Afyon Savaşları 1839-1860) başlıklı eserinde sıklıkla dile getirdiği üzere, Çin daha önceleri pek de "haz etmediği" "beyaz adam" ile olan afyon ticaretini çeşitli saiklerle sınırlamak istemiş ancak Britanya İmparatorluğu bu kısıtlamalara uymayı reddetmiştir.

Ucu, kanlı bir savaşa kadar giden bitmek tükenmek bilmez anlaşmazlıklar serisi Çin'in "bükemediği eli öpmesiyle" nihayete ermiş; Batı'nın "üstünlüğü" devlet makamlarınca da 1842 yılında imzalanan Nanking Antlaşması ve Hong Kong Limanı'nın İngilizlere bırakılmasıyla resmiyet kazanmıştır.

Aynı antlaşmayla Çin diğer limanlarını da ticaret yapmaları için yabancılara açmaya "cömertçe" razı olmuş, bir zamanların "medeniyet nurları taşıyıcısı" olan bir uygarlık "dışa bağımlı bir hiç kimse"ye dönüşmüştür.

Bu talihsiz olaylar dizisi sonrasında gerçekleşen İkinci Afyon Savaşı ve Japonya'ya karşı alınan "utandırıcı" yenilgiler, Çin'in uluslararası arenadaki prestijini daha da zedelemiştir.  

1899-1901 yılları arasında gerçekleşen Boxer Ayaklanması sırasında Batılı güçlerin Pekin'e doğrudan müdahalede bulunması ve II. Dünya Savaşı'nın şafağında Ana Kara Çin'in (Mainland China) bir kez daha Japonlar tarafından işgal edilmesi ise bardağı taşıran son damla olmuş, 1839-1949 arasında kalan yüzyıllık dönem tarihçiler tarafından "Utanç Yüzyılı" olarak anılmaya başlanmıştır.

Savaş sonrasındaki periyotta ise komünistler, milliyetçileri ekarte ederek iktidarı demir bir yumruk ile ele geçirmiştir.

Bir diğer ifadeyle, Çin Halk Cumhuriyeti'nin Mao Zedong liderliğinde 1949 yılında ilan edilmesi, yalnızca yeni bir siyasal rejimin başlangıcı değil; aynı zamanda bir ulusun çöküşten yeniden doğuşa uzanan tarihsel yürüyüşünde yeni bir dönüm noktası olmuştur.


Bölüm 2: Çin Tipi Komünizm'in kuruluşu ya da Ejder'in 1949'dan 2025'e uzanan inişli çıkışlı maratonu

Yukarıda da bahsi geçtiği üzere, 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti'nin ilanı, ülkede yeni bir dönemin başlangıcını işaret etmiştir.

Uzun süren karmaşa, işgaller, iç savaş ve çeşitli problemler sonrasında zor kullanarak iş başı yapan Maoist kadrolar, merkeziyetçi bir siyasal yapılanma altında ulusal birliği sağlamayı ve ülkelerinin kalkınmasını hedeflemiştir.

Çin Komünist Partisi'nin önderliğinde oluşturulan bu yeni yapı, geniş halk kesimlerini kapsayan sosyal ve ekonomik dönüşüm projelerinin de fitilini ateşlemiştir.

1950'li yıllarda sanayileşme ve kolektif tarım uygulamalarıyla üretimin artırılması amaçlanmıştır. 

"Büyük İleri Atılım" (The Great Leap Forward) olarak bilinen iddialı bir girişimle kırsal bölgelerde envai çeşit üretim birimleri oluşturulmuş, köy temelli kalkınma hedeflenmiştir.

Bu süreçte, üretim planlaması ve toplumsal örgütlenme biçimleri yeniden şekillendirilmiş; yediden yetmişe herkesin dünyayı algılayış biçimleri Mao ideolojisi ile uyumlu hale getirilmiştir.

1960'lı yılların ortalarında başlatılan "Kültür Devrimi" vasıtasıyla da sosyolojik yapının yeniden düzenlenmesi hedeflenmiş, gençlik hareketleri desteklenmiş, yeni neslin "devrimci" değerlere göre yetişmesi amaçlanmıştır.

1976 yılında Mao Zedong'un pek de ani sayılmayacak vefatından sonraysa, parti içerisinde yeni bir reform çizgisi benimsenmiştir.

1978 sonrası yürürlüğe giren bu reformlar ile tarım dekolektivize edilmiş, özel girişimciliğe sınırlı da olsa alan açılmış, yabancı sermaye çekmek amacıyla özel ekonomik bölgeler oluşturulmuştur.

1980'li ve 90'lı yıllarda bu politikalar istikrarlı biçimde sürdürülmüş, Çin dünya pazarlarına entegre olmaya başlamıştır. 

Başta Justin Yifu Lin olmak üzere birçok ekonomi tarihçisine göre, bir zamanların "hasta adamı" olan ülke düşük maliyetli iş gücü ve geniş üretim kapasitesiyle uluslararası tedarik zincirinin önemli bir parçası hâline gelmiştir.

2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne katılmasıyla birlikte Çin'in küresel ekonomiyle bütünleşme süreci hız kazanmıştır.

Bu entegrasyon sonucunda, milyonlarca insan yoksulluk sınırının üzerine çıkmış, şehirleşme oranı artmış, mega altyapı projeleri de ardı arkası kesilmez bir hale getirilmiştir.

Yine 2000'li yıllarda Çin; bilgi teknolojileri ve e-ticaret alanında önemli adımlar atmıştır.

Önde gelen Çinli şirketler küresel pazarlarda tanınır hâle gelmiş, teknoloji yatırımları artmıştır.

Yapay zekâ, büyük veri ve yenilenebilir enerji gibi alanlarda uzun vadeli stratejiler benimsenmiştir.

Aynı süreçte üniversite sayısı artmış, araştırma-geliştirme bütçeleri büyütülmüştür.

2013 yılında ilan edilen "Kuşak ve Yol Girişimi" ise Çin'in yeni uluslararası ekonomik iş birliği anlayışının ve oluşturmak istediği yeni dünya düzeninin bir yansıması olarak değerlendirilmiştir.

Bu proje kapsamında ulaştırma, enerji ve iletişim altyapıları alanında büyük ölçekli yatırımlar gerçekleştirilmiştir.

Asya, Afrika ve Avrupa'da çeşitli ülkelerle ikili ve çok taraflı iş birlikleri kurulmuştur.

Bu sayede Çin, küresel ticaret ağları içinde daha etkin bir konuma yerleşmiştir.
 


Son yıllarda ise Çin; dijital ekonomi, yapay zekâ ve ileri imalat gibi stratejik sektörlerde kendi teknolojisini geliştirme yönünde politikalar yürütmüştür.

Çip üretimi, elektrikli araçlar, batarya teknolojileri ve uzay araştırmaları gibi alanlarda kapasitesini artırmıştır.

Bunlara ek olarak uzay istasyonu kurma girişimleri tamamlanmış, Ay ve Mars görevlerinde önemli başarılar elde edilmiştir.

Çin'in savunma sanayisinde de modernizasyon çalışmaları sürdürülmüş, deniz ve hava gücü başta olmak üzere çeşitli askeri kabiliyetler geliştirilmiştir.

Bölgesel ve küresel ölçekte güvenlik alanında daha etkin bir profil çizilmeye başlanmıştır.

2020'li yıllarda ise BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü ve benzeri platformlarda çok taraflı iş birliği arayışları sürdürülmüştür.

Özetle, Çin'in yükselişi ve modern dünya siyasetinde "eşitler arasında birinci" (Latince: primus inter pares) bir konuma evrilişi, uluslararası ilişkiler tarihinin en çarpıcı dönüşümlerinden biri olarak kayda geçmiştir.


Peki, bu durum ABD'yi neden rahatsız ediyor?

Bu durum ABD'yi rahatsız etmektedir çünkü Çin'in yükselişi, yalnızca ekonomik ya da askerî kapasiteyle değil, mazisi binlerce yıllık stratejik bir aklın ürünü olan sessiz ve kuşatıcı bir ilerleyişle gerçekleşmiştir.

Bir diğer ifadeyle Batı, uluslararası siyasetteki hamlelerini ve gelecekte hayata geçireceği stratejileri büyük ölçüde satranç tahtasında oynanan hamlelerle tanımlamıştır, halen de tanımlamaktadır.

Dünyanın en iyi satranç oyuncularından Gary Kasparov'un da satranç kurallarını hayatın ta kendisine uyarlayan kitaplarında tekrar tekrar vurguladığı üzere, satrançta amaç; merkezdeki şahı devirmek, rakibi doğrudan alt etmektir.

Bu düşünce, sert güç kullanımını ve karşıdakini ivedilikle saf dışı bırakmayı öncelemektedir. Oysa Çin, uzun tarihi boyunca farklı bir strateji geleneği geliştirmiştir.

Çin'in devlet aklı, Sun Tzu'nun "Savaş Sanatı" adlı eserinde de vurguladığı gibi, zaferi savaşmadan kazanmayı, doğrudan çarpışmadan üstünlük sağlamayı esas almıştır.

Bu anlayışın ete kemiğe bürünmüş hali de satrançta değil, Go oyununda vücut bulmuştur.

Bilindiği üzere Go, merkeze saldırmak yerine çevreyi sabırla kuşatma, rakibin alanını daraltma ve zamanı kendi lehine kullanma oyunudur.  

Çin'in son 40 yıldaki küresel hamleleri, tam da bu oyunun stratejisine uygun şekilde yürütülmüştür.  

Sert darbeler yerine yumuşak hamleler tercih edilmiş, coğrafyalar doğrudan işgal edilmeden ekonomik ve kültürel olarak çevrelenmiştir.

Bu yaklaşım, Batı'nın alışık olduğu rekabet biçimlerinden oldukça farklıdır ve bu nedenle rahatsızlık yaratmaktadır. 

Örneğin, Asya'dan Afrika'ya, Avrupa'dan Latin Amerika'ya kadar uzanan Çin menşeli etki alanı koridorları, Batı'nın yaptığı gibi askeri üslerle değil; limanlarla, demir yollarıyla ve kredilerle örülmüştür.

Aynı şekilde Konfüçyüs Enstitüleri, kültürel diplomasi faaliyetleri ve burs programları gibi yumuşak güç yatırımlarıyla Çin; hedef kitlesine yalnızca meta satmayı hedeflememiş, aynı zamanda Çin tarzı hoşgörü ve weltanschauung (dünya görüşü) ihraç etmeyi başarmıştır.

Birçok Avrasyacı düşünürün de sıklıkla vurguladığı üzere ABD, uzun süre boyunca bu tür yumuşak güç araçlarını kendi tekelinde görmüş ancak Çin'in özellikle "Küresel Güney"de yarattığı çekim alanı karşısında bu üstünlük sorgulanır hâle gelmiştir.

Sonuç olarak, Çin'in yeni nesil "rıza imalatı" stratejileri, yalnızca ekonomik ya da diplomatik değil; aynı zamanda asırlık Batılı "hasımlarına" sembolik bir meydan okumadır.

Ünlü bir Çin atasözünün de söylediği gibi:

Geleceğin tüm çiçekleri, bugünün tohumları içindedir.

 

 

* Dr. Batuhan Yıldız, Nottingham Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisansını İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, Doktorasını ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nde tamamlamıştır. Toplumsal yapı araştırmaları, gündelik hayatın sosyolojisi, Çin, Orta Doğu ve Post-Sovyet ülkelerinin içtimai tarihi uzmanlık alanları arasındadır. Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde doktor öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır.

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU