DEAŞ, bilardo, İngiliz Anahtarı

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

“Amerika, Rusya, Türkiye, Suriye... Bunca devlet ve örgüt tankıyla topuyla birbirine girmişken, bu sırat-ı müstakimde bilardo da nereden çıktı?” demeyin.

Biraz sabırlı olun!

Urfa'da Oxford olmadığı için İbrahim Tatlıses okumadı, ama biz Diyarbekir'de kolej olduğu için okuduk.

Yine Urfa'yı bilmem ama Diyarbekir'de bilardo salonu da olduğu için az buçuk bilardo da oynadık.

Pek bir mesafe kat edemedikse de en azından usta oyuncuları seyretme, feyiz alma fırsatı bulduk. 

Siyasette grift konuları anlatmak için çoğu kez semboller ve metaforlar kullanılır.

Diplomasi ve uluslararası siyaseti izahta kullanılan en yaygın metafor satrançtır. Birçokları siyaseti satranca benzetir.

Satrançta usta bir oyuncunun en az 4-5 hamleyi hesaplaması, öngörmesi gerekir. Bunu 7 hamleye kadar çıkaranlar da vardır.

Çocukluktan delikanlılığa geçtiğimiz yıllarda, Diyarbekir Ulu Camii etrafındaki, tavla ve kağıt oyunlarının yasak olduğu çayhanelerde, büyüklerimizin alçak kürsülerde; taşları şalvarlarının ağına dizerek oynadıkları dominoyu seyrederdik.

Oyundan ziyade şakalaşmalarından, birbirlerine takılmalarından, kızmaları ve kızdırmalarından büyük keyif alırdık.  

Bizim gibi yeni yetmeler için dominonun bir üst durağı dama, en son durağı ise satrançtı.

Satrancı çoğunlukla medrese mezunu ağır mollalar oynar, bazen bir hamle için en az on-onbeş dakika düşünürlerdi.

Egeli kızanların zeybek oynamalarını seyreden muzip bir arkadaşımızın “Bunlar bir ayaklarını kaldırıp, indirinceye kadar Lazlar iki oyun bitiriyorlar, bu kadar düşünsem ben daha güzel oynarım” dediği gibi kimin bir satranç oyununda iki-üç saat düşünecek tahammülü vardı ki!

Bu kadar düşünüp, kafa yorsaydık hemşerimiz Savurlu Aziz Sancar'dan elli yıl önce Nobel'i Diyarbekir'e getirirdik! 

Kısa bir zaman sonra Ulu Camii çayhanelerinden sıkılan sabırsız ve hercai arkadaşlarımızın çoğu, kendilerini şehrin diğer semtlerindeki oyunlu kahvelere attılar.

Ancak Poker, Briç, King, Pis Yedili gibi “sosyete” oyunlarından da fazla bir zevk almadılar. 

Bu gibi oyunlar daha çok Devlet Su İşleri, YSE, Karayolları Bölge Müdürlüğü gibi kurumların lokallerinde oynanırdı.

Bizim nesil, adeta ikinci evimiz olan kahvelerde, Mardinlilerin 'Piniker', Diyarbekirlilerin 'Nezere' dedikleri 'Hoşkin' profesörü oldu çıktı!

“Bilardoya ne oldu?” demeyin!

Anlatacağım;

Benim hatırladığım Diyarbekir'deki bilardo salonu aklı evvel bir valinin, surların Dağ Kapı tarafında 1930’larda yıktırdığı kesimde kalan tek burcun çaprazında, caddeyi İnönü Caddesi'ne bağlayan sokağın içinde, sol tarafındaydı.

O günün şartlarında modern ve güzel bir salondu.

Çoğunuzun bildiği gibi bilardonun özeti masa üzerindeki topları, bilardo sopası 'İsteka' ile masadaki deliklerden içeri sokmaktır.

Uzun uzadıya sizlere bilardo oyununu anlatacak değilim. 

Benim asıl anlatmak istediğim, bilardo oyununda en çok sevdiğim ve hayretler içinde kaldığım hamle.

Bizim gibi beceriksiz ve acemiler, masadaki deliğin karşısına geçip, önündeki en yakın topu hedefe ulaştırmaya çalışırken; usta oyuncular bunun tam tersini yaparlardı.

Deliğin tam zıt istikametinde bir topa vuruş yapar, bu top bir köşede başlarına gelecekten habersiz, sessiz sakin, yan yana duran 4-5 topa çarpar, darmadağın olan bu toplar; her ne hikmetse geride kalan deliğe doğru harekete geçer ve deliğe yakın bir iki topu da önlerine katarak delikten içeri girerlerdi.

Bu müthiş vuruşu, açı, hız ve sürtünme uzmanı en ünlü geometri ve fizik hocaları bile inan edin yapamazlar!

DEAŞ'ı ortaya çıkışından itibaren izlemeye başladım.

DEAŞ için 'İngiliz Anahtarı' tabirini ilk olarak ben kullandım. 

Gazete kupürleri, arşivlerde duruyor. Benden sonra bu benzetmeyi dillerine pelesenk eden intihalcilerin hiçbiri 'patent hakkımı' vermediler!

DEAŞ, Şengal Dağı'nda yüzyıllardır kendi hallerinde, kimsenin tavuğuna kış demeden yaşayan gariban Ezidilere saldırdığı vakit önce nedenini anlayamadım.

Bir müddet sonra “Muhteşem Bilardo Vuruşu” aklıma geldi ve birbirlerine çarpan topları takip etmeye başladım.

DEAŞ'ın açılımı Arapça “Devletül İslamiyye Fil Irak Veşşam” yani Irak ve Şam İslam Devleti.

Adı ve hedefi Irak ve Şam olan bir örgüt her ne hikmetse Bağdat ve Şam'a tek mermi atmadan, yönünü tam ters istikamete, Irak ve Suriye'nin kuzeyine çevirdi!

Belasını Kürtlere sürdü!

Bilardo masasındaki toplar hareketlendikçe oyun anlaşılmaya başlandı.

İslam ve Müslüman imajları yerle bir oldu.

21. Yüzyılın en iğrenç olayları Şengal'de yaşandı.

DEAŞ, önce hiçbir “alacak verecekleri olmayan” Kürt Ezidilere saldırdı. 

Ezidi kadın, çocuk ve kızları tecavüze uğradı, pazarlarda satıldı, erkeleri hunharca öldürüldü.

Sonra PYD'li Kürtlere savaş açtılar ve Kobani önlerine kadar geldiler.

Kobani önlerinde ABD uçakları DEAŞ'ı bombalayınca, Kürtler “Biji Obama” sloganları atmaya başladılar.

Velhasılı kelam;

Ezidileri soykırıma uğratan, kafa kesen, sakallı sarıklı tecavüzcü “İslamcılar”“Barbar İslamcılara” karşı savaşan, laik seküler “Çağdaş” genç kızlar ve erkelerden oluşan PYD'liler;

Ve Bingo!

Biji serok Obama!

Kobani'de son nefeslerini vermek üzere olan Kürtleri son anda kurtaran ABD!

Ne Ezidiler uğradıkları felaketin esas hedefinin PKK'yi Şengal'e yerleştirmek olduğunu;

Ne de anlı şanlı Kürt siyasetçileri asıl amacın ABD'nin bölgeye yerleşmesi olduğunu anlayabildiler.

Açılım sürecinde, hendekler ve demokratik özerklik ilanlarında tartıştığımız bu işleri iyi bildiklerini iddia eden ‘Büyük Kürt siyasetçiler’ ise şöyle diyorlardı;

Siz bu işleri bilmezsiniz, büyük devletlerin desteği olmadan bir şey yapmak mümkün değil,

Ortadoğu haritaları yeniden çiziliyor, Türkiye'deki kayıplar geçicidir;

Bugün için en önemli olan Suriye’deki kazanımlarımızdır.


Türkiye içindeki İttihatçı artıkları ile içte ve dışta beraber çalışanlar, çözüm sürecini birlikte berhava ederek, Suriye'ye kurban ettiler.

Suriye'nin, “Rojava Devrimi’nin” ise ne hale geldiği ise ortada!

21. Yüzyılda dünyaya örnek olacak bir 'Müslüman Demokrasi' inşa etmeleri beklenenler ise kafalarını 'Han-ı iştiha' ile önlerindeki sofralardan kaldıramadılar!


Lafı çok uzatmayalım.

Geldiğimiz noktada bir muhasebe yapacak olursak;

Son iki yüz yıldır oyun kurma yeteneğini kaybeden, sadece büyük bedeller ödeyerek ancak oyun bozabilen Türkiye ne kazandı?

Kürtler ne kazandı, Müslümanlar ne kazandı?


Veya soruyu tersten soralım Türkiye neler kaybetti?

Kürtler neler kaybetti?

Müslümanlar neler kaybetti?

Cevabı siz verin!

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU