Donald Trump, Avrupalılardan ne istiyor?Bu, Amerikan başkanları hakkında hiç sormak zorunda kalmadığımız bir soruydu. Çünkü Eisenhower, Kennedy, Nixon, Reagan, Clinton ve hatta biraz aşırı olduğunu düşündüğümüz George W. Bush bile çok netti.
Birleşik bir Avrupa'nın NATO'da Birleşmiş Devletler'in özgür ve güçlü bir müttefiki olmasını, "Batılı değerleri" savunmasını, Soğuk Savaşı hafifletmesini ya da kazanmasını veya uzun vadede Ruslarla bir arada yaşamaya çalışırken, Doğu Avrupa'yı Sovyet işgalinden kurtarmasını istiyorlardı.
Birbirimize hakaret etmezdik ve hiçbir ABD lideri, Londra'yı kimin yönettiğine kafayı takmadığı gibi sakin mizaçlı bir belediye başkanını "kötü ve iğrenç" diye nitelemedi. Trump, "Khan" adını (Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan'dan bahsediliyor -çn.) ağzına almaya bile tahammül edemiyor. Ronald Reagan'ın zamanında Ken Livingstone (Londra'nın ilk belediye başkanı -çn.) hakkında kötü sözler söylediğini hayal edebiliyor musunuz? Jimmy Carter'ın Almanya'nın "medeniyetten silinip gitme" tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını söylediğini veya "Dubya"nın (eski ABD Başkanı George W. Bush'un takma adı -çn.) İsveç'teki ifade özgürlüğü hakkında yakındığını gözünüzün önüne getirmeye çalışın.
O dünya artık yok. Başımıza gelenlerle, Trump'ın Amerikası'nın en ufak bir askeri ittifak ve koruma karşılığında bile ne isteyip beklediğiyle tüm boyutlarıyla yüzleşmemiz gerek.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Trump’ın ilk ve en acil talebi, işgal ve savaş suçları hiç yaşanmamış gibi Ukrayna’yı yalnız bırakıp Vladimir Putin’le dostluk kurmamız. Ya da yeni ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin ifadesiyle "Avrupa'da istikrarı sağlayacak koşulları ve Rusya'yla stratejik istikrarı yeniden tesis etmemizi" talep ediyor. Biz "çok konuşan zayıf liderlerden" muzdarip "çürüyen ülkelerden" oluşan bir kıtayız. Belki de öyle ancak bu liderleri seçimle işbaşına getirip görevden almak biz Avrupalılara kalmış. Washington veya Moskova'nın müdahalesini ne istiyoruz ne de buna ihtiyacımız var.
Bizim daha çok Trump'ın Amerikası veya Viktor Orban'ın Macaristanı (Orban, onun en sevdiği Avrupalı) gibi olmamızı istiyor. Trump, "DEI"ya (Çeşitlilik, Eşitlik ve Kapsayıcılık anlamına gelen Diversity, Equity, and Inclusion'ın kısaltması -çn.) göçmenliğe ve "medeniyet özgüvenine ve Batı kimliğine" karşı tutumumuzda MAGA ideolojisini daha fazla benimsememizi istiyor; göçü kısıtlamamızı, iklimbilimini reddetmemizi ve Amerikan kurallarıyla yasalarına uyup bunları benimsemeyi kabul etmemizi istiyor. "ABD teknolojisi ve ABD standartlarının özellikle yapay zeka, biyoteknoloji ve kuantum bilişim alanlarında dünyayı ileriye götürmesini sağlamak istiyoruz." Brüksel'in etkisiz hale getirilmesini istemelerine şaşmamalı.
Görünüşe göre, "ifade özgürlüğü" namına ırkçı ve din karşıtı nefretin kışkırtılmasını yasallaştırmamızı istiyor. ABD Anayasası'nın Birinci Ek Maddesi'ni (First Amendment) benimsememiz gerektiğini düşünüyor. Belki hepimiz silah sahibi de olmalıyız.
Trump, bu küçük ülkelerin seçmenlerinin ne istediğiyle pek ilgilenmiyor gibi. Aksine Amerika, Trump’ın isteklerini hayata geçireceğine inandığı radikal sağcı liderleri destekleyecektir. Bu, ABD Ulusal Güvenlik belgesinde "Avrupa ülkeleri içinde Avrupa'nın mevcut gidişatına karşı direniş oluşturulması" şeklinde açıkça tanımlanıyor.
Ödün vermezsek savunulmaya değer değiliz demektir. Sosyal medya şirketlerinin ırkçı nefreti ve tıbbi konularda dezenformasyonu yaymasını durdurmak istersek, Avrupa'da konuşlanmış Amerikan askerleri ve füzeleri olmadan idare etmek zorundayız. Trump'ın isteklerine uymazsak zaten gümrük vergileri ve yaptırımlarla karşı karşıya kalıyoruz, artık bir de bizi Putin'le tehdit ediyor.
Bunu başka türlü yorumlamak mümkün değil. Avrupa Birliği'nin (AB) kolektif gücü, Amerika'nın bu güç gaspı girişiminin önünde bariz bir engel teşkil ediyor. Bu nedenle Trump, II. Dünya Savaşı sonrası ABD politikasının tam tersine AB'yi ortadan kaldırmak istiyor:
Biz ulusların egemenlik haklarını savunuyoruz, egemenliği zayıflatan en müdahaleci ulusötesi kuruluşların saldırılarına karşı çıkıyoruz ve bu kurumların, bireysel egemenliği engellemek yerine desteklemesi ve Amerikan çıkarlarını daha fazla ilerletmesi için reformdan geçmesini istiyoruz.
Daha önce de uyarılmıştık. Bir yıldan az bir süre önce o zamanki ABD Başkan Yardımcısı adayı JD Vance (geleneksel anlamda "Batılı müttefikler" diye düşündüğümüz ülkelerin bir araya geldiği samimi bir toplantı olan) Münih Güvenlik Konferansı'na katılmış, eski düzenin en zayıf noktasına darbeyi indirmişti. Bir araya toplanan batılı güvenlik kurumlarının üyeleriyse Vance'in, Franklin Roosevelt ve Winston Churchill'in 1941'de Atlantik Bildirisi'ni imzalamasından bu yana dayanışmayı güçlendirmek için yapılan her şeyi altüst edişini ağızları açık dinlemişti.
Değerlerimiz artık ortak değil. Trump'ın muhtemel halefi şöyle demişti:
Avrupa'nın karşı karşıya olduğu tehditler arasında beni en çok endişelendiren Rusya, Çin ya da başka bir dış aktör değil. Beni endişelendiren, içeriden gelen tehdit, Avrupa'nın en temel değerlerinden bazılarını, Amerika Birleşik Devletleri'yle paylaştığı değerleri terk etmesi.
Bize göre değerlerimiz olduğu gibi duruyor JD, asıl Amerika'da işler ters gitmiş gibi görünüyor. Dolayısıyla Avrupa ülkelerinin bağımsızlığına ve halklarımızın haklarına yönelik tehdit artık Amerika'dan da geliyor. Amerika, bize Trumpçılığı dayatmak için giderek daha düşmanca bir tutum sergiliyor ve bunu kabul etmezsek bizi Putin'in insafına terk edeceği tehdidinde bulunuyor.
Avrupa'da çok uzun süredir kendimizi kandırıyoruz. Trump yönetimi açık sözlü davranarak bize geçmişin saçmalık olduğunu söyledi:
Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından Amerikan dış politika elitleri, tüm dünya üzerinde kalıcı hakimiyet kurmanın ülkemizin çıkarlarına en uygun şey olduğuna kendilerini ikna etmişti. Oysa diğer ülkelerin işleri, yalnızca faaliyetleri doğrudan çıkarlarımızı tehdit ediyorsa bizi ilgilendirir.
Amerika artık müttefik değil. Amerika taraf değiştirdi. Artık yok. Amerika bize göz kulak olmayacak. Ukrayna'ya yardım etmeyecek ve herkese sırtını dönebilir. Hâlâ Trump'ın Estonya'yı kurtarmak için Rusya'yla savaşa gireceğini hayal ediyoruz. Bu saçma. Başkan, Windsor Kalesi'ndeki bir ziyafete veya Şanzelize'deki büyük bir geçit törenine geldiğinde, eski taş duvarlar ve Ortaçağ halıları arasında sıcak sözler yankılandığında, biz Avrupalılar ortak değerlere dayanan birliğin parçası olduğumuza inanmak istiyoruz.
İskoç ve Bavyera kökenli Trump'ın derinlerde yumuşak başlı, makul ve sanıldığı kadar kötü biri olmadığını hayal ediyoruz. Ne var ki sonra Washington'a dönüp, Ulusal "Güvenlik Stratejisi" kadar alçakça ve haince bir şey yumurtluyor, çokkültürlü toplumlarımızı küçümsüyor ve Amerikan şirketlerinin yasalarımızı çiğnemesine izin vermemizi emrediyor, yoksa...
Aslında Trump'ın değerleri, Avrupa'nın ilerici liberal demokrasilerinin değerlerinden çok Putin, Şi ve Suud Hanedanı'nın değerlerine yakın. Biz Avrupalıların çoğu onun doğal müttefiki değiliz, öyleyse neden bizi savunsun ki? Onun MAGA hareketi, Hitler'i "havalı" bulan, gururla İslamofobik davrandığı kadar antisemitik de olan "groyper'larla" (ABD'de radikal sağcı ve beyaz üstünlükçüsü bir grup -çn.) dolup taşıyor. Hayır, kalsın teşekkürler.
Biz aksini düşünmeyi tercih etsek de Amerika, kendi iradesiyle hızla Avrupa için stratejik bir tehdit haline geliyor. Uyanmamız lazım. İşlerin değiştiğini anlamamız için Trump daha ne yapmalı?
Independent Türkçe için çeviren: Yasin Sofuoğlu
© The Independent