Bugün Venezuela, yarın ABD'nin güvenliğini tehdide cüret eden herkes

Dejevsky'ye göre ABD'nin Venezuela'ya ait bir petrol tankerine özel harekat kuvvetleriyle gösterişli biçimde el koyması, dünyaya daha az, kendi yarımküresine daha çok polislik etmeyi öngören yeni ve sert dış politikasının bilinçli bir gösterisi

"ABD'nin Venezuela ve çıkarlarına yönelik saldırıları, Trump'ın ikinci dönem dış politikasının uygulamadaki ilk örneği olarak görülebilir" (X/@AGPamBondi)

Donald Trump, başka bir çocuğun oyuncağını kapıp bunun "şimdiye dek ele geçirilenlerin en büyüğü" olduğunu övünerek söyleyen küçük bir çocuk kadar heyecanlı görünüyordu. Ne yazık ki bu durumda "o" bir oyuncak değil, Batı dünyasının çoğu tarafından bir korsanlık eylemi olarak görülen askeri bir operasyonda binilip ele geçirilen bir petrol tankeriydi.

ABD Adalet Bakanı, tankerin "yabancı terör örgütlerini destekleyen yasadışı bir petrol nakliye ağına dahil olması nedeniyle" ABD'nin yaptırım listesinde olduğunu ve Venezuela'dan Küba'ya doğru yol aldığının görüldüğünü söyledi. Ancak ABD'nin birincil hedefinin yakıt kıtlığı çeken Küba mı, siyasi açıdan zor durumdaki Venezuela mı, yoksa tankerin kendisi mi olduğu net değil. Bu hedeflerin herhangi biri ya da hepsi, muhtemelen Trump'ın Beyaz Sarayı'na çok yakışır.

ABD'nin, iradesini Venezuela'ya dayatmak için daha ne kadar ileri gidebileceği henüz belli değil. Halihazırda, uyuşturucu kaçakçılığı yaptıkları iddiasıyla Karayip Denizi'nde bir düzineden fazla gemiyi batırdı ve Venezuela'nın hava sahasının kapatıldığını ilan etti. Nihai adım Trump'ın, hileli bir seçimden gayrimeşru bir şekilde menfaat elde ettiği düşünülen Devlet Başkanı Nicolas Maduro'yu ya baskıyla ya da zorla iktidardan indirmesi olur.

Buradaki risk, ABD seçmenlerinin böylesine sert bir eylem için çok az iştah barındırması ve Trump'la Cumhuriyetçi Parti'nin dış tehditlerin sembolü olarak kullanarak siyaseten fayda sağlayabilecekleri bir yerde bırakabilecekleri Maduro'nun, ABD ara seçimlerine bir yıldan az bir süre kala yapılacak başarısız bir operasyonla onlara çok daha büyük bir yük oluşturacak olmasıdır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

ABD'nin Venezuela ve çıkarlarına yönelik saldırıları, 4 Aralık'ta yayımlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinde çerçevesi çizilen, Trump'ın ikinci dönem dış politikasının uygulamadaki ilk örneği olarak görülebilir. Anlaşılır bir şekilde Atlantik'in bu tarafında stratejiye dair en çok dikkat çeken şey, (ABD'ye göre) Avrupa kıtasının büyük bir kısmının izlediği yönelimlere karşı gizlenmeyen küçümsemeydi. Sonuçlardan biri, Avrupalıların ABD'ye bel bağlamak yerine kendi güvenliklerini kendileri sağlamaları gerektiğiydi. Bunu diğer ABD yönetimleri de öne sürse de bu kadar pervasızlıkla dile getirip aciliyet hissi yaratmıyorlardı.

ABD'nin Ukrayna'dan başlayarak Avrupa'yı yüzüstü bırakacağı, güvenlik teminatlarına gelecekte güvenilemeyeceği de yapılan çıkarımlar arasında vardı. NATO Genel Sekreteri Mark Rutte'nin "Biz /Avrupalılar/Rusya'nın bir sonraki hedefiyiz" uyarısı, en azından kısmen, Avrupa savunma kurumunun paniklemiş tepkisini yansıtıyordu.

Bununla birlikte belki de en dikkat çeken şey, belgenin ABD ve gelecekteki güvenlik politikası hakkında söyledikleriydi zira bir süredir görünen ancak tek bir ifadeyle dile getirilmeyen bir vizyonu ortaya koydu.

İşin özü Trump, Güneydoğu Asya'dan Orta Afrika ve Ortadoğu'ya kadar yapılan barış anlaşmalarıyla övünse de ABD, küresel polisliği bırakma niyetinde. ABD, 1823 Monroe Doktrini'nin 21. yüzyıl versiyonunda kendisinin ve Batı yarımküresinin güvenliğine öncelik verecek.

Trump'ın diline doladığı tüm bu barış anlaşmaları, yarım kalmış işleri bir sonuca bağlayıp ayrılma girişimi olarak görülebilir. Bu, Trump'ın Ukrayna'daki savaşı sona erdirme yönündeki mevcut çabalarının ardındaki aciliyeti açıklayabilir. Hâlâ Ortadoğu'da yapılması gereken işlerin olduğunu görüyor ama genel mesaj açık: Elveda.

Böylece Trump yönetiminin güvenlik önceliği, Amerika kıtası oluyor ve bu da ikinci döneminin ilk haftalarında Grönland ve Panama hakkında söylediklerinin yanı sıra halihazırda Venezuela'yı hedef almasına ışık tutuyor. Britanyalıların ve Avrupalıların bu yeni ABD Güvenlik Stratejisi'ni Trump'a özgü olarak görmesi onlara teselli verebilir. Monroe Doktrini'nin İkinci Versiyonu'nun Trump'la birlikte gözlerden kaybolacağını umut edebilirler.

Ancak elbette ki yakın geçmişe dair hafızada ABD'nin Orta ve Güney Amerika'ya müdahale ettiği tek olay bu değil. Nikaragua'yı, El Salvador'u, Şili'yi ve tabii ki Küba'yı hatırlayın. Özellikle Britanyalılar, "özel ilişki" sahibi olduğumuz partnerimizi, Arjantin'le Falkland Adaları için yapılan savaşta Birleşik Krallık'ı desteklemeye ikna etmenin ne kadar zor olduğunu hatırlayabilir, ABD'nin haber vermeden (Birleşik Krallık kontrolündeki) Grenada'ya yaptığı askeri müdahaleden bahsetmiyorum bile. ABD, şu anda bir istisna oluşturmak yerine, gelecekteki yönetimleri de yönlendirecek bir şekilde, çok geleneksel bir yarımküre gücü olmaya geri dönüyor olabilir. Acaba istisnai olan, ABD'nin Avrupa'da savunma varlığı bulundurmaması değil de tam tersine bulundurması olmasın?

Bu, yarımküre gücü olmanın sorunsuz ilerleyeceği anlamına gelmesin. Yükselen bir Brezilya ya da işbirliğine yanaşmayan bir Kanada'yla ABD nasıl başa çıkacak? Çin, Pasifik'teki nüfuzunun sınırlarını gelecekte nerede görecek? Tek bir yarımküre bile ABD'yi meşgul tutmaya gayet yetebilir hem barış zamanında hem de gerekli görülürse savaş zamanında.

 

independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Eren Umurbilir

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU