Ekim ayının son haftasında, Sudan'ın kuzeyindeki El Faşir kentinde yaşanan yoğun saldırılarda, yalnızca birkaç gün içinde iki binden fazla insan katledildi.
Sudan'ın dünya gündemine girebilmesi ancak bu katliam sonrası mümkün olabildi.
Haber bültenlerinde, gazetelerde ve sosyal medya paylaşımlarında 2 buçuk yıldır süren trajediye kısa da olsa yer verildi.
Bazı ülkelerde, sayıları az da olsa duyarlı insanlar bir araya geldi; yaşanan insani felakete dikkat çekmek için protestolar düzenledi.
Oysa dünya, 15 Nisan 2023'ten bu yana binlerce insanın katledildiği, milyonlarcasının yerinden edildiği, kadınların tecavüze uğradığı, çocukların açlık ve yoklukla mücadele ettiği Sudan trajedisine bugüne kadar kulak tıkamıştı.
Ancak Cancavit milislerinin gerçekleştirdiği katliamların görüntüleri yayımlandığında dünya bir anda "uyanır" gibi oldu.
Yani uluslararası kamuoyu, Sudan halkının çığlığını duymak için önce ölümün sayısal olarak "yeterince büyük" olmasını bekledi.
Ne var ki bu "ani uyanış", Gazze'de yaşanan soykırımın gündemdeki yerini bir süreliğine gölgeledi.
Peki, yine Afrika'nın kalbinde yaşanan bir başka görünmeyen trajediye dikkat kesilmek için birkaç gün içinde kaç bin insanın daha ölmesini bekleyeceğiz?
Dünya ne zaman Kongo halkı için harekete geçecek?
Elimizden düşürmediğimiz telefonların, bilgisayarların, elektrikli araçların en kritik bileşenlerini çıkaran eller artık alın terini ve gözyaşını silmekten yoruldu.
Temiz enerjiye geçişi hızlandırmak adına madenlerin yağmalandığı bu ülkede, kadınlar defalarca ailelerinin gözleri önünde istismar ediliyor.
Yapay zekâ ile eğitimi dönüştüren dünyamızda, maden ocaklarında zorla çalıştırıldıkları için okula gitme hakkından mahrum edilen çocuklar var.
Ve sömürgeci düzene itiraz ettikleri anda hayattan koparılan binlerce masum Kongolu…
Peki, bu insanlar ne zaman gündem olacak?
Kongo'nun çığlığını duymamız için, yine binlerce canın bir anda yok olmasını mı bekleyeceğiz?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Kongo'da neler oluyor?
Bağımsızlığını kazanmadan önce Belçika kralı II. Leopold'un kişisel mülkü olarak yönetilen ve doğal kaynaklarıyla insan gücü acımasızca sömürülen Kongo, o dönemde on milyon insanın ölümüne sahne olmuştu.
Bugün Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC), o karanlık geçmişin yankılarını hâlâ taşıyor.
Ülke halkı 30 yılı aşkın süredir dünyanın en derin ve en uzun insani krizlerinden biriyle karşı karşıya.
Kongo'daki mevcut çatışmaların kökleri, 1990'ların başında Ruanda'da yaşanan etnik (Hutu-Tutsi) gerilime kadar uzanıyor.
1994'te Ruanda'da yaşanan soykırımın ardından sınırı aşan silahlı gruplar, 1996'da Kongo'nun doğusunu işgal etti.
Bu işgal, tarihe "Birinci Kongo Savaşı" olarak geçti ve yaklaşık 500 bin insanın ölümüne neden oldu.
Sadece 2 yıl sonra, bölgedeki diğer ülkelerin de taraf olduğu daha büyük bir çatışma patlak verdi: İkinci Kongo Savaşı.
1998'de başlayan bu savaş, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra insanlık tarihinin en ölümcül çatışması olarak kayıtlara geçti.
Bugüne kadar 6 milyondan fazla insan hayatını kaybetti, 7 milyondan fazla insan ise evini terk etmek zorunda kaldı.
Bugün ise bu savaşların mirası olan kaos ortamı, özellikle Doğu Kongo'da varlığını sürdürüyor.
Bölge, zengin maden kaynakları nedeniyle 120'den fazla silahlı grubun kontrol mücadelesine sahne oluyor.
Bu gruplar köyleri basıyor, halkı korkuyla yerinden ediyor, kadınlara ve çocuklara savaş stratejisinin bir parçası olarak sistematik biçimde tecavüz ediyor.
Milyonlarca insan, mülteci kamplarında açlık, hastalık ve şiddetle iç içe, insanlık dışı koşullarda hayatta kalmaya çalışıyor.
Uluslararası medya ise Kongo'daki krizi çoğu zaman yüzeysel bir biçimde ele alıyor.
Haberler, meseleyi "terörle mücadele" veya "etnik çatışma" başlıkları altında veriyor.
Krizin kökünde yer alan Kongo'nun yeraltı zenginlikleri küresel güçlerin suskunluğunun gerçek nedenini oluşturuyor.
Kaynak laneti
Kongo Demokratik Cumhuriyeti, dünyanın en zengin yeraltı kaynaklarına sahip ülkelerinden biri.
Ülke, özellikle elektronik endüstrisi için vazgeçilmez bir maden olan koltan rezervlerinde dünya lideri konumunda.
Koltan; telefonlardan bilgisayarlara, elektrikli araçlardan yapay zekâ donanımlarına kadar her şeyin temel ham maddesi.
Bunun yanı sıra ülke bakır, kobalt, altın, elmas ve nadir toprak elementleri açısından da olağanüstü bir zenginliğe sahip.
Fakat Kongo'nun zenginliği, halkı için bir bereket değil, bir lanet haline geldi.
Bu yüzden ülke, ekonomik literatürde sıkça geçen "kaynak laneti" (the resource curse) kavramının en acı örneklerinden biri olarak gösteriliyor.
Topraklar ne kadar zenginse, o topraklarda yaşayan halk da bir o kadar yoksullaşıyor.
Kongo'nun doğal zenginlikleri yalnızca madenlerle sınırlı değil.
Kongo Havzası, Amazon'dan sonra dünyanın en büyük ikinci yağmur ormanına ev sahipliği yapıyor.
Kongo Nehri'nin gücüyle beslenen Inga Şelaleleri, ülkenin hidroelektrik potansiyelini eşsiz kılıyor.
Çin'in öncülüğünde yürütülen Grand Inga Barajı Projesi, bu potansiyeli devasa bir enerji üretim merkezine dönüştürmeyi amaçlıyor.
Ancak bu proje tamamlandığında, üretilen elektriğin büyük bölümü Kongo halkına değil, Çinli şirketlerin işlettiği madenlere ve Güney Afrika gibi ülkelere satılacak.
Ülke zenginlik içinde yüzerken halk karanlıkta yaşıyor.
Nüfusun yüzde 85'i hâlâ elektriğe erişemiyor.
Bu da Kongo'nun sömürüsünün yalnızca geçmişte kalmadığını, bugün de farklı maskelerle devam ettiğini gösteriyor.
Kongo'daki maden ocaklarının çoğu, başta Çin olmak üzere Batılı ülkeler ve İsrail menşeli şirketler tarafından işletiliyor.
İsrailli milyarder Dan Gertler, bu sistemin en bilinen isimlerinden biri.
Gertler'in Kongo'nun madenlerinden elde ettiği devasa serveti sürekli olarak büyüyor.
İsmi, çok sayıda yolsuzluk ve insan hakları ihlali dosyasında geçmesine rağmen Gertler faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyor.
O ve onun gibiler, Kongo'nun yer altı zenginliklerini diledikleri gibi yağmalıyor.
Çok uluslu şirketler, aralarında çocukların da bulunduğu binlerce insanı hiçbir güvenlik önleminin sağlanmadığı madenlerde köle gibi çalıştırıyor.
Üstelik sadece düşük ücret değil, açlık, şiddet, cinsel istismar ve ölüm de bu sömürü zincirinin bir parçası.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan maden ocağı çökmesi, bu ölümlerin ne denli "sıradan" ve "beklenen" olduğunun trajik bir kanıtı.
Maden şirketleri nezdinde insan hayatı, çıkarılan madenlerden daha değersiz.
Bu kaza, uluslararası tedarik zincirlerinin ucuz maliyetlerle beslenebilmesi için göze alınan bedellerden yalnızca bir tanesi.
İsyancı gruplar ve dış destekçiler
Bugün Kongo'nun doğusunda faaliyet gösteren 120'den fazla silahlı grup, ülkedeki istikrarsızlığın ana kaynağı.
Görünürde bu grupların çoğu Ruanda ve Uganda tarafından destekleniyor.
Fakat Kongo'nun 90'da biri kadar küçük bir ülke olan Ruanda'nın, böylesine devasa bir savaş makinesini kendi başına finanse etmesi mümkün mü?
Elbette hayır. Ruanda, aslında büyük güçlerin güdümünde paravan bir devlet.
Ruanda üzerinden yürüyen bu kirli sistemin arkasında Batılı ülkeler, Amerika Birleşik Devletleri, Çin, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi küresel aktörler bulunuyor.
Bu ülkeler, doğrudan maden sömürüsüyle suçlanmamak için Ruanda'yı paravan olarak kullanıyor.
Kongo'nun doğusundaki madenler silahlı grupların kontrolünde.
Bu gruplar, ellerindeki madenleri Ruanda üzerinden kaçak yollarla çıkarıyor.
Ardından tonlarca kaçak maden önce Birleşik Arap Emirlikleri'nde "aklanıyor" ve oradan diğer Avrupa ülkelerine gönderiliyor.
Kongo halkı ise bu çirkin tedarik zincirinin paslı halkalarında hayatlarını tüketiyor.
Haziran ayında, ABD ve Katar öncülüğünde Ruanda ile Kongo arasında bir "barış anlaşması" imzalandı.
Ancak bu anlaşmanın amacı barıştan ziyade, Amerikalı şirketleri Kongo'nun madenlerine yaklaştırmaktı.
Cumartesi günü Doha'da Kongo hükümeti ile M23 isyancı grubunun imzaladığı yeni "çerçeve anlaşması" da benzer bir tabloyu tekrar ediyor.
Anlaşma, kapsamlı bir barış metninden ziyade, gelecekte müzakere edilecek maddelere kapı aralayan diplomatik bir yol haritası niteliği taşıyor.
Sahadaki gerçeklik ise değişmiyor: silahlar susmuyor, sadece siyasi açıklamalar çoğalıyor.
Sessiz bir savaşın gölgesinde
Evet, bugün Kongo'da -Sudan'da ya da Gazze'de olduğu gibi- her gün onlarca, yüzlerce insan bombalarla, füzelerle, silahlarla öldürülmüyor.
Bu topraklarda savaşın ritmi yavaş.
Burada insanlar, sessizliğin içinde ölüyor.
Çatışmalarda hayatını kaybedenlerin çoğu kayıtlara bile geçmiyor.
Açlıktan ölenlerin, hastaneye ulaşamadığı için basit hastalıklardan yaşamını yitirenlerin, sistematik tecavüze uğrayıp utançla intihar eden kadınların, maden göçükleri altında kalarak can verenlerin, iltica yolunda açlığa ve susuzluğa yenilen çocukların hiçbirinin adı istatistiklerde yok.
Kongo'da ölüm, sessiz bir rutine dönüşmüş durumda.
Bölgede bağımsız gazeteciler neredeyse yok; çünkü gazeteciler için güvenli bir ortam yok.
Yerli gazeteciler ve aktivistler ise susturuluyor, tehdit ediliyor, hatta kimi zaman ortadan kayboluyor.
Dünya, bu sessizliği kendi rahatına perde yapıyor.
Küresel medya Kongo haberlerine yer vermiyor, biz de Kongo'dan haber alamıyor oluşumuzu bir "konfor" hâline getiriyoruz.
Kongo'dan haber gelmiyor olması, orada acıların yaşanmadığı anlamına gelmiyor.
Aksine, haber yoksa zulüm daha da büyük.
Kongo'daki kriz, sadece savaş yavaş ilerlediği ya da bu tür çatışmalar "Afrika'da olağan" kabul edildiği için değil, küresel teknoloji şirketlerinin çıkarlarını korumak için bilinçli olarak görmezden geliniyor.
Telefon ekranlarının parlak ışığına rağmen Kongo'nun karanlığı ısrarla görülmüyor.
Artık Kongo'nun çığlığını duymamak için hiçbir mazeretimiz yok.
Sessizliğimiz, bu sömürü çarkının devam etmesine izin veriyor.
Soru, kaç kişinin daha öleceği değil; bizim sessizliğimizin bedelini daha kaç kişinin ödeyeceği.
Kaynaklar:
https://www.ft.com/content/f67a65da-6197-4193-8fe0-e1d90594ab94?utm_source=chatgpt.com
https://www.engineeringnews.co.za/article/mineral-smuggling-from-congo-to-rwanda-at-unprecedented-levels-un-says-2025-07-03?utm_source=chatgpt.com
https://www.reuters.com/world/africa/rwanda-exercises-command-control-over-m23-rebels-say-un-experts-2025-07-02/
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/bm-kongodan-dubaiye-uzanan-altin-kacakciligi-agini-belgeledi/1875228?utm_source=chatgpt.com
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish