İsrail'in İran'a saldırı ne anlama geliyor?

Dr. Cemal Kazak, Independent Türkçe için yazdı

İsrail, cuma gününün ilk saatlerinde başta İran'ın başkenti Tahran olmak üzere Natanz, Fordov gibi nükleer santrallerin yanı sıra balistik füze tesislerini hedef alan saldırılar düzenledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun "Yükselen Aslan Operasyonu" olarak kamuoyuna duyurduğu bu saldırılar sonucunda İran'ın üst düzey önemli askeri yetkilileri ve bilim adamları hayatını kaybetti. 

İran dini lideri Ayetullah Hamaney, devlet haber ajansı IRNA üzerinden yaptığı açıklamada, saldırıda önemli askeri yetkililerin ve bilim insanlarının öldüğünü doğruladı.

Hamaney, "İsrail, sevgili ülkemize karşı kanlı elini bir kez daha göstererek suç işledi. Bu, onun kötü niyetini daha da açığa çıkardı" dedi.

Saldırılar sonrasında Kum kentindeki Cemkeran Camii üzerine "kırmızı intikam bayrağı" çekildiği görülürken İranlı yetkililer "İran İslam Cumhuriyeti, bu saldırıya meşru müdafaa hakkı çerçevesinde ve uygun şekilde karşılık verecektir" şeklinde açıklamalar yapıyor.


Operasyonun hedefi ne? 

Yaklaşık 1 hafta önce Newsweek dergisinde İran ve İsrail'in savaşa doğru gittiğini gösteren bir haber analiz yayımlandı.

Bu analizde İran'ın Çin'den katı yakıtlı füzeler yapmak için amonyum perklorat sipariş ettiğini ve 800 füzenin önümüzdeki aylarda İran'a teslim edileceğini İran'ında bunları Yemen'e aktaracağını yazdı.

Hiç şüphesiz bu haberler başta ABD ve İsrail olmak üzere bölge ülkelerini rahatsız etmeye yetti. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu haberden yaklaşık 1 hafta sonra İsrail Savunma Kuvvetleri yaklaşık 200 savaş uçağıyla 100'den fazla İran'a ait hedefleri vurdu.

Bu hedefler arasında Natanz uranyum zenginleştirme tesisi, balistik füze fabrikaları ve askeri üsler bulunuyordu.

İsrail İran'a yönelik saldırıları meşrulaştırmak için, İran'ın nükleer silah geliştirme ihtimaline karşı "önleyici saldırı" düzenlediğini bildirirken kendi nükleer programına dair yıllardır süren sessizliğiyle çelişiyor. 

Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'na taraf olmayan ve onlarca nükleer başlığa sahip olduğu tahmin edilen İsrail'in, aynı anlaşmaya taraf olan İran'ı yalnızca şeffaf olmamakla suçlayarak askeri müdahalede bulunması, uluslararası kamuoyunda "çifte standart" eleştirilerini beraberinde getiriyor.

ABD Başkanı Donald Trump, daha önce yaptığı açıklamada İran'la "iyi bir anlaşmaya oldukça yakınız" demiş ve İsrail'in İran'a olası saldırısının "her şeyi bozabileceğini" savunmuş ve İsrail'e bu ülkeye saldırmama çağrısı yapmıştı.

Netanyahu'nun bu çağrılara kulak tıkamasının ardında yatan sebep neydi?


İsrail-İran gerilimi: İçeride siyaseti kurtarma hamlesi mi?

Hiç şüphesiz İsrail'in İran'a yönelik saldırılarının altında birçok sebep yatıyor her ne kadar bunların başında askeri ve stratejik hedefler gelse de iç siyasette Netanayahu'nun iktidarını koruma amacına da hizmet ettiğini de görmek gerek.

İçeride ciddi anlamda sıkışan ve hakkındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle hapse girme ihtimali olan Netenyahu'nun İran tehdidini büyüterek iç politikada dikkat dağıtmak istediğini bu şekilde dış düşman imajı üzerinden kendi tabanını yeniden konsolide etmek istediğini söyleyebiliriz. 

Özellikle Gazze savaşı sonrasında içeride büyük baskı altında kalan Netanyahu Hükümeti, Hamas'a karşı yetersiz kalan güvenlik algısını İran gibi büyük bir devlete karşı gerçekleştirilecek başarılı bir operasyonla tekrar kazanılabileceğini düşünüyor.

Nitekim 7 Ekim'deki Hamas saldırısı sonrası Netanyahu, "İsrail tarihinin en büyük güvenlik zafiyeti" ile suçlanmış ve kamuoyu desteği yüzde 30'ların altına gerilemişti.

Gazze Savaşı sonrası içeride büyük baskı altında kalan Netanyahu için bu operasyon bir zafer algısı yaratma aracı gibi gözüküyor. 

Ayrıca, İran'ın nükleer tehdidini bertaraf eden adam olarak tarihe geçmek isteyen Netenyahu, muhalefetin seçim çağrılarına da bir nevi cevap vermiş muhalefeti güvenlik gündemiyle bastırmış oldu.

İran ile savaş ihtimalinin olduğu bir ortamda seçim yapmak hiçte mantıklı değil.

Tarihin en uzun süre görevde kalan ve İran karşıtı siyasetiyle tanınan İsrail Başbakanı olan Netanyahu bu krizle iktidarda kalma süresini uzatsa da uzun vadede savaşın maliyeti, uluslararası tepkiler ve ekonomi bu stratejiyi geri tepebilir hâle getirebilir.


İran, saldırılara nasıl karşılık verecek?

İsrail'in bu saldırılarına İran'ın nasıl karşılık vereceği en çok merak edilen konuların başında geliyordu. Nitekim ortaya birçok senaryo atıldı.

İran'ın doğrudan İsrail'e karşı büyük çaplı bir savaşa girmesi masada duran en zayıf seçenek olsa gerek.

Hiç şüphesiz İran, gerek iç kamuoyunda gerekse bölgede uğradığı prestij kaybını telafi etmek ve zevahiri kurtarmak isteyecektir.

Bu doğrultuda dün akşamdan itibaren İran, Tel Aviv ve Kudüs başta olmak üzere İsrail'e 100‑150 arası balistik füze ve insansız hava aracıyla saldırılar düzenlemesine rağmen çoğu saldırı ABD destekli İsrail'in hava savunma sistemi tarafından engellenmişe benziyor.

Ancak bazı füzeler yurt içi yerleşim bölgelerine isabet etti ve onlarca yaralı meydana geldi.

İran, savunma kalkanını bir türlü geçemiyor çünkü karşısında ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün gibi ülkelerin savunma sistemi var.

Ayrıca bölgedeki tüm radar sistemleri ve CENTCOM çatısı altındaki tüm askeri üsler ABD üzerinden İsrail'e destek sağlıyor. 

İran'ın meşru müdafaa niteliğindeki bu karşı saldırıları İsrail'i  "etkili bir zayıflatma" anlamına gelmese bile, İran sembolik ve psikolojik mesajını net biçimde iletmiş oldu. İsrail'in sivil savunma sistemleri hâlâ üstünlüğünü koruyor; bu nedenle doğrudan stratejik açıdan eşit bir askeri karşılık henüz söz konusu değil.

İran'ın bundan sonraki süreçte, her zaman yaptığı gibi vekil güçler üzerinden dolaylı şekilde saldırılarını sürdürmesi bekleniyor.

Vekil güçler, sınırlı askeri misilleme ve siber saldırılarla "güçlü tepki" algısı yaratmaya çalışacaktır.

Lübnan'da Hizbullah üzerinden Yemenden Husiler üzerinden İsrail ve Batı hedeflerine yönelik saldırılar düzenlemesi muhtemeldir. 

2020 yılında da Kasım Süleymani'nin ABD tarafından öldürülmesinin ardından ABD askerlerinin bulunduğu Irak'taki hava üslerine saldırı düzenleyen İran'ın benzer şekilde ABD'nin Katar, Irak ve bölgedeki diğer üslerine saldırı düzenlemesi de olasılık dahilinde.

Ayrıca İran, saldırılara bir cevap olarak bölgedeki petrol yataklarını da hedef alan saldırılar düzenleyerek krize neden olabilir, nitekim Ortadoğu ülkeleri, dünyanın petrol tedarikinin yaklaşık yüzde 30'unu karşılıyor.

İran'ın küresel petrolün yaklaşık yüzde 30'unun geçtiği Basra Körfezi'ni deniz nakliyeciliğine kapatması da ayrı bir ihtimal. 
 

 

İsrail, İranlı üst düzey yetkililere nasıl bu kadar kolay operasyon yapabiliyor?

Saldırılar sonucunda, İran'ın üst düzey askeri ve bilimsel kadrosundan önemli isimler hayatını kaybetti.

İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, İran Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami ve ülkenin askeri operasyon kararlarının alındığı ve koordine edildiği Hatam el-Anbiya Karargahı'nın komutanı Gülam Ali Reşid, Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Amir Ali Hajizadeh'nin saldırılarda öldüğü doğrulandı.

Ayrıca İran Atom Enerjisi Kurumu eski başkanı Feridun Abbasi, İran İslam Azad Üniversitesi'nin rektörü ve nükleer fizik alanında öne çıkan bir akademisyen olan Muhammed Mehdi Tehrançide ölenler arasında yer alıyor.

Saldırıda ayrıca nükleer araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde görevli 4 isim daha hayatını kaybetti: Abdulhamid Manouchehr, Ahmed Reza Zolfaghari, Emirhüseyin Fekhi ve Motalibizadeh.

Öldürülenlerin hepsi İran rejimi için çok önemli isimler.
 


İsrail bu kadar üst düzey İranlıyı öldürmeyi nasıl başardı? 

İsrail'in saldırısı sürpriz değildi.

Ancak akıllara şu sorular geliyor:

Peki, tüm bunlara rağmen komuta kademesindeki yetkililer neden sığınaklarda veya güvenlikli yerlerde değildi?

Göz göre göre gelen bu saldırıya bu şekilde yakalanmaları bilgisizlik mi, plansızlık mı, yoksa ihanet mi?

Kendi komutanlarını korumaktan aciz olan İran ordusu ülkesini nasıl koruyabilir?

İran Devrim Muhafızları tarihindeki en sarsıcı saldırı, hiç şüphesiz bundan 5 yıl önce Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani'nin Bağdat'ta ABD'ye ait bir insansız hava aracıyla düzenlenen nokta atışı bir saldırı sonucu öldürülmesiydi.

Ardından 2023'te, İsrail'in Şam'ın güneyinde düzenlediği hava saldırısında, İran'ın Suriye operasyonlarından sorumlu Kudüs Gücü komutanı General Seyyid Rezi Musevi Çaşmi öldürmesi, İran'ın Suriye'deki askeri varlığına yönelik en yüksek profilli saldırılardan biri oldu.

Suikastların arkası kesilmiyor, bu kez de Nisan 2024'te Kasım Süleymani'den sonra en kıdemli Kudüs Gücü komutanı Muhammed Rıza Zahidi'nin İsrail savaş uçakları tarafından düzenlenen saldırıda öldürülmesi. 

12 Haziranda gerçekleştirilen bu son saldırıda ise İran Devrim Muhafızları Başkomutanı General Hüseyin Selami, Genel Komutan düzeyinde öldürülen ilk kişi oldu.

Bu, İran İslam Cumhuriyeti tarihinde bir ilk ve İran Devrim Muhafızlarına yönelik en büyük ve en yıkıcı saldırı olma özelliğini taşıyor.

Kasım Süleymani suikastıyla başlayan bu yeni dönem sadece bireysel imhayı değil aynı zamanda İran'ın askeri ve nükleer güç liderlerine yönelik kurumsal imhayı hedefleyen bir stratejiye dönüşmüş durumda.

İsrail'in saldırıları sadece nükleer alt yapıyı değil aynı zamanda İran yönetiminin stratejik kurumların başındaki isimleri de öldürerek karar alma zincirini kırmayı ve İran liderlik sisteminde ciddi boşluk oluşturmayı hedeflediğini gösteriyor.


İçeriden bilgi sağlayan ajanlar

Geçen yıl İran'ın kalbinde Filistinli lider İsmail Heniyye'nin İsrail tarafından düzenlenen bir suikast sonucu öldürülmesi, benzer şekilde Lübnan'da Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın öldürülmesi İran'ın nasıl bir istihbarat zafiyeti içerisinde olduğunu ve İran istihbaratının geçirgenliği gösteriyordu. 

Mossad'ın yıllardır İran içinden saha ajanları ve muhbirler vasıtasıyla gerek nükleer tesislere ait bilgileri gerekse komutanların karargâhlarına ait yerleri tespit ettiği iddia ediliyordu.

İsrail'in uydu görüntüleme sistemleri ve casus uydular ile İran'ı sürekli izlediği, yer altı sığınaklar, füze rampaları ve laboratuvar yapıları gözlemlediği biliniyor.

2018'de Mossad'ın, Tahran'daki nükleer arşivleri çalarak İran'ın nükleer programına dair gizli belgeleri dünyaya duyurduğunu unutmamak gerek.

Ayrıca İsrail, teknolojik sızma ve yazılım operasyonları ile İran'ın nükleer programına geçmişte de saldırılar düzenlemişti.

Bu siber sızmalar ile kimlerin hangi görevi üstlendiğini öğrenme imkânı elde eden İsrail önemli operasyonlarında istediği sonuçları almayı başarmışa benziyor.

İsrail'in İranlı rejim muhalifi gruplarla da işbirliği yaparak İran içinden bilgi sızdırma konusunda ve saha konusunda yardım aldığını söylemek mümkün.

Sorulması gereken bir diğer soruda yıllarca Ortadoğu'da önemli güç merkezilerinden birisi olarak kabul edilen bir ülkenin yönetim kadrosuna, genelkurmay başkanına, kuvvet komutanlarına kendi topraklarında bu denli bir operasyon yapılabilmesi ülkenin askerî, siyasî ve istihbarî anlamda nasıl bir zafiyet içinde olduğunu gösteriyor.

Bütün bunlar akla şu soruları getiriyor:

İran'ı kim yönetiyor?

İran'da gerçek karar vericiler kimler?
 


Saldırılar İran'ın bölgesel güç imajına darbe vurdu

İran uzun yıllardır bölgedeki aktörlere karşı bir "dokunulmazlık" havası yaratmıştı.

Ancak bu saldırılar İran'ın bölgesel güç olma iddiasına büyük darbe vurdu.

İsrail'in, İran'ın en üst yönetim kadrosuna, askeri tesislerine, nükleer bilim insanları ve hava savunma sistemlerine karşı başarılı operasyonları İran'ın "güvenli, güçlü ve kontrol sahibi" imajını zedeledi, İran'ın bölgedeki "dokunulmaz süper aktör" algısını olumsuz etkiledi.

İran bu imaj kaybını telafi etmek çok sert bir misilleme yapmak istese de askeri kapasitesi böyle bir misillemeye imkân tanımıyor.

Bu durumun İran'ın bölgedeki prestij kaybını derinleştireceğine hiç şüphe yok. 


Güçlü devlet algısında erozyon

1979 devriminden sonra güvenlik sistemini büyük ölçüde rejimin devamı üzerine kuran İran, istihbarat birimlerini de ideolojik temellere dayandırdı.

Devrim Muhafızları Ordusu bu yapının merkeziden yer alırken Kudüs gücü gibi unsurlar bölgesel operasyonlarda etkili olmuyorlar. 

İran'ın istihbarat zafiyetinin bu denli büyük olmasının hiç şüphesiz birkaç temel nedeni var.

Bunların başında rejimin kendi sistemine aşırı güven duyması ve güçlü bir istihbarat sistemine sahip olduğu inancından kaynaklanıyor.

Kurumlara personel alımında profesyonelliğin göz ardı edildiği, yüksek teknik ve yeterliliğe sahip ama politik olarak tarafsız insanların sistemin dışına itilmesi, kritik kurumlarda görev alacak kişilerin liyakat yerine ideolojik sadakat temelinde seçilmesi dış operasyonlara karşı zaaf yaratırken iç sızmalara karşı refleksleri zayıflatıyor ve operasyonel beceri kaybına neden oluyor. 

İran istihbaratının farklı kurumlar arasında bölünmüşlüğü (İstihbarat Bakanlığı, Devrim Muhafızları İstihbarat Birimi gibi) kurumlar arasındaki dağınıklık ve güç çatışmaları bilgi paylaşımını zorlaştırırken, zaman zaman birbirlerini sabote eden bu kurumların dış tehditlere karşı bütüncül bir güvenlik oluşturmasını imkânsız hale getiriyor.

2018'de Mossad'ın İran nükleer arşivlerini çokta zorlanmadan ele geçirmesi bunun en net örneklerinden birisi olsa gerek. 

İsrail'in İran'a yönelik başarılı saldırıları ve hedef tespit kabiliyeti sonrasında İran halkında rejime karşı güven sarsılırken İran'ın "bölgesel güç" imajına ciddi bir darbe vurdu.

İran, "İsrail'le mücadele eden tek devlet algısından tepki veremeyen, sıkışmış bir rejim" algısı dönüştüğünü söylemek mümkün.

Özellikle İsrail'in ve Batı istihbarat servislerinin İran içinde gerçekleştirdiği operasyonlar, nükleer tesislere yönelik sabotajlar ve üst düzey isimlere yönelik suikastlar bu zafiyetlerin ne kadar ciddi boyutlara ulaştığını göstermesi açısından önemli. 


Sıfır istihbarat açığı

Dikkatlerden kaçan bir konuda şu ki İran gibi önemli bölgesel gücün komuta kademesinin ve nükleer uzmanların yatak odalarına kadar ulaşan İsrail, Gazze'nin tamamen yerle bir edilmesine ve aradan 19 ay süren bir savaş geçmesine rağmen, Gazze'deki tek bir tutukluya bile ulaşamadı. 

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU