İran alev alev: Ortadoğu'da kaybolan barış

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Ortadoğu'da jeopolitik tansiyon endişe verici düzeyde yeniden yükseldi.

ABD-İsrail-İran üçgeninde yaşanan son gelişmeler bölgeyi daha tehlikeli bir eşiğe getirdi.

İsrail tarafından gece saatlerinde İran'ın başkenti Tahran ile Tebriz, Loristan, Kirmanşah yanında İsfahan'daki Natanz Nükleer Tesisi'ne yapılan kapsamlı saldırılar bölgedeki alevleri yükseltti.

Endişe verici bu saldırılar tam bitti derken gündüz saatlerinde Tebriz Havalimanı'nın vurulmasıyla ortalık tekrar alevlendi.

İran yine büyük kayıplar verdi: İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Hüseyin Selami ile Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri'nin hayatını kaybetti.

Bu kayıplar şu iki nokta açısından dikkat çekici:

  • İran'ın güvenlik yapısında ciddi bir boşluk çıkmasına neden olduğu görüldü.
  • Ayrıca Tahran'ın bölgesel caydırıcılığını da önemli ölçüde sorgulatır hale getirdi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Diğer taraftan İran, üzerinde yoğunlaşan kara bulutların farkında olarak son 5 yılda 4 kez Şii geleneğinde sembolik anlam taşıyan "kırmızı intikam bayrağını" göndere çekti.

Bu sembol, özellikle 2020 yılında ABD tarafından gerçekleştirilen operasyonla Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin suikasta uğramasıyla öne çıkmış ve intikam söyleminin bir göstergesi olarak camilerin kubbelerine asıldı.

2024 yılında ise Kirman'daki bombalı saldırılar ve Hamas'ın siyasi lideri İsmail Heniyye'nin İsrail tarafından Tahran'da hedef alınması, İran'ın bu sembole bir kez daha başvurmasına neden oldu.

İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı ile İran Genelkurmay Başkanı'nın hedef alınması intikam bayrağının tekrar göndere çekilmesine yol açtı.

Bu gelişmeler, İran'ın sembolik tepkiler ile askeri refleksleri arasında sıkıştığını ve bölgesel bir savaş riskinin her zamankinden daha yakın olduğunu gösteriyor.

Mevcut kriz ortamı, sadece İran'ın ulusal güvenliği açısından değil, tüm Ortadoğu'nun istikrarı ve uluslararası barış açısından da kaygı verici bir potansiyel taşıyor.


İran'ın stratejik açmazı: Misilleme ile caydırıcılık arasında 

İran, Suriye ve Irak'taki ciddi askeri ve istihbari kayıplarına rağmen İsrail ve ABD'ye doğrudan ve etkili bir yanıt veremedi.

Bu durum, Tahran'ın dünya halkları ve İslam dünyası nezdinde emperyalizme karşı liderlik iddiasını zayıflatmakta ve propaganda ile gerçeklik arasındaki stratejik dengesizliğini gözler önüne seriyor.

Şii Hilali kapsamında faaliyet gösteren İran destekli vekil unsurların (örneğin Hizbullah, Haşdi Şaabi ve diğerleri) moral kaybı yaşaması, İran'ın bölgedeki etkisinin uzun vadede aşınabileceğine işaret ediyor.

Öte yandan, İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği saldırılar karşısında İran müttefiklerinin tepkisizliği ya da yetersizliği, Tahran'ın bölgesel stratejisinin sorgulanmasına yol açtı.

Ayrıca, son yıllarda üst düzey askeri yetkililer ve nükleer bilim insanlarına yönelik operasyonlarda ciddi personel kaybı yaşanması, İran'ın istihbarat kapasitesinin zayıflığını ortaya koyuyor.

Bu gelişmeler, İran'ın uluslararası alanda yalnızlaştığını ve güvenlik-politika mimarisini yeniden değerlendirme ihtiyacı içinde olduğunu gösteriyor.

dönemde yaşanan saldırılar, İran'ın hem askeri hem de siyasi düzlemde ne denli kırılgan bir konuma sürüklendiğini gözler önüne seriyor.

Son saldırılar, verilen kayıplar nedeniyle İran askeri komuta kademesinde büyük bir boşluk yaratırken, İsfahan'daki Natanz Nükleer Tesisi'nin hedef alınması, Tahran'ın nükleer kapasitesinin doğrudan sorgulanmasına neden oldu.

İran'ın bu saldırılar karşısındaki tepkisi, caydırıcılıktan çok sembolik bir misilleme niteliğinde kaldı.

İsrail'in İran topraklarında 100'den fazla hedefi vurduğunu açıklaması ve bu saldırıların Hamedan, Tebriz, Tahran ve İsfahan gibi stratejik şehirlerde etkili olması, İran'ın iç güvenlik mekanizmalarının zayıflığını bir kez daha ortaya koydu.

Buna karşılık, İran'ın İsrail'e gönderdiği 100 İHA'lık misilleme ise uluslararası kamuoyunda sınırlı etki yarattı, askeri dengeyi değiştirmekten ziyade iç kamuoyunu teskin etmeye dönük sembolik bir refleks olarak değerlendirilmiştir.

Bu gelişmeler, İran'ın uluslararası ilişkilerde geleneksel "direniş ekseni" söyleminin ciddi bir erozyona uğradığını ve İran dış politikasının kriz yönetimi kapasitesinin sınırlı kaldığını gösteriyor.

Bölgesel caydırıcılığını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olan Tahran, hem vekil aktörler üzerinden yürüttüğü dolaylı stratejinin zayıflığı hem de doğrudan müdahalelere karşı gösterdiği düşük etkili yanıtlarla dikkat çekiyor.

Uluslararası sistemin realist dinamikleri çerçevesinde değerlendirildiğinde, İran'ın karşı karşıya olduğu bu durum, onu bölgesel denklemlerde daha savunmacı ve yalnız bir pozisyona itiyor.

Öte yandan, ABD ve İsrail'in yüksek hassasiyetli operasyon kapasitesi, İran'ın asimetrik tehdit stratejisinin sınırlarını da açık bir biçimde ortaya koydu.

İran için mevcut tablo, sadece askeri değil, diplomatik ve psikolojik bir kırılma anı niteliğinde. 

İran, casusluk ve sabotajlara karşı sert bir yanıt vermenin, kıvılcımı tüm bölgeyi saracak bir savaşa dönüştürebileceğinin farkında.

Bu nedenle Tahran, hiddetle değil, temkinle hareket ediyor, çünkü attığı her adım, savaşla barış arasındaki son çizgi olabilir.

İran'a yönelik son saldırılar, Ortadoğu'nun ne denli kırılgan bir güvenlik yapısına sahip olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Osmanlı döneminde uzun süre sağlanan göreli istikrar ve barış ortamı, bugün yerini vekalet savaşları, bölgesel rekabetler ve istikrarsız ittifaklara bırakmış durumda.

Bu kırılganlık ortamında ABD, stratejik çıkarlarını gözeterek aktif ama çoğu zaman dolaylı bir rol üstlenmekte; bölgede yaşanan gerilimleri yönlendiren başlıca aktörlerden biri olmaya devam ediyor.

İran'ın karşı karşıya kaldığı askeri ve diplomatik baskı ise sadece Tahran'ı değil, bölgesel güvenlik dengesini de derinden sarsıyor.
 


Sonuç olarak İran, İsrail'in yüksek hassasiyetli operasyonlarıyla ciddi bir baskı altına girdi.  

Bu saldırılar, Tahran'ın yıllardır uyguladığı Şii Hilali stratejisini büyük ölçüde işlevsiz hale getirdi.

Artan askerî kayıplar, diplomatik yalnızlık ve iç kamuoyundaki psikolojik yıpranma İran'ı daha savunmacı ve kırılgan bir pozisyona sürükleme kapasitesine sahip.

Bu ortamda Tahran için sert bir karşılık vermek bölgesel bir savaşı tetikleyebilirken, tepkisiz kalmak da caydırıcılığını zayıflatma riski taşıyor.

İran, şu an adeta savaş ile barış arasında ince bir ipte dengesini korumaya çalışıyor. 


Diğer taraftan, küresel ve bölgesel istikrar büyük darbe yedi.

Uluslararası toplum Gazze'deki insanlık krizine çare ararken provakatif ölçeği büyük bu saldırıların yapılması her bakımdan tehlike çanlarını çaldırıyor.

İlk önce Türkiye bu saldırıları kınadı.

Başta Suudi Arabistan olmak üzere Katar, BAE, Umman gibi Körfez ülkelerinden gelen açıklamalar da kınama yönünde oldu.

Uluslararası toplum bu yönde bir gündem oluşturmak ve barıştan yana olmak noktasında daha ileri adımlar atmak zorunda olduğunun farkındadır.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU