24 Ocak kararları ve siyasi rejim (6)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

24 Ocak kararlarına tekabül eden ekonomik modele uygun düşen siyasal çerçeve, kaçınılmaz olarak, hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı, halk kitlelerine söz ve örgütlenme hakkı tanımayan baskıcı siyasal rejim olacaktı.

Bundan sonra AP azınlık hükümetinin yapacağı, CHP hükümetinin Meclis gündemine getiremediği baskı yasa tasarılarını tekrar Meclis gündemine getirmekti.

Faşizme karşı demokrasiyi savunma temelinde, toplumsal-demokratik muhalefet harekete geçecekti.

TÖB-DER'den DİSK'e, Tüm-Der'den DEV-GENÇ'e kadar direniş artan ölçü de kitleselleşecekti.

İhracat ekonomisinin uygulanması için, sözkonusu yasa tasarılarının Meclis'ten geçmesi gerekiyordu.

Olmuyorsa, buna uygun rejim arayışı gündeme gelecekti.

Bu askerler eliyle darbe ve buna uygun faşist siyasal iktidar modeliydi.

Zaten ihracat ekonomisinin nispi demokratik ortamda uygulanma şansı yoktu.
 

 
Klasik faşist hareket: Darbeye koşar adım

İşte bu noktada hükümet ve devletin tüm olanakları faşist hareketin hizmetine sunuldu ve önü daha bir açıldı.

Faşist hareket, AP ile adeta bütünleşerek muhalefete dönük saldırılarını yoğunlaştırdı. Gazetecilere, öğretim üyelerine, CHP milletvekillerine de saldırarak süreci tırmandırdı.

Abdi İpekçi'yi de öldüreceklerdi.

Faşist terör, toplumsal dengeyi en hassas yerlerinden çatlatmak için tam bir kaos ve kargaşa ortamı yaratma hedefine yönelik olarak kullanılmaktaydı.

Faşist hareketin AP azınlık hükümeti döneminde yürüttüğü terörün amacı artık yalnızca o günlerin temel gündemi olan ihracat ekonomisinin toplumsal zeminini hazırlamak değildi.

AP azınlık hükümetini de yıpratmak pahasına ordu müdahalesinin koşullarını hazırlamaktan öte hızlandırmayı amaçlamaktaydı.

Mevcut başta “anarşi ve terör” olmak üzere mevcut sorunların parlamenter rejim içinde çözülmeyeceği, çözüm gücünün askeri darbe olduğu sonucuna oynanmaktaydı.

Kısacası, faşist hareket ordu müdahalesinin koşullarını süratle derinleştirmeyi hemen sonrasında ise darbe ile bütünleşmeyi hedeflemekteydi.

Darbe kendi paralelinde gerçekleşirse sorun kalmayacak, böylece tüm hesapları daha  ilk andan itibaren gerçekleşme yoluna girecekti.

Böyle olmaması durumunda bile, muhtemel askeri rejim, uygulamalarını meşrulaştırmak için kitle desteğine ihtiyaç duyacaktı.

İşte faşist hareketin terör ve demagojiyle etkisi altına almış olduğu kitleler darbenin toplumsal zeminini oluşturacaktı.

Aşırı sağ-faşist toplumsal baskı altında kalan darbeciler kendileriyle uzlaşmak zorunda kalacaktı.

Yıllardır kendilerini kullanan CIA, Pentagon ve onların ülke içindeki uzantıları boş durmayacak, kendilerine sahip çıkacaktı.

Kısacası emperyalizm ve Türk egemenlerinin toplumsal muhalefeti bastırmaya ve ordu müdahalesinin koşullarını yaratmaya dönük politikasının dama taşı, AP azınlık hükümeti ve devlet olanaklarıyla bütünleşmiş faşist hareketti.

Bu politika süreçte, AP’nin tipik orta sağ muhafazakâr niteliğini yitirip hızla faşistleşmesini getirecekti.

DP-CGP gibi partilerin zaten pek rolü kalmamıştı.  

MSP'de oyunun bir parçasıydı

AP ve diğer MC partileri faşist harekete angaje olunca yıpranacaklar, dayandıkları kitlelerden kopmaya başlayacaklardı.

Faşizmle "uzlaşma"dan bahseden CHP üst yönetimi de anti-faşist sol kitlelerden ve tabanlarından koparak yalnızlaşmaya başladı.

Üniversitelerde, mahallelerde, fabrikalarda kırsal alanlarda, polis gibi çeşitli devlet kuruluşlarında, hatta liselerde toplumsal saflaşma eğilimi bir nevi iç savaşa dönüşmekteydi.

Tanınan tüm olanaklara rağmen faşist hareket, toplumsal muhalefet, gençlik ve sol hareketleri saf dışı etmeyi başaramamakta, aksine artan ölçüde güç kaybetmekteydi.

Öte yandan Sovyetler Birliği Afganistan'a müdahale etmişti.

Baas rejimleri ABD ve Sovyet Sistemi arasında süren soğuk savaşın yarattığı hareket sahasından yararlanarak daha bir bağımsız politikalar geliştirmeye başlamıştı.

Buna koşut İsrail'in ve petrolün güvenlik çemberi daralmaya başlamıştı.

 
Demirel'in hesabı

12 Eylül 1980 darbesi yapılması, Amerikan emperyalist çıkarları için gerçek bir ihtiyaç haline gelmişti.

Dönemin Başbakanı Demirel'e gelince... parlamentarizmle sorunların aşılacağı görüşünü terk edeli çok olmuştu.

Darbeci komutanları ve darbeyi engellemek için Ecevit'in önerdiği AP-CHP koalisyonunun kurma fikrini elinin tersiyle itecekti.

Ardından Cumhurbaşkanlığı seçimini tıkayacak ve bilinçli bir tutumla “Gordion düğümü" yaratacaktı.

Hesabı, darbenin önünü açarak, Sol toplumsal muhalefeti ezdirdikten sonra yeniden iktidarı devralmaktı.
Evdeki hesap çarşıya uyacak mıydı acaba?.. 

Uymadı… 

Ama 12 Eylül darbesinin bedelini ülke, toplum, halk, hele de gençlik ağır ödedi, hala ödüyor... 

Emsal olsun, darbe koşullarını olgunlaştırmak için uygulanan “anarşi ve terör" siyasetinin bedeli 5 bin genç toprağın altında...

Aradan 45 yıl geçti, Türkiye ve Türkiye'nin egemen muktedirleri toplumsal bir yüzleşme üzerinden dahi bunun hesabını vermiş değil... 

Cezasızlık sürüyor!.. 

Adalet boşluğu sürüyor!..

12 Eylül sürüyor!..

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU